Bu Zamanda Büyük Bir Farz Olan İyiliği Emretmek Ve Kötülükten Menetmek Hasleti

Allahu Âzimüşşan Kur’ânı Keriminde âyet-i kerime ile biz mü’minlere; “Ey iman edenler, kendilerinizi ve âilelerinizi ateşten koruyun ki, onun yakıtı insanlar ve taşlardır.” (Tahrim 6)   Peygamberimiz A.S.M. de Hadisi Şerifinde:

”Ey Mü’minler! Yalvar yakar olmanıza rağmen, dualarınız kabul olmayacak durumlara düşmeden evvel İyiliği (Marufu) emir ve Kötülükten men’ediniz”. (Kütübü Sitte  cilt 2 sahife 381)

İşte bu kaynaklar bize egoistliği yasaklayıp,  kendi menfaatini düşünen bencil olmaktan kurtarmak için, en yakınımızdan başlamak sureti ile başkalarına da hayır ve iyiliği, emir ve tavsiye etmeyi  emrederek kötülükten günahlardan âhiret hayatımızda bize pahalıya patlayacak iş ve hareketlerden biz Müslümanları yasaklıyor.

Hiç yoktan yaratıp, bütün mahlukatın yaradılışlarının mükemmellik tepesine çıkaran insanları, bilhassa imanla müşerref kılan biz Müslümanları Rabbimiz çok sevip ve çok acıdığı için, geçici dünya hayatına aldanmamaya dikkat edip, ahiret hayatındaki tehlikelerden kendimizi ve yakınlarımızı korumak için, gaflete düşüp hakikati görmeme gibi tuzaklardan uzaklaştırmak amacıyla, Allah’u Azimüşşan Elçisi vasıtasıyla bizleri daha önceden Ayeti Kerimeler ile uyarıyor.      

Şimdi hısım akrabaya yardım etme derken, dünya hayatı ile ilgili yardımlar ile âhiretle ilgili yardımların farkını daha iyi anlamak maksadı ile bir iki misal vereyim; Bir defa düşünün! Siz fakir komşunun hasta olduğunu işittiğiniz zaman, hemen  onun ziyaretine gider, ziyaret vazifesini yaptıktan sonra kalkarken, arabaları olmadığı için, hastanın âilesine, böyle durulmaz, Ben arabayı getirinceye kadar hazırlayın doktora gidelim deyip, onlarda onu memnunlukla karşılayıp, adamı doktora götürür, orada muayene ettirdikten sonra, parasını ödeyerek ilaçlarını aldıktan sonra, adamın cebine de bir miktar para koyabilseniz, Müslümana yakışır bir vazife yaptığınız için ne  kadar sevinirsiniz değil mi?      

İkinci misâl: Sen evden sokağa çıktığın sırada, araba karşıdan son hızıyla gelirken, komşunun 2 yaşındaki çocuğu yolun tam ortasında olduğunu görsen, koşarak arabanın çocuğu ezmesinden kurtarmayı başarsan, çocuğu ölümden kurtardım düşüncesi ile ne kadar sevinirsin değil mi? Çünkü sen hayvan değil insansın ve Allah tarafından kalbine konulan o şefkat ve merhamet, bağlı olduğun din sayesinde meyvesini vermeye seni zorlandığı için, bil ki: Sen farklı birisisin. Böylece bencillikten kurtulup, Müslüman’a yakışır bir hal aldığın için, içinde bir sevinç bir mutluluk hissedersin değil mi?

Halbuki, görünüşte hastalıktan iyileşen komşun ve ecelden kurtulan küçük çocuk, bir saat, veya birkaç gün sonra, ölmeleri imkân dahilindedir. Şimdi dönelim Allah’ımızın ve Peygamberimizin (A.S.M.) emirlerine: Ayeti Kerime ve Hadisi Şerif, bizleri yalınız bu kısa hayatı kurtarmak gibi bir emre tabi tutmuyorlar. Belki içimize yerleştirilen o şefkatimizi, insanların yaradılış gayeleri olan öbür hayatı kaybetmemeleri için, onların yardımlarına koşmamızı emrediyor. Biz akraba ve çevremizdekilere karşı bu insani vazifeyi yaparken,  sonu olmayan bir hayatta, sonu olmayan bir azaptan onları kurtarmak için gayret etmemizi dinimiz bize emrediyor, neticesi yalınız bu kadarla da kalmıyor, onlara karşı iyiliği emir kötülükten men etme vazifesini yaparken, ebedi cenneti kazandırmak gibi kârlı bir neticeyi elde etmelerine sebep olabiliyoruz. İşte bu sebepten, Allahımız, (c.c.) ve Peygamberimiz (A.S.M.) bize ihmal etmeden onlara karşı vazife yapmamızı emrediyorlar.      

