Kategori arşivi: Seçtiklerimiz

Risale-i Nur Hizmetinde Yolsuz İşlerin Sebebi Nedir?

Risale-i Nur Hizmetinin neşrine mani olmak ve insanları ehl-i sünnetin kalesi olan ülkemizde itikadî ve amelî sapkınlığa sürüklemek isteyen beynelmilel cereyan çok çeşitli şekillerde bu amacına adım atmaktadır.

Bu yöntemlerin başında da insanları korkutmak gelmektedir. İnsanların çoğu ehl-i tahkik olmadığı için de kolayca tuzaklara düşebilmekteler. Korku yayarak insanların İslamiyet’ten, imandan uzaklaştırmak, itikadi ve ameli rehavete sürüklemek vatan ve millet üzerine belaların celbine sebeptir. İşin kötü tarafı musibet “geldiği vakit zalimlere mahsus kalmaz, masumlar ve mazlumlar da içinde yanar.”[1]

Müstakim manevi hizmetler bulunduğu coğrafyaların manevi sigortalarıdır. Bu sebeple manevi hizmetlerin ehemmiyeti çok büyüktür. Bunu maddi gözle anlamak pek mümkün olmaya bilir. Çünkü “Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir, göz ise maneviyatta kördür.”[2]

Risale-i Nur Hizmeti de bu ülkenin manevi sigortalarının ve manevi direklerinin başında gelmektedir. Tabiki hal böyle olunca bu hizmetimizin üzerine de her şekilde abanmak ve vahdet-i hizmeti bozmak, sebat ve metaneti tarumar etmek, hizmette ikilikler çıkmasına yollar açarak cemaatin maddi ve manevi kuvvetinin meşreplere inkısamıyla daha sühuletle tahribatlarını yapmaktalar. Ehl-i iman da saftirik davranışlarla ehl-i dalalete davetiye çıkartıyor.

Eskiden Nurlara karşı tehlike daha açıktı, mukabele kolaydı. Bugün ortada daha sinsi cereyan nifakla her yere sinip sirayet edebiliyor. Mezkûr desiselerle piyasada arz-ı endam ediyor. Hizmet zeminlerinde çeşitli mübarek ve sureten parlak kelamları kullanarak iman hizmetinin rotası ile oynanmak isteniyor. Meşveret, şura, istişare, adalet, hizmet gibi kavramlar en çok kullandıkları kalkan duvarlarıdır.

“Yolsuz işlerin, ancak âsâr-ı diniye mütalaasında hüsn-ü niyet taşımayarak, kendi kafalarına göre mana vermelerinden ileri geldiğini anladım.”[3]

Burası hakikaten çok mühim, yanlış işlerin, adımların, kararların başka bir sebebi bulunmamaktadır.

Hizmet zeminlerine halis niyetle girmeyen, Allah rızası için değil aldanmak ve aldatmak için giren naehiller az önceki kalkan duvarı kavramları safi niyetle hizmet zemininde bulunan manevi itaptan içtinap eden kimseler sözüm ona istişare, meşveret kararlarına ters hareket etmekten korkarak bir şekilde kendilerini okudukları hakikatlere taban tabana zıt bir yerde bulabilirler.

Safi niyetle, din ve iman için hizmet eden kimseleri de susturmak için hizmet prensipleri dersini veren yerleri de işkembelerinden Risale-i Nur mebhaslarını ve mektuplarını yorumlayarak kendilerine çürük deliller üretmektedirler. Kendilerine muhabbeti olanları da cerbezeler ve çeşitli martavallarla kandırmaya devam edeceklerdir. Bu ise, Risale-i Nur hizmetine karşı bir ihanettir.

Hizmeti ve Risale-i Nur’u şahsî, cemaatî, maddî, manevî, siyasî menfaatlere alet etmek, dünyevî makam ve mevki, imkân ve maddî destek gibi menfaatlere tabi yapmak, böylece Risale-i Nurun ve hizmetin kutsiyetini ve hakikatlerin tesirini kırmak, hizmetin zihinlerde Nurculuğun yanlış yorumlanmasına ve etkisinin azalmasına, zihinlerde hakikatten çok farklı yorumlanmasına sebep olmak bu komitenin icraatlarındandır. Dünya genelinde yaşanan musibetlerde manevi sigortaların zarar görme ihtimal-i kavidir.

Hizmette, istişareyi hâkim kılmadan, içeriden zaafları olan kişilerin insafına terk etmek, nurların tesirini kırmak, hizmetin gücünü değişik içtimaî, siyasî şer odaklarına bağlamak adeta arka bahçesi gibi olmak vebali daha da ağırlaştırmaktadır.

Üstad Bediüzzaman hazretlerinin ömrü boyunca çilelerle bir hayat geçirdiği sağır sultanın bile malumudur. Onun hayatında vermediği tavizleri bugün sözüm ona hizmet adına kurulan kurumlara destek bulabilmek için vermek adeta maddî menfaatlere esir olan bu güruhun “kaynaktan su içip helak olanlar[4] gibi bir akıbete düçar olacaklarını görmek için kâhin olmaya lüzum yoktur.

Risale-i Nur hizmetinin istikamet dersini veren, hizmette istikamet direkleri olan kimseleri gayr-ı müstakim, tekinsiz, itimat edilmez, fitneci kimseler olarak tasvip etmek, Nurun sesinin kısılmasına, hakikatin tesirinin azalmasına ve bela ve musibetlerin celbine sebeptir.

Zındıka komitesine alet olan müstameller “Hücumat-ı Sitte Risalesinde”[5] beyan ve izah edilen zaaflarına yenik düşerek indi ve şahsi yorumlar ve tevillerle insanları itikadi ve ameli hatalara sürüklemekteler.

Dün, Risale-i Nurların sadeleştirilme teşebbüsü ne kadar tehlikeli idiyse, bugün de densiz ve indi yorumlar/teviller, lahika mektuplarının okunmaması, eski Said Dönemi eserlerini okutmamakla, setretmekle, Üstadım Bediüzzaman hazretlerinin hayat safhalarını kısmen inkâr kısmen tevillerle bütün olarak ele alınmaması, eserlerin külliyat bütünlüğü inkâr edilmesi de bir o kadar tehlikedir. (Bu mevzudaki daha önceki yazılarımıza bakabilirsiniz)

Rabbim, hizmette azami istikametten, azami ihlastan, azami sadakatten hiçbir nur talebesini ayırmasın. Okunan hakikatleri kendi indi ve şahsi yorumlayanlara ve onların desiselerine karşı da azami müteyakkız eylesin inşaallah.

Selam ve dua ile

[1] Emirdağ Lahikası-1 (33)
[2] Mektubat (473)
[3]Emirdağ Lahikası-1 (236)
[4] Tâlût, Câlût’un (Golyat) ordusuyla savaşmak üzere yola çıkar; askerlerine Allah’ın kendilerini bir nehirle imtihan edeceğini söyler ve nehirden bir avuçtan fazla su içmemelerini ister. Ancak askerlerin çoğu nehrin suyundan bol miktarda içer ve Câlût’a karşı savaşma güçlerini yitirir. Tâlût’un uyarısını dikkate alanlar ise nehri geçip Câlût’un ordusuyla savaşır; Câlût’un karşısına çıkan Dâvûd isimli bir genç onu öldürür (el-Bakara 2/249-251). Kaynak: https://islamansiklopedisi.org.tr/talut
[5] Bu eser, Mektubat mecmuasının Yirmi Dokuzuncu Mektup, Altıncı Risale Olan Altıncı Kısmındadır. Bkz. Envar/ihlasNur N. Mektubat s. 412

Kaynak: Risale-i Nur Hizmetinde Yolsuz İşlerin Sebebi Nedir? – Muhammed Numan ÖZEL

Zaman İnsanı Zikzaklara Uğratırsa Ne Yapalım?

Zaman İnsanı Zikzaklara Uğratırsa Ne Yapalım?

Ahirzamanın bir diliminde olduğumuz muhakkaktır. Ahirzamanda Kur’an-ı Azimüşşan’ın manevi ve yüksek bir tefsiri olan Risale-i Nur külliyatı da manevi imdada gönderilmiş ve birçok insanın kalbî ve dimagî tesellikârı olmuştur.

Risale-i Nur hizmetinin saff-ı evvelini teşkil eden ilk halkası olan Nur talebeleri de, o dehşetli dönemdeki ceberut zihniyete, yıkım ve tahribatlara karşı izzet-i İslamiyyeyi muhafaza için yerinden, yurdundan fedakarlık yaptı lakin asla yılmadan ve çekinmeden bu tebliğ ve irşad vazifesini ve temsil sorumluluğunu ifa ve icra etmek gayretinde oldular. Yeri geldi ashab-ı Güzin gibi bilinmedik yerlere gittiler, gittikleri her yerde de esrar-ı Kur’aniyeyi tebliğ ve temsil etmeye gayret ettiler.

