Bizim Vazifemiz Bize Hayatı Verip Besleyene Şükretmek

“Ve o iki vazife ise; birisi, hayatı verip beslemektir. Diğeri, hayatı verene ve besleyene perestiş edip yalvarmaktır. Ona tevekkül edip emniyet etmektir.” (S:23) 

iNSANIN  RABBİ MASNUATIYLA KENDİNİ TANITIRSA,  İNSAN DA O’NU İMAN  İLE TANIYACAK ! 

“Evet hiç mümkün müdür ki; insan umum mevcudat içinde ehemmiyetli bir vazifesi, ehemmiyetli bir istidadı olsun da, insanın Rabbi de insana bu kadar muntazam masnuatıyla kendini tanıttırsa, mukabilinde insan iman ile onu tanımazsa..” (S:65) 

“BEN    BÖYLE    İŞLESEM,    SEN    BÖYLE    İŞLER MİSİN?”    DİYEREK, CENAB-I     HAKK’IN     VAZİFESİNE     KARIŞMAMALI !

“Cenab-ı Hak abdini tecrübe eder ve der ki: Sen böyle yapsan sana böyle yaparım, göreyim seni yapabilir misin? diye tecrübe eder. Fakat  abdin hakkı yok ve haddi değil ki, Cenab-ı Hakk’ı tecrübe etsin ve desin: Ben böyle işlesem, sen böyle işler misin? diye tecrübevari bir surette Cenab-ı Hakk’ın rububiyetine karşı imtihan tarzı sû-i edebdir, ubudiyete münafîdir.” Madem hakikat budur, insan kendi vazifesini yapıp Cenab-ı Hakk’ın vazifesine karışmamalı. Meşhurdur ki: Bir zaman İslâm kahramanlarından ve Cengiz’in ordusunu müteaddid defa mağlub eden Celaleddin-i Harzemşah harbe giderken, vüzerası ve etbaı ona demişler: “Sen muzaffer olacaksın, Cenab-ı Hak seni galib edecek.” O demiş: “Ben Allah’ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım, Cenab-ı Hakk’ın vazifesine karışmam; muzaffer etmek veya mağlub etmek onun vazifesidir.” İşte o zât bu sırr-ı teslimiyeti anlamasıyla, hârika bir surette çok defa muzaffer olmuştur” (L:130) 

İNSANLARA   DİNLETTİRMEK VE  HİDAYET  VERMEK  CENAB-I HAKK’IN VAZİFESİ’DİR  ! 

“Evet insanın elindeki cüz’-i ihtiyarî ile işledikleri ef’allerinde, Cenab-ı Hakk’a ait netaici düşünmemek gerektir. Meselâ: Kardeşlerimizden bir kısım zâtlar, halkların Risale-i Nur’a iltihakları şevklerini ziyadeleştiriyor, gayrete getiriyor. Dinlemedikleri vakit zaîflerin kuvve-i maneviyeleri kırılıyor, şevkleri bir derece sönüyor. Halbuki Üstad-ı Mutlak, Mukteda-yı Küll, Rehber-i Ekmel olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, olan ferman-ı İlahîyi kendine rehber-i mutlak ederek, insanların çekilmesiyle ve dinlememesiyle daha ziyade sa’y ü gayret ve ciddiyetle tebliğ etmiş. Çünki  İnsanlara dinlettirmek ve hidayet vermek, Cenab-ı Hakk’ın vazifesidir. Cenab-ı Hakk’ın vazifesine karışmazdı. Öyle ise; işte ey kardeşlerim! Siz de, size ait olmayan vazifeye harekâtınızı bina etmekle karışmayınız ve Hâlıkınıza karşı tecrübe vaziyetini almayınız!” (L:131) 

TE’SİR VE  TEVECCÜH-Ü  NÂSI  KAZANMAK   CENAB-I     HAKK’IN      VAZİFESİ’DİR ! 

“İşte bu müdhiş marazın merhemi, ilâcı ihlastır. Yani hakperestliği nefisperestliğe tercih etmekle ve hakkın hatırı, nefsin ve enaniyetin hatırına galib gelmekle! sırrına mazhar olup, nâstan  gelen maddî ve manevî ücretten istiğna etmekle  ­ hüsn-ü kabul ve hüsn-ü tesir ve teveccüh-ü nâsı kazanmak noktalarının Cenab-ı Hakk’ın vazifesi ve ihsanı olduğunu ve kendi vazifesi olan tebliğde dâhil olmadığını ve lâzım da olmadığını ve onunla mükellef olmadığını bilmekle ihlasa muvaffak olur. Yoksa ihlası kaçırır.” L:149-150 p. son 

KABUL ETTİRMEK, SENİN  ETRAFINA  HALKI TOPLAMAK;  CENAB-I HAKK’IN VAZİFESİ’DİR ! 