Şimdi! Böyle büyük bir vazifeyi yapmamak için, bu zamanda iç ve dış düşmanlar, türlü türlü hile ve desiseler ile bizleri engellemeye çalışıyorlar. Halbuki bu vazifeyi yapmakla mükellef olanlar, vazifeyi yapmamalarının neticesinde halkımızın ne hale düştüğünü görüyoruz. İşte bundan ötürüdür ki, yaşadığımız zaman, başka zamanlardan farklılık kazanarak, bu zamanda iyiliği emretmek, kötülükten men’etmek daha fazla ehemmiyet kazanmıştır. Şimdi öyle bir zamandayız ki, Mehmet Âkîf’in dediği gibi; “ Emr-i münkêr nehy-i Ma’ruf dır gezen meydanda bak”. Yani toprağı şehit kanıyla yoğrulan bu vatanın meydanlarında, Allah tarafından emredilip biz insanlar tarafından yapılması farz olan işler yasaklanıyor, yasak ve haram olan işler ise, bizlere yaptırılıyor.

İşte ortalık bu durumda iken, hem günahlardan korunmak için, hem de kendimizi yalnızlıktan kurtarmak için, kendimize hayat arkadaşı bulup bir hanımla evlenmeyi Allah bize helâl kılmış. Şimdi aldığımız bu hanımın namusuna biz sahip çıkmayacak mıyız? hayat arkadaşımız olan hanımımızın ahireti ile hiç ilgilenmeyecek miyiz. O zavallının küçük bir dünyevi hatasını affetmezken, Allah tarafından hanımımıza yapması emredilen ufak tefek  farzlardan ve yapmaması için kendisine yasaklanan günahlarından, biz erkeklerde mes’ul olacağımızı bilmeyelim mi? Bu hususta tatlı dil ile onu ikaz etmek, Allah tarafından bize borç olduğunu bilmeyelim mi? Biz bu vazifeyi güzel sözle tatlı dil ile yapıp onu ikna etsek, hem onu, hem de kendimizi Allaha karşı mes’uliyetten kurtaracağımızı unutmayalım!    Allah korusun bu görevi yapmazsak, bize ne kadar pahalıya patlayacağını hiç unutmayalım! Yani hem kendimizi, hemde zavallı hanımımızı ”yakıtı insan ve taş” olan  cehennem ateşinde yanmamıza, bizim lakaytlığımız ve ihmalkârlığımız sebep olacaktır. Bu kadarla bitmedi, dahası var!

Eğer Allah lutf edip bize herhangi evlat verse? Allahın o büyük hediyelerine karşı lakayt kalıp, âile büyükleri olan bizler, o biricik evlatlarımızı Allahın emirlerine göre yetiştirmezsek? Onların Cehennem ateşinde yanmaları için,  birer odun parçası olmalarına, başkası değil, yine bizim lakaytlığımız sebep olabileceğini bilmeyelim mi? Onları Allahın rızası dairesinde yetiştirmek lazım ve elzem olduğunu kafamızı çalıştırıp düşünmeyelim mi?

Allah’ımızdan ve Peygamberimiz Aleyhissatu vesselamdan biz âile reislerine emrolunan bu vazife, sözümüz geçen tüm erkek ve âiledeki hanım, kız kardeşlere ve kız evlatlara  karşı geçerlilik kapsamına dahil iken, hanımlar daha hassas ve yaradılışları itibariyle onlar aldanmaya daha müsait bir varlık oldukları için, onlara karşı vazifemizi ihmal etmemek bizim için daha mühimdir.         

Yaşadığımız zaman çok kötü olduğu için, altını çizerek diyorum ki, ister âile reisi, ister yanında işçi çalıştıran patron, isterse öğretim üyeleri, idarelerinde bulunan bayan ve kızların şeref ve haysiyetlerini korumak için sarf ettikleri gayretin karşılığını, Allah bol Rahmeti ile ödeyeceğinden hiç şüphe etmesinler. Çünkü, her ne kadar kadın ve erkek bir bütünün iki parçasıdır ama, kadınlarımız bu necip milletimizin yarısı olmasından öte, onlar bu milletin annesi iken, onların fıtratına ters çıkarılan kanunlardan ötürü, onlar istismara bu güne kadar uğradılar. (Yeni idare Ahlakımıza muvaffak işler yapacağına inanıyoruz) geçmiş idarelerde de müstesnâ kalanlar olsa bile, istisnalar kaide-i umumiyeyi bozmaz kaidesince, dişi kısmı günaha daha kolay aldanabilir bir varlık oldukları için, bayanların yaptıkları günah, yalınız kendilerine kalmıyor, erkeklerden de bir çoğunu  günaha  sokmaya onlar sebep olabiliyorlar.