O maddi ve manevi ateşli zamanda yanan, kavuran alev ve ateşler içinde hem kendi hem de sair imanların kurtulmasına azami gayret sergilemiş ve hizmet icra etmişlerdir. Aksi taktirde bu hizmet-i Kur’aniye bugün böyle olmayabilirdi.

Bu asrın hak ve batıl karması olduğu bir zaman olduğu mukakkaktır. Dehşet dehşet içinde, zulmet zulmet içinde. Dünyanın cazibesi, nefislerdeki rehavet ve neticesinde yeknesaklık, sathilik ve ülfet, dünyevi ve afaki işlerin tazyiki, maddi ve siyasi alemlerin insanları ziyade meşgul etmesi ve özellikle sosyal medyanın yıkıcı, kavurucu, tahribi insanları maneviyata karşı kısmen rehavet, atalet ve lakaytlığa sevk etmiştir. Aslında bu bir süreçin neticesidir. Yani hayatta bunlar varsa neticesinin de bu olmaması imkânsızdır. Güneşte kalan elbiselerin solması, matlaşması nasıl ki kaçınılmazsa…

Madden ve manen yıpranan insanlarda bir süre sonra ülfet ve yeknesaklık neticesi olarak sıradanlaşma baş göstermektedir. Bir zamanların kırmızı çizgileri aşılmış ve sadece imrenilecek zamanlar olarak zihinde kalmış levhalar haline gelmiştir.

Mezkûr sebepler gibi müminlerde şuur ve dava temsiliyetinde de zikzaklara sebep olmaktadır.

Dava adamına mesuliyetlerini hatırlatmak, dimağları berraklaştırmak, kalbler üzerindeki rehavet ve ülfet gubarını silkelemek ve bir manada hizmet-i Kur’aniyede esasatla meşgul olmak kati ve zaruri bir hal almıştır. Aksi taktirde merkezden uzaklaştıkça geri dönülemez yollara girilecektir.

İman esasları bizleri iman sahilinde, lahikalar da hizmette istikamet sahilinde bizleri sabitleyecektir. Yoksa bir takım “yolsuz işlerin, ancak âsâr-ı diniye mütalaasında hüsn-ü niyet taşımayarak, kendi kafalarına göre mana vermelerinden…” [Emirdağ Lahikası-1 236] potansiyel olarak dava adamlarının içine kurtlar sokarar içten çökertmek de din düşmanlarının bir politikasıdır. Ve nurları kullanarak nurcuları ve insanları nurlardan uzaklaştırmaya çalışıyorlar.

Bu yazımızın bu manada nazarlara alınmasını niyaz ederim. Dikkat ve teemülle, im’an-ı nazar ile amele ve hayata tatbikatını Rahmet-i İlahiyye’den ümit ediyoruz.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

Kaynak: RisaleHaber

OTUR KİTABINI OKU DİYEN ŞEYTAN İĞVALARI 

OTUR KİTABINI OKU DİYEN ŞEYTAN İĞVALARI 

“Din dünyaya âlet olamaz. Ve din, vasıta-i cer ve maddî menfaatı kat’iyyen kabul edemez.”[1] 

Reylerimizle ve bilhassa fikirlerimizle bir siyasi partiyi veya ittifaka destek vermemiz vatandaşlık hakkıdır ve vazifesidir. Bazı kesimlerin oy kullanmak şirktir gibi sözlerinin de bir mahiyet-i harbiyesi bulunmamaktadır. Çünkü bi taraf olan ber taraf olur ve şıkk-ı muhalifi iltizama sebeptir. Bu başka bir yazı mevzuu olduğu için bilahare bunu da izah ederiz inşallah. 

Risale-i Nur okuyan kimseler olarak Kur’an-ı Hakimin derslerini hiçbir şeye alet edemeyiz ve zaten de o elmas hakikatler alet olmazlar. Çünkü, “İslâmiyet güneşi yerdeki ışıklara âlet ve tâbi olamaz. Ve âlet yapmak İslâmiyetin kıymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir.”[2]

 “İman hizmeti, iman hakaikı, bu kâinatta her şeyin fevkindedir; hiç bir şeye tâbi’ ve âlet olamaz. Fakat bu zamanda ehl-i gaflet ve dalalet ve dinini dünyaya satan ve bâki elmasları şişeye tebdil eden gafil insanlar nazarında o hizmet-i imaniyeyi hariçteki kuvvetli cereyanlara tâbi’ veya âlet telakki etmek ve yüksek kıymetlerini umumun nazarında tenzil etmek endişesiyle, Kur’an-ı Hakîm’in hizmeti bize kat’î bir surette siyaseti yasak etmiş.”[3] Yasak etmesi günlük siyaset cihetiyledir yoksa ülkenin ve milletin ve hatta ümmet-i Muhammed’in (asv) hukukunu alakadar edecek meseleler günlük ve bir cihette bizce men edilen siyaset değildir. Amme hukuku manasındadır. 

Yaklaşan süreçte tercihlerimiz de bu minval dairesindedir. Kur’an-ı Hakimin makbul bir hizbi olan Nur Talebelerinin seçim süreçlerinde ne açık ne gizli hiçbir partiyle pazarlıkları söz konusu değildir. Fakat nurları alet etmek isteyen mihraklar çeşitli algı oyunlarını her süreçte önümüze sermektedir. 

Nur Talebelerinin bir tercihte bulunması, yapılan her şeyi tasvip manasına gelmemektedir. Süreç içinde var olanlar içinde tercihtir. Müspet manada her türlü tenkid de yapılmaktadır, yıkıcı devrimci değil bilakis onarıcı ve yol gösterici olarak.  

Vazifedar olan veya etkisi yetkisi olanların boynuna bir vecibe de hiç şüphesiz ki,“Her dediğin doğru olmalı. Fakat her doğruyu demek doğru değildir.”[4] Buna ilm-i siyaset de denmektedir. Yani neyi nerede ne kadar diyeceğini bilme ilmi. 

Biz nur talebeleri bu süreçlerde daima Kur’an ve vatan ve İslâmiyet namına”[5] prensibini ihtiyar ve şiar ediniriz. Fakat nurları alet eden veya etmeye hevesli olan bazı dış mihrak kaynaklı ve menfatini ön planda tutan bazı aldanmış veya aldatılmış kimseler/gruplar menfaatleri nerede olursa orada saf tutacakları da aşikardır. 

Bizler “Risale-i Nur dünya işlerine âlet olamaz, dünya işlerinde siper edilmez. Çünki, ehemmiyetli bir ibadet-i tefekküriye olduğu cihetle, dünyevî maksadlar onunla kasden istenilmez. İstenilse ihlas kırılır, o ehemmiyetli ibadet şekli değişir.”[6] İkazını daima göz önünde ve kulaklarımızda yankılanan bir söz ve hakikat olarak görmekteyiz.

Biz Nur Talebelerine sürede siyasete hiç karışmayın, tarafsız olun, oturun kitabınızı okuyun karışmayın demeye kalkacak olanlara verilecek cevabımız belli. Okuduğumuz hakikatler maddi ve manevi sahada mesul ve mükellef olduğumuzu bize ders veriyor. Yani tatlı su Müslümanı olmayın diyor.

  Nur Talebelerinin, Diyanet, siyaset ve içtimai hayatta mükellef olduğu vazifelerinin olduğunu unutmamak gereklidir. Otur kitabını oku bir şeye karışma gibi lakırdılar, 15. Sözde de dediği gibi şeytanın iğvalarıdır, lafı güzafıdır. 

Selam ve dua ile 

Muhammed Numan ÖZEL 

[1]Kastamonu Lahikası ( 49 )

[2] Tarihçe-i Hayat ( 96 )

[3] Kastamonu Lahikası ( 137 )

[4] Mektubat ( 265 )

[5] Emirdağ Lahikası-2 ( 206 )

[6]Kastamonu Lahikası ( 262 )

 

Kaynak: Kastamonur

 

www.NurNet.org

Alakadarlık 

Alakadarlık 

 

İnsan fıtrat itibariyle a’dan z’ye her şeyle alakadardır. Gerek hayatında yer alsın gerekse almasın.. insan dimağının esaretinde hayatını idame ettirir. Bu esarette tercihleri insana ya  hüzün ya neşe getirir. Burada insana düşense, dimağına doğru şeyler yüklemelidir. Doğru şeyleri insan öğrenmesiyle bunun gerisinde kalan şeylerin yanlış olduğunun da farkında olmamız lazım. 

İnsan, efkar ve müyulatına yön çizmeyi tercihleriyle yapacaktır. İstidad ve kabiliyetlerini de insan israf etmemekle mükelleftir. İnsan için çok değerli olan ve belki de telafi edemeyeceği şeyler arasında his, heves ve meyiller de bulunmaktadır. Bu hususiyetin sadece insana mahsus olduğunun da insan farkında olduğu nisbette insanda teyakkuz hali olur. 

