Bizlere Birer Mektup Var!

İslamiyet’in ilk defa indiği Arap yarımadasında halk arasında rağbet edilen en önemli uğraş,  şiir ve “belagat” idi, yani sözün düzgün, kusursuz, halin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesi sanatı idi. Adeta sözler edebiyat pazarlarında görücüye çıkar ve pazarlanır. Yapılan yarışmalar neticesinde seçilen şiirler ise altın yaldızla yazılarak Kâbe duvarına asılırdı.  Asılan bu yedi adet şiire  de “muallakat-ı seb’a” denilmekteydi. Kuran onların önem verdiği belagat ustalarının eserlerini hiç noktasına indiriyor ve onlara meydan okuyordu.

Kabe duvarında asılı duran şiirlere Arap toplumu büyük önem verirdi. Bir gün nazil olan ayeti duyan şair Lebid’in kızı; ayetin belagatı karşısında, babasının yazdığının kıymetinin kalmadığını söyleyerek, eseri Kabe duvarından indirmişti. 

Bediüzzaman bu konuyu şöyle anlatır:

*”Ve denildi ki: ‘Ey yer, suyunu yut. Ey gök, suyunu tut.’ Su çekildi, iş bitirildi ve gemi Cûdî Dağına oturdu. Ve ‘Zalimler güruhu Allah’ın rahmetinden uzak olsun’ denildi.” Hûd Sûresi,44.

…kısa birkaç cümleyle Tufan hadise-i azîmesini netâiciyle öyle îcazkârâne vemucizâne beyan ediyor ki, çok ehl-i belâğati, belâğatine secde ettirmiş.(MEKTUBAT,26.Mektup)

*bazan bir bedevî Arap, birtek kelâma meftun olur, Müslüman olmadan secdeye giderdi. Bir bedevî  “fesdağ bima tuhmer” (1)  kelâmını işittiği anda secdeye gitti. Ona dediler: “Müslüman mı oldun?” “Yok,” dedi. “Ben şu kelâmın belâğatine secde ediyorum.”(SÖZLER,25.Söz)

(1) “Emrolunduğun şeyi açıkla.” Hicr Sûresi, 94

Evet, Kur’anın Allah’ı bize anlatan mucize bir kitap olduğu her zaman, her yerde herkese karşı ve her asırda ispatlanmıştır. Kainat  da Allah’ı bize anlatan ikinci büyük bir kitaptır. Kainatın içindeki galaksiler, güneş, ay yıldızlar, gezegenler ile cansız varlıklar, bitkiler, hayvanlar ve insanların her birisi, birer kitaptır. Bu kitabın her bir harfinde, kelimesinde, cümlesinde, satırında veya sayfasında birer kitap yazılmıştır. Herkes bilgi düzeyine göre bunları okur, inceler ve sırlarını çözebilir.

Ey sanatkarlar! Sizler, her biriniz farklı dallarda sanat eserleri vermiş ve bu uğurda bir ömür tüketmiş yetenekli kişilersiniz. Gerçek sanatı ve sanatkarı en iyi sizler anlarsınız. Eserinin altında imzası olmasa da sizler, her sanatçıyı özgün tarzından tanırsınız. Çevrenize bakınca doğadaki ilahi sanat eserlerini diğerleri gibi sizler de görüyorsunuz, ama sizler ayrıca örnek de alıyorsunuz. Her biri rengârenk, küçük, büyük, karada veya denizde yaşayan bir sürü bitki ve hayvan. Her birisi başlı başına özgün bir sanat eseri değiller mi? Hem de, doğup büyüyen, ölen ama arkadan yine ona benzeyen ama o olmayan yeni bir sanat eseri olarak dünyaya gelen bir sanat eseri. Ve yıllardan beri bu sanatlı yaratılışlar devam edip gidiyor.