“Ey sevaba hırslı ve a’mal-i uhreviyeye kanaatsız insan! Bazı Peygamberler gelmişler ki, mahdud birkaç kişiden başka ittiba edenler olmadığı halde, yine o peygamberlik vazife-i kudsiyesinin hadsiz ücretini almışlar. Demek hüner, kesret-i etba’ ile değildir. Belki hüner, rıza-yı İlahîyi kazanmakladır. Sen neci oluyorsun ki, böyle hırs ile “Herkes beni dinlesin” diye vazifeni unutup, vazife-i İlahiyeye karışıyorsun? Kabul ettirmek, senin etrafına halkı toplamak Cenab-ı Hakk’ın vazifesi’dir. Vazifeni yap, Allah’ın vazifesine karışma.” (L:152) 

KENDİ  VAZİFEMİZİ  DÜŞÜNMEK,  CENAB-I  HAKK’IN  VAZİFESİ’NE   KARIŞMAMAKTIR! 

“Tarîk-ı hakta çalışan ve mücahede edenler yalnız kendi vazifesini düşünüp, Cenab-ı Hakk’ın vazifesine karışmamaları lâzım geldiğini; ve şiddet-i hırs yüzünden, vazife-i ubudiyet ve memuriyeti, âmiriyet ve mabudiyetle iltibas edenlere karşı tefrik edip, haddini tecavüz eden insana makamını gösteren, herkese lüzumlu bir mes’eledir.” (L:393) 

MUVAFFAK  OLMAK, İNSANLARA KABUL ETTİRMEK;  CENAB-I  HAKK’IN  VAZİFESİ’DİR ! 

“Emirdağı’nda iken, Ankara’ya Nur hizmeti için gönderdiği bir talebesi hâl-i âleme bakarak, “Bu insanlar ne zaman Nur hakikatlarını dinleyecek, kalın zulmet perdeleri nasıl yırtılacak, manevî karanlıklar nasıl izale olacak?” diye ümidsizliğe düşer. Sonra bir gün Emirdağı’na Üstad’ın yanına döndüğü zaman, o büyük Üstad der: “Vazifemiz hizmettir. Muvaffak olmak, insanlara kabul ettirmek, Cenab-ı Hakk’ın vazifesi’dir. Biz vazifemizi yapmakla mükellefiz. Sen orada, bu insanlar ne zaman Risale-i Nur’u dinleyecekler diye ümidsizliğe düşme, merak etme! Kat’iyen bil ki; Mele-i A’lânın hadsiz sâkinleri, bugün Risale-i Nur’u alkışlıyorlar. Onun için, hiç ehemmiyeti yok. Kıymet, kemmiyette değil, keyfiyettedir. Bazan bir hâlis ve fedakâr talebe, bine mukabildir.” diyerek ye’sini giderir.” (T: 463) 

RİSALE-İ    NUR’UN      MESLEĞİ,      VAZİFESİ     TEBLİĞDİR; KABUL     ETTİRMEK,     CENAB-I     HAKK’IN     VAZİFESİ’DİR ! 

“Mücahidlerin üstadı ve efelerin hakikî bir nâsihi ve Risale-i Nur’un hâlis muhlis bir şakirdi olan Hasan Âtıf kardeşim! Senin uzun ve tesirli ve ehemmiyetli mektubun içindeki edibane, gayet ince hissiyatın ve sana mahsus latif tabiratın hoşuma gitti. Kardeşim, mübtedilerin ve hodfüruşların ve mülhidlerin ilişmelerinden teessüratın beni, senin hesabına müteessir etti. Evvelce size yazdığım mektub, inşâallah o teessüratı izale eder. Risale-i Nur’un mesleği ise: Vazifesini yapar, Cenab-ı Hakk’ın vazifesine karışmaz. Vazifesi, tebliğdir. Kabul ettirmek, Cenab-ı Hakk’ın vazifesi’dir.” (K:259)    

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır