Büyük Günah İşleyen Dinden Çıkar mı?

İman, inanılması gereken esasları kalben tasdik edip dil ile ikrar etmektir. İmanın rükünlerini kalbiyle doğrulayan, diliyle de söyleyen bir insan hem Allah katında, hem de insanlar nazarında mü’mindir. Bu kimse büyük günahları işlese de dinden çıkmış olmaz, imansız sayılmaz. Büyük günahlardan birisini işleyen bir Müslüman, o günaha imansızlığı sebebiyle değil, nefsine mağlup olduğu, hissiyatının, duygularının sesine kulak verdiği için girmiştir.

Bir ayet-i kerimede, “Eğer siz yasak edildiğiniz günahların büyüklerinden sakınırsanız, Biz de diğer günahlarınızı örter, sizi iyi bir hale ve tavra sokarız” (Nisa Suresi, 31) buyurulur.

Böylece mü’minin sonsuz mutluluğu kazanabilmesi için, farzları yerine getirmesinin yanı sıra, büyük günahlardan da sakınması gerektiğine dikkat çekilir.

Cenab-ı Hakk’ın uzak durmamızı istediği büyük günahlar, gerek Kur’an-ı Kerim’de, gerekse hadislerde açıkça bildirilmiştir. Mesela, bir ayette büyük günahlara işaretle şöyle buyurulur:

Allah’ın halis kulları o kimselerdir ki; Allah ile beraber başka bir ilaha ibadet etmezler. Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zina da etmezler. Her kim bunları yaparsa günahının cezasını görür.” (Furkan Suresi, 68)

Helak edici yedi şey

Hz. Enes’in (r.a.) rivayet ettiği bir hadiste ise Peygamber Efendimiz (a.s.m.)  şöyle haber verir:

“Allah’a ortak koşmak, anne babaya eziyet etmek, adam öldürmek ve yalan söylemektir.” (Müslim, İman: 144)

Başka bir hadis-i şerifte yalan söylemek ve yalancı şahitliği yapmak da büyük günahların içinde sayılmıştır. (Müslim, İman: 143)

Ayrıca büyük günahlar içerisinde ayrı bir yeri olan ve Peygamber Efendimizin (a.s.m.) “mûbikat-ı seb’a”, yani “insanı manen helak eden yedi sebep” olarak isimlendirdiği günahlar vardır. Peygamber Efendimiz bir defasında “Helak edici yedi şeyden kaçının” buyurmuş ve bunları şöyle sıralamıştır:

Allah’a şirk koşmak, sihir yapmak, haksız yere adam öldürmek, yetim malı yemek, faiz yemek, düşmana hücum anında harpten kaçmak, namuslu ve kendi halindeki kadınlara zina iftirası atmaktır.” (Müslim, İman: 145)

Diğer taraftan, içki içmek, kumar oynamak ve dine zarar verecek bid’atlara taraftarlık da büyük günahlar içerisinde zikredilir. (Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lahikası, s. 179)

Günahlardan korunmak için “takva” kalesine sığının

Günah, Allah’a isyan anlamına gelir. Özellikle günahları çekinmeden işleyen, göz kırpmadan içine dalan bir insan, açıkça Allah’ın iradesine karşı geliyor, bir an için O’nun rububiyetini unutuyor demektir.

Bunun için böyle bir tehlikeye düşmemek için büyük günahlardan korunmasını bilmelidir. Bu da, ancak “menhiyattan (Allah’ın yasak ettiklerinden) ve günahlardan içtinap etmek (kaçınmak) ve amel-i salih (emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmak)” olan takva ile mümkündür.

Çünkü günahlardan korunmak için iltica edilecek, sığınılacak en sağlam kale takvadır. Bu kaleye sığınan kimse, az bir amelle ve işle çok sevap kazanabilir.

Şöyle ki; bir haramı terk etmek vaciptir. Bir vacibin ise birçok sünnete denk gelen sevabı vardır. Fitnenin, fesadın kol gezdiği böyle zamanlarda en önemli görev, her taraftan hücum eden günah seline karşı takvayı esas almak olmalıdır. (Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lahikası, s. 106)

Büyük günah işleyen dinden çıkmaz

Büyük günah işlemenin imanla olan ilişkisine gelince; iman, inanılması gereken esasları kalben tasdik edip dil ile ikrar etmektir. İmanın rükünlerini kalbiyle doğrulayan, diliyle de söyleyen bir insan hem Allah katında, hem de insanlar nazarında mü’mindir. Bu kimse büyük günahları işlese de dinden çıkmış olmaz, imansız sayılmaz.

Çünkü Ehl-i Sünnet âlimlerine göre amel, imandan bir parça değildir. Büyük günahlardan birisini işleyen bir Müslüman, o günaha imansızlığı sebebiyle değil, nefsine mağlup olduğu, hissiyatının, duygularının sesine kulak verdiği için girmiştir.