Kur’an’ın bir ayetini işiten bedevi Arap onun belagatı karşısında secdeye giderken sizler de birer sanatçı olarak kainattaki bu ilahi sanat eserlerini görünce O taklit edilemez Sanatçı karşısında secdeye varmayı hiç düşündünüz mü?

Ey Eczacılar! Raflarınızda, buzdolabınızda dizi dizi bulunan ilaçlar veya sizin kendi yaptığınız majistral ilaçlar, hassas ölçülerle alınmış miktarlar ile yapılmış şifalı ilaçlardır. Bu ilaçlar yetenekli kimyacılar ve siz eczacıların emeğiyle, bilgisiyle yapılmışlardır.

Peki yeryüzü eczanesinde bulunan yüzbinlerce çeşit bitki ve hayvanlar sizin raflarınızda bulunan veya sizin yaptığınız ilaçlardan daha mükemmel daha fazla sayıda yapılmış değiller mi? Onları kimin yaptığını hiç düşündünüz mü? Her baharda onların yeniden ve çok kolayca nasıl gönderildiklerini hiç tefekkür ettiniz mi? Onları yapan O Sanatçının huzurunda hürmetle eğilmeyi hiç aklınıza getirdiniz mi?

Ey doktorlar! 6 yıl Tıp Fakültesinde okudunuz. Temel tıp dersleri yani Anatomi, Fizyoloji, Biyokimya, Histoloji-Embriyoloji, Mikrobiyoloji, Biyofizik, Tıbbi Biyoloji ve Temel Genetik okudunuz.  İnsan vücudunun morfolojik yapısını, fonksiyonel mekanizmalarını, bedenin kimyasal yapısını, hücrelerin yapı ve moleküler mekanizmalarını, bedende yer alan bakteri ve virüsler ile hastalık oluşturan diğer mikroorganizmaları, insanın genetik mekanizmalarının çalışmasını öğrendiniz. Bunun üzerine  Dahili ve Cerrahi tıp bilimleri okudunuz, hastalıkların teşhis ve tedavisini öğrendiniz, doktor oldunuz. Bazılarınız 5 yıl daha okuyup Uzman doktor oldular.

Bu kadar yıl tahsil ettiğiniz Tıp biliminin konusu olan insanı sizler kadar yakından kimse tanımadı. Sizlerin bile çözmekte zorlandığınız bu karmaşık yapının Sanatkarının kim olduğunu hiç merak ettiniz mi? O’nun önünde diz çökmeyi hiç düşündünüz mü?

Ey makina mühendisleri! Sizler her biriniz birer fabrikada çalışıyorsunuz, orada çeşit çeşit makinalar sesler çıkararak çalışıyor. Kimisi kumaş dokuyor, kimisi bir ürün üretiyor. Her bir fabrikanın makineleri çok yetenekli mühendis ve ustaların ortak çalışma ürünleri olarak yapılmışlar. İnsan da böyle bir fabrikaya benzer ve her bir organı farklı bir makina gibi çalışır. Ancak bu gözle bir de Dünyaya bakarsak içinde milyarlarca fabrika barındıran sanayi bölgesi gibi değil midir? Sizin çalıştığınız fabrikadaki makinaları yapanlara karşı hayranlık beslerken yeryüzündeki her bir bitki, hayvan ve insan gibi biyolojik makinelerin Ustası, Sahibi ve Sanatkârına karşı saygı ve hürmetle bir teşekkür etmeyi borç bildin mi?

Evet biz hepimiz, inanmayan bir bedevinin Kur’anın belagatına secde etmesi gibi evrenin Sahibi, Ustası ve Sanatkarından bizlere yazılmış mektupları okuyup O’nun büyüklüğü karşısında gururumuzu kırıp ne zaman secde edeceğiz? Bu secde ne bizi küçültür ne de secde edileni yüceltir. Çünkü O’nun secdeye ihtiyacı yok ama bir secde, bizi şuursuz varlıklardan ayırır, O büyük Sanatkarı takdir eden seçkin insanlar düzeyine çıkarır.

Selçuk Eskiçubuk