İslamiyet, insan fıtratına en uygun dindir. Çünkü İslamiyet insan hayatında boş bir nokta bırakmamıştır. Hayatın her safhasında kaidelerini ve hudutlarını çizerek damgasını vurmuştur. Fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçların dest be dest ittifakı islamiyetle mümkündür. Tüm insanların din ihtiyacı fıtri bir ihtiyaçtır. Ve İslamiyet insanın fitri

 ihtiyaçlarını reddetmemekle beraber bunlarda ki hudutları çizmektedir. 

İslamiyet, insanın his ve istidatlarına neşvünema sahası sağlamaktadır. Ne aklı ne hissi hiçbirini baskılamaz inkâr etmez. Binaenaleyh meşru olan hiçbir şeyin İslamiyetçe reddedilmesi düşünülemez. Meşru olan bu ihtiyaçların temini hususunda İslamiyet bu çabaları ibadet olarak kabul etmektedir. 

“Hem namaz kılanın diğer mubah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibadet hükmünü alır. Bu surette bütün sermaye-i ömrünü, âhirete mal edebilir. Fâni ömrünü, bir cihette ibka eder.”[1] 

İnsanın bu ihtiyaçlarını tatmini fıtri bir şey olduğu için asla reddedilemez ve durdurulamaz.  

Dünyada yaşanan hemen her hadisede  “..hem ruh, hem akıl, hem vicdan, hem insaniyetin mahiyetindeki latifeleri müteessir ve alâkadar olur..”[2]insanın.  

İnsanın bu hadiseleri doğru okuması da ancak ve ancak İslamiyetin vermiş olduğu iman nuru ve şuuru ile mümkündür.  

Fakat, bu şuur meselesi başka, yani sadece iman insana istenen mana da tam bir şuur vermiyor. İnsanın özel çabasına da büyük iş düşüyor. 

Selam ve dua ile 

Muhammed Numan ÖZEL   

  



[1]Sözler ( 21 )

[2]Hutbe-i Şamiye ( 78 ) 

Neşriyat Hizmetinin Önemi

Neşriyat Hizmetinin Önemi

 

Neşriyat sahasındaki hizmet gerçekten çok elzemdir. Çünkü görsel ve metinsel olarak yapılan neşriyat hizmetinin milyonlarca insana ulaşabilme imkanı hasıl olmaktadır. Ki bu neşriyat faaliyeti sadece belli bir zamana değil kuşaklar arası bile ulaşabilmektedir.

Bu ve daha fazlasının farkında olan üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin en büyük neşriyat hizmeti ise, ilk olarak 1926’da nefyedildiği Burdur’da “Nurun ilk Kapısı” eseriyle başlamış olup esas neşir ve te’lifat zamanı ise 1927’de bir bahar mevsiminde sürgün edildiği Barla’da başlamaktadır.

Risale-i Nur’un temel eserleri belki yüzde 80’lik bir kısmı, “kalabalık şehirlerden uzaklaştırıp, böyle ücra bir köye atılarak ruhunda mevcud hamiyet-i İslâmiyenin feveran etmesine mani’ olmak, onu konuşturmamak, söyletmemek, İslâmî, imanî eserler yazdırmamak, âtıl bir vaziyete düşürüp dinsizlerle mücahededen ve Kur’ana hizmetten men’etmek” [1]için sürgüne gönderildiği Barla’da olmuştur.[2]

Harf inkılâbı neticesi bir gecede bütün milletin cahil bırakıldığı ve Kur’ân harfleriyle matbaala

rda eski harflerimiz olan Osmanlıca olarak kitap bastırmanın yasak olduğu bu devirde, Said Nursi’nin elle yazılarak çoğaltılan risalelerinin toplam sayısı 600.000 oldu.

Bu, gerçekten muazzam bir neşir faaliyetiydi; “iman tekniğe meydan okudu”[3] Bu dönemde telif edilen Sözler, Mektubat, Lem’alar ve Şuâlar gibi 4 temel risaleler,[4] dinsizlik fikirleri karşısında Kur’ân’ın mucizevî bir tefsiri olarak zuhur etti. Ve Barla’dan nebean eden bu nurun aks-i sadası artık dünyada çınlamaktadır.