Şöyle ki: Cenab-ı Hakk’ın emirlerine itaat etmenin, yani ibadetleri yerine getirip, yasaklardan sakınmanın sevabı ve ücreti bu dünyada tam olarak verilmez. Çünkü bu dünya ücret ve mükâfat yeri değil, hizmet ve ibadet yeridir. Bu açıdan Cenab-ı Hak, ibadet ve şükrün gerçek mükâfatını sonsuz bir şekilde vermek üzere ahirete bırakmıştır.

Gafletin sebebi, günahın cezasının dünyada verilmemesi

Mükâfatlar ahirete bırakıldığı gibi, dünyada tevbe ile temizlenmeyen günahların cezaları da ertelenmiş, ahirete bırakılmış oluyor. Bundan dolayıdır ki, günah işlenir işlenmez azabın dünyada hemen verilmemesi, insanı gaflete düşürüyor. İnsan geleceği çok uzak gördüğü için nefsine uyarak günahı rahatlıkla işleyebiliyor. İnsanın bu halini Bediüzzaman Hazretleri özetle şöyle açıklar:

İnsan nefsi peşin lezzeti daha sonra tadacağı lezzete tercih edebiliyor. Aynı şekilde, şimdi yiyeceği bir tokattan, bir sene sonra çekeceği bir azaptan daha çok korkar. Hem insan, duygularına yenik düşünce aklın muhakemesini, ölçüp tartmasını dinlemez. Heveslerine ve vehimlerine kapılınca az ve önemsiz peşin olarak tadacağı bir lezzeti ileride alacağı çok büyük bir mükâfata tercih eder. Ve az bir hazır sıkıntıdan ileride verilecek büyük bir azaptan daha fazla çekinir.

Çünkü vehim, heves ve his ileriyi görmüyor. Belki inkâr ediyor. Nefis de yardım etse, imanın mahalli olan kalp ve akıl susarlar, mağlup olurlar. Şu halde; büyük günahları işlemek imansızlıktan gelmiyor. Belki his, heves ve vehmin akıl ve kalbe baskı yapmasından ileri gelir. (Bediüzzaman Said Nursî , Lem’alar, s. 70)

O halde, büyük günahlardan birisini işleyen bir mü’minin imandan çıkacağını söylemek mümkün değildir.

Büyük günah işleyen mü’minin ahiretteki durumu

Hadis-i şerifte de, büyük günahlardan birisini işleyen bir mü’minin kâfir olmayacağı, o günahının cezasını çektikten sonra cennete girebileceği açıkça görülüyor. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyuruyor:

“Bana Cebrail geldi ve ‘Ümmetinden her kim Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayarak ölürse cennete girecektir’ diye müjdeledi. Ben, ‘Zina etse de, hırsızlık yapsa da mı?’ dedim. ‘Evet, zina etse de, hırsızlık yapsa da’ buyurdu.” (Müslim, İman: 155)

Kâfir cennete giremez ve sonsuz olarak cehennemde kalır. Çünkü Cenab-ı Hak kâfire cennet nimetlerini haram kılmıştır. Hadiste, zina eden ve hırsızlık yapan birisinin cennete gidebileceği belirtilmekle onun kâfir olmayacağına işaret ediliyor.

Demek ki, Allah’a şirk koşmanın dışındaki büyük günahlardan birisini işleyen insan, günahının cezasını çektikten sonra cennete girecektir.

Ancak, günah işleyen kimsenin, işlediği günahın helal olduğunu savunmaması gerekir. Haram olduğu kesin delillerle belirlenmiş olan bir işin helal olduğuna inanan bir kimsenin iman dairesinden çıkacağı zaten kesindir. Mesela; faizin haram olmadığını veya bu zamanda haram olmayacağını iddia etmek gibi…

Her bir günah bir küfür tohumu taşır

Bununla birlikte, “Her bir günah içerisinde küfre gidecek bir yol olduğunu” (Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s. 7) da hatırdan çıkarmamak gerekir. Günahın içinde devamlı işlendiği takdirde küfür tohumu olduğunu söyleyen Bediüzzaman Hazretleri bu meseleyi şöyle izah eder:

Masiyetin (günahın) mahiyetinde, bilhassa devam ederse, küfür tohumu vardır. Çünkü o masiyete devam eden ülfet peyda eder (alışır), sonra ona âşık ve müptela olur. Terkine imkân bulamayacak dereceye gelir. Sonra o masiyetin ikaba mucib olmadığını (azabı gerektirmediğini) temenniye başlar. Bu hal böylece devam ettikçe, küfür tohumu yeşillenmeye başlar. En nihayet, gerek ikabı, gerek daru’l-ikabı (azabı veya cehennemi) inkâra sebep olur.” (Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nuriye, s. 115)

İnsan olarak günahlardan tamamen korunmamız mümkün değildir. Bunun için günah tehlikesi hepimiz için mevcut. Bu tehlikeyle karşı karşıya kalınca, ondan kurtulmak için -küçük olsun büyük olsun- işlediğimiz her günahın hemen ardından, Allah’a karşı mahcubiyet duyup pişman olmalı, tevbe ve istiğfarla tekrar Allah’a yönelmeli ve ondan bizi affetmesini dilemeliyiz.

Mehmed Paksu

MoralDunyasi.com

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: