Bu Millet Âhirete Çalışanlara Yardım Etmişler. Fakat Bu, İstenilmez, Belki Verilir.

 “Evet hakikat ve âhiret için çalışanlara karşı bu millet bir hürmet ve bir muavenet fikrini daima beslemiş. Ve bilfiil onların hakikat-ı ihlaslarına ve sadıkane olan hizmetlerine bir cihette iştirak etmek niyetiyle, onların hacat-ı maddiyelerinin tedarikiyle meşgul olup, vakitlerini zayi’ etmemek için, sadaka ve hediye gibi maddî menfaatlerle yardım edip, hürmet etmişler. Fakat bu muavenet ve menfaat istenilmez, belki verilir. Hem kalben arzu edip muntazır kalmakla lisan-ı hal ile dahi istenilmez, belki ummadığı bir halde verilir. Yoksa ihlası zedelenir………..  Âyetinin nehyine yanaşır, ameli kısmen yanar. İşte bu maddî menfaati arzu edip muntazır kalmak, sonra nefs-i emmare hodgâmlık cihetiyle, o menfaati başkasına kaptırmamak için, hakikî bir kardeşine ve o hususî hizmette arkadaşına karşı bir rekabet damarı uyandırır. İhlası zedelenir, hizmette kudsiyeti kaybeder.” (L:164)

Aşağıya alacağımız parça ise, hiç bir şübheye mahal bırakmadan “İaneleri toplamamak ve malî yardımlarını istememek  ve yine asla “Ver!” dememeği talim etmektedir. Doğrudan neşriyata taallûk ettiği halde, yine de bu istiğna emir edilmektedir.

İKTİSAD BEREKETİYLE, HAYATIMIN BİR DÜSTURU “NASTAN  İSTiĞNA ” MESLEĞİMİ BOZMADI

 “Burdur’a nefyedilen reislerden bir kısmı, parasızlıktan zillet ve sefalete düşmemekliğim için, zekatlarını bana kabul ettirmeğe çok çalıştılar. O zengin reislere dedim: “Gerçi param pek azdır; fakat iktisadım var, kanaata alışmışım. Ben sizden daha zenginim.” Mükerrer ve musırrane tekliflerini reddettim. Cây-ı dikkattir ki: İki sene sonra, bana zekatlarını teklif edenlerin bir kısmı iktisadsızlık yüzünden borçlandılar. Lillahilhamd onlardan yedi sene sonra, o az para iktisad bereketiyle bana kâfi geldi; benim yüz suyumu döktürmedi, beni halklara arz-ı hacete mecbur etmedi. Hayatımın bir düsturu olan “nâstan istiğna” mesleğimi bozmadı.” (Lem’alar:141)

KANAAT VASITASİYLE İNSANLARDAN İSTİĞNA EDEREK TEVECCÜHLERİNİ  ARAMAZ.

 “Müsrif ise; kanaat etmediği için, ikinci gün daha çalışmaz. Çalışsa da şevksiz çalışır. Hem iktisaddan gelen kanaat; şükür kapısını açar, şekva kapısını kapatır. Hayatında daima şâkir olur. Hem kanaat vasıtasıyla insanlardan istiğna etmek cihetinde teveccühlerini aramaz. İhlas kapısı açılır, riya kapısı kapanır.” (L:146)

ÜSTADIMIZIN İKTİDA EDİLMEĞE LAYIK İSTİĞNASI

 “Kendisinin bu arzedilen keramet-i ilmiyesiyle beraber, sırf ahlâk ölçülerinin kaybolduğu böyle bir devirde gösterdiği bu misilsiz feragat ve istiğna ve şaheser-i ismet ve istikamet dolayısıyla yine bir enmuzec-i kemal ve mihrab-ı fazilet olarak tanınmağa ve iktida edilmeğe şâyandır.” (Şualar:565)

“Bu hârika-i ilmiyenin eşi aslâmesbuk değildir. Hiç şübhe edilemez ki; Tercüman-ı Nur, bu haliyle baştan başa iffet-i mücesseme ve şecaat-ı hârika ve istiğna-yı mutlak teşkil eden hârikulâde metanet-i ahlâkiyesi ile bizzât bir mu’cize-i fıtrattır ve tecessüm etmiş bir inayettir ve bir mevhibe-i mutlakadır.” (Ş:670)

AÇ KALDIĞI ZAMANLARDA DAHİ, İSTİĞNA KAİDESİNİ BOZMAMIŞTIR.

 “Bediüzzaman, mukabelesiz hediye kabul etmemeyi düstur-u hayat  edindiği düşmanlarınca da tasdik edilerek, İslâmiyet düşmanlarının ehl-i ilme yaptığı ithamı, bu düsturuyla fiilen tekzib ve ilmin hiçbir şeye âlet olmadığını yine fiiliyatı ile isbat etmiştir. Ülema-i İslâmın şeref ve haysiyetini ve izzet-i İslâmiye ve izzet-i diniyeyi, en zalim ve hunhar hükümdarlar karşısında bile muhafaza ve müdafaa etmiştir. Aç kaldığı zamanlarda dahi, hayatı boyunca olan istiğna kaidesini bozmamış ve “İktisad ve kanaat iki büyük hazinedir, bunların bereketi bana kâfidir” diyerek halklardan istiğna etmiş ve etmektedir.” (T:697)

DÜSTUR-U HAYATIM OLAN İSTİĞNA KAİDESİ,  AHLÂKINA MUVAFIK GELMİŞ …

 “Bunun bu ahlâkı zâtında vardı. Yanıma geldiği vakit, benim bir düstur-u hayatım olan istiğna ve insanların hediyelerini almamak kaidesi, onun aslî ahlâkına muvafık gelmiş. Daha ziyade, insanların değil hediyesini kabul etmek, onlara ettiği iyiliklere mukabil dahi birşey kabul etmiyor. Hattâ yüz defa ben ısrar etmişim, benden fazla kalan bir şeyi kabul etmiyor.” (Barla:201)

İSTİĞNA MEKTUBUNU OKUDUM, YEMEĞİNİ YEDİM, ŞİDDETLİ TOKAT YEDİM !

 “Şu hastalığın sırrı, insanlardan istiğnaya dair sana yazdığım mektubun kerametidir. Çünki o mektubu bir gün iki-üç zâta,  onların hediyelerinin adem-i kabulüne medar olmak için okudum. Aynı günde o zâtın hanesine gittim. Az bir yemek getirdi, arkadaşlarımın hatırları için bir parça yedim. Hiç hatırıma gelmedi ki, o günde o hakikatlı mektubu o yemek sahibine okudum, şimdi muhalefet ediyorum. Yemekten sonra hatırıma geldi. Fakat hediye kabul edemiyorum, belki yemek yenilir tahmin ettim. Fakat *YEKÛLÛNE MÂ LÂ YEFA’LÛN* altına girdiğimden öyle bir şiddetli tokat yedim ki, bu dört senede böyle hastalık görmemiştim. Fakat Cenab-ı Hakk’a şükrettim ki, bir-iki senedir bazı emareler ve hâdiseler ile zannettiğim bir hakikat, bu tokat ile gayet kat’iyetle göründü.” (B:252)

 Paylaşan: Abdülkadir Haktanır