Barla, Kastamonu ve Emirdağ lahikaları adı altında yayınlanan, kendisine ve talebelerine ait mektuplar ise, bu eşsiz Kur’ân tefsirini tamamlayan ve Nur mesleğinin prensiplerini, usulünü yani metodolojisini ortaya koyan önemli neşriyat halkalarını teşkil etti. Yani teori ve pratik arasındaki ilişkileri ortaya koymaktadır.

“Matbuat [basın-yayın-medya] âlemi ile tezahüre başlamak, ders vermek zamanı gelmiştir[5] sözünü de bu yıllarda söylemişti Üstad. Ayrıca yine bu yıllarda hazırlanan Tarihçe-i Hayat’taki “İnşaallah, bir zaman gelecek, Risale-i Nur Külliyatı radyo diliyle muhtelif lisanlarda okunacak ve zemin yüzünü geniş bir dershane-i Nuriyeye çevirecektir” [6] ümit ve temennisi de dikkat çekici. Bunu ancak taassuptan uzak ve backraundu çok geniş olmasıyla o zamanlarda söyleyebilir.

-“Risale-i Nur, bu mübarek vatanın manevi bir halaskarı olmak cihetiyle, şimdi iki dehşetli manevi belayı def etmek için matbuat âlemiyle tezahüre başlamak, ders vermek zamanı geldi veya gelecek gibidir zannederim.

O dehşetli beladan birisi: Hıristiyan dinini mağlup eden ve anarşiliği yetiştiren şimalde ç

ıkan dehşetli dinsizlik cereyanı, bu vatanı manevi istilasına karşı Risalei’n-Nur, sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur’âni vazifesini görebilir ve âlem-i İslâmın bu mübarek vatanın ahalisine karşı pek şiddetli itiraz ve ithamlarını izale etmek için matbuat lisanıyla konuşmak lazım gelmiş diye kalbime ihtar edildi.

Ben dünyanın halini bilmiyorum. Fakat Avrupa’da istilakârâne hükmeden ve edyan-ı semaviyeye dayanmayan dehşetli cereyanın istilasına karşı Risale-i Nur hakikatleri bir kale olduğu gibi, alem-i İslamın ve Asya kıt’asının hal-i hazırdaki itiraz ve ithamını izale ve eskideki muhabbet ve uhuvvetini iade etmeye vesile olan bir mucize-i Kur’âniyedir. Bu memleketin vatanperver siyasileri çabuk aklını başına alıp Risale-i Nur’u tab ederek resmi neşretmeleri lâzımdır ki, bu iki belaya karşı siper olsun.

Acaba bu yirmi sene zarfında iman-ı tahkikiyi pek kuvvetli bir surette bu vatanda neşreden Risale-i Nur olmasaydı, bu dehşetli asırda, acip inkılap ve infilaklarda bu mübarek vatan, Kur’ân’ını, imanını dehşetli sadmelerden tam muhafaza edebilir miydi?[7]

-“Bu zamanda Nurlarla hizmet-i imaniye, her tarafta ilânatla ve muhtaç olanların nazar-ı dikkatlerini celb etmekle olur. İşte, hapsimizle, Nurlara nazar-ı dikkat celb olunur, bir ilânat hükmüne geçer. En ziyade muannid veya muhtaç olanlar onu bulur, imanını kurtarır ve inadı kırılır, tehlikeden kurtulur ve Nurun dershanesi genişlenir.[8]

-“Din nasihatten ibarettir. Nasihatte tesir lâzım. Tesir de hamiyet-i İslâmiyenin heyecanı ve vicdanların ihtisasına vabestedir. Biz de, cazibedar olan unvan-ı İttihad-ı Muhammedî ile herkesin vicdanına karşı bir pencere açıyoruz. Volkan gibi ceraid-i diniye ile nasayih-i diniyeyi, o mütehassis ve müteheyyiç vicdanlara yağdırmak istiyoruz. Bu teşebbüsata mâni olanlara deriz ki: Şems ve kamerin ziya ve nurundan tevellüt eden bazı mazarrat-ı cüz’iye için tulûlarına muhalefete kalkışan mecnunlar gibi, Şeriat-ı Gara ve ma’kesi olan İttihad-ı Muhammedî, bazı cüz’î ağrazların karışmasıyla tecellilerine mâni oluyorsunuz. Bir mazarrat-ı cüz’î için menfaat-i umumiye-i âlem ihmal olunmaz.[9]

-Risale-i Nur dairesine giriniz. Çünki bu asırda Risale-i Nur, bütün tehacümata karşı mağlub