Boşuna ithama lüzum yok, zaten erkeklerin yaradılışları bunu gerektiriyor ve hiçbir zaman erkekler kadınlar kadar oyuna gelip istismar edilmezler. Bu sebeptendir ki; hadisi şerifte buyrulmuş:  “Cehennem azabını hak eden kadına, Allah kuvvet verip, kendinden ma’da, daha dört erkeği de sürükleyerek cehenneme götürebilecek. Başta babasını, sonra beyini, sonra âğâbeyini, daha sonra, eğer Allah onlara ihsan edip verdi ise, büyük oğlunu da, sürükleyerek cehennem ateşine götürebilecektir.” Kısaca, “erkek gibi sözünde dur” sözünden bayanlar alınmasınlar. Şikâyet ve isyandan kurtulup hayatlarından memnun olmaları için,  Allah c.c. onları başka mahluk yaratmayıp insanlık mertebesine yükseldiklerini düşünseler yeter. Hatta annelik makamı ne kadar yüksek bir makam olduğunu bilseler, isyandan kurtulup  Allaha çok şükredecekler. Ah! Bu isyan ve istismar kapıları kapanabilse!..                                                    

Bununla beraber, asla inkâr edemiyoruz ki, bugün bizim ana düşmanlarımız her taraftan imanımıza saldırdıkları bir devirde yaşıyoruz. bu sebepten bu kötü devirde, bizler hiç çekinmeden sözümüz geçtiği kimselere iyiliği emretmeye, kötülükten menetmeğe çalışacağız. Bunun neticesinde, şehid dedenin torunlarından tek birinin kalbini, düşman fikirlerinden aldığı yaralardan kurtarsak, ne mutlu bize. İşte bir Müslüman, din kardeşinin imanının en büyük yarası olan, imanı şüphelerden kurtarabilmenin ehemmiyetini iyi anlamak için düşünürsek anlarız.

Bu çok mühim varlık olan insan, Allahın yoluna gelmesi için, sebep kim olursa olsun, biz onunla çok sevineceğiz ve ona taraftar olmamız lazım olduğunu bileceğiz. Müslümanlarla beraber olmak onları sevmek şöyle dursun, bu fitneli zamanda zındıkayı (ateistleri) defetmek için İsevilerin (Hıristiyanların) ruhanî kısmı ile bile birleşme zamanı olduğunu Peygamberimiz bize emrediyor. Görüştüğümüz kimse, günahkâr biri ise, bizim ona karşı vazifemiz, ona küsüp yanımızdan kovmak değil, belki kusurları için ona tövbeyi öğretip onu kazanmak için çabalamaktır. Bizden kaçıp yanımıza gelmeyenlerin yanlarına gideceğiz. Biz manen yara almış kardeşlerimize  karşı İlim ve hilım (yumuşaklık) prensiplerine dayanarak, kırıcı olmaktan uzak duracağız. Kusuru olmayan pek yok ama varsa da biz o kusursuzları değil, bizim gibi günahkâr ve suçlu kimselerle uğraşacağız. Biz “sahili selamet olan darüs-selama Ümmeti Muhammediyeyi (A.S.M.) çıkarmaya çalışan hademeler” olduğumuzdan ötürü, kardeşlerin nefislerini  kendi nefislerine tercih eden Sahabeler (r.a.) gibi olmalıyız.

Peki onlar Nasıl idiler?

Muhterem Elmalı Hamdi Yazırın tefsirinden naklen anlatayım: Bir gün Peygamberimiz A.S.M in yanına biri geldi ve “Ya resûlallah bana zaruret isabet etti” yani çok aç olduğunu bildirdi. Bunun üzere Aleyhissalatû vesselâm ilk önce kendi mübarek hanesinden sordu, yiyecek bir şey olmadığını öğrenince, sahabelere! Karnını doyurmak için bu misafire sahip çıkacak yok mu deyince: Ebu Talha “evet ben alırım Ya Resülallah” diyerek alıp evine götürünce, hanımına: “Resülullahın misafirine bir şeyler yedirmek için evde ne var” sordu? Oda Vallahi evde kızı doyuracak kadar yiyecekten başka yok deyince; Ebu Talha, hanımına: “Kızı uyutursun, mevcut yiyeceği Resulullahın misafirine yedirelim der” ve “kızı uyutmak için mumu söndürürler kendileri de yemeyip Resılullahın (A.S.M.) misafirine yedirirler”. Misafir de yiyip karnı doyduktan sonra,  Peygamberimiz (A.S.M.) ın yanına vararak, evine vardığım  adamdan Allah son derece memnun oldu. buyurur. (Buhari,Müslim,Tirmizi, Nesai ve daha başkaları) Sahabi Ebu Talha r.a. ın bu fedakârlığı yapınca: Allahu Teâla onların hakkında bu ayeti kerimeyi indirdi(1) ”Kendilerinde bir açlık, yani bir ihtiyaç olsa bile (onları) kendilerine tercih ederler” (Haşir Ayet 9). (1)(Buhârî,Tefsiru sureti 59/6, 44/2-4, Edahi, 61…).

Yine fedakârlıkla ilgili. Elmalı tefsirinde şöyle buyuruyor: Yermük savaşında şehitlerin arasında son nefesine gelmiş yaralıların, kendilerine verilen bir yudum suyu bile içmeyip, yanında inleyen arkadaşları arasında nasıl dolaştırdıklarını tarih bize bildiriyor. Yermuk Savaşı bitmiş. Ölenler ölmüş kalan yaralılar acılarından of of sesleri çıkarıp,  biraz su veren yok mu? derken, Sahabelerden r.a. biri su getiriyor ve suyu, su isteyen Sahabi ye r.a. tam vereceği sırada, öteden bir ses geliyor! Biraz su veren yok mu diye bağırıyor? Bu Sahabi r.a. su getirene, suyu ona götür diyor. Çünkü o benden daha zorda ve suyu getiren onun yanına tam vardığı zaman, bir başkasının su isteme sesi geliyor ve suyu ona uzatacağı sırada, bir dördüncüsünden ses geliyor: Yanıyorum azcık su yok mu? Sahabi r.a. koşarak onun yanına suyu götürünce, oradaki Sahabi r.a ruhunu Allah’ına teslim ederek şehit olmuş. Dönüyor üçüncüsüne, oda Şehit olmuş. Çabuk ikincisine gidiyor oda şehit olmuş. Bu sefer birincisine geliyor oda şehit olmuş ve Sahabi  r.a. kimseye içiremeden suyla geriye dönüyor.

Evet! Böyle fedakârlıkla temeli atılan bir dine intisap eden bizler dikkatli olmalıyız. hayatımızın günlerini öteki hayatı düşünerek geçirmeliyiz. her varlığımızdan bir şeyler ayırarak ahiret sandığına atmalıyız. Peygamberimiz (A.S.M.) bir Kurban bayramında, Kızı Fatımanın yanına uğramış ve “Evladım, Kurbanı kestiniz mi?” “Kestik babacığım” demiş. Peki “etleri ne yaptınız?” ”Çoğunu başkasına birazda kendimize bıraktık” demiş. “Peygamberimiz (A.S.M.) de yanlış konuştun evde bıraktıklarınız değil başkalarına verdikleriniz kendinizin öz be öz malınızdır demiş.”

İşte bizde zaruri ihtiyaçlarımızı gidereceğiz ama, harcarken iktisat edip ahiret sandığına atmak için biriktirmeye çalışacağız. Zengin isek başta malımızın zekâtını vereceyiz. Sorarsanız verilecek yerin en kıymetli yeri neresidir? Akrabalarımızdan muhtaç olanların dertlerini gidermeye çalışacağız, onda her ne dalda tahsil ederse etsin, dinine sahip çıkan talebeleri arayıp bulacağız. Memleketimizin kurtulması için dünya ve ahireti aydın genç yetiştireceğiz. Okuldaki öğrencilerin kafalarından materyalist düşünceyi silmeye çalışan yerlere sahip çıkacağız Hulasa insanların imansız ölmemeleri için elimizden geleni yapacağız.  Çünkü  bu alemde rahat edemedik, edemeyeceğiz ve burada rahat aramayınız. Çünkü burası imtihan yeridir. Müslüman için rahat yeri âhirettedir cennettedir. cennet ucuz değildir fiyat ister. Onun fiyatı da “Takva ve salih amel” dir .Yani Başta günahlardan kaçacağız, sonra  sevaplı işleri yapmaya çalışalım ve kazanalım ki  ebedi alemde rahat edelim…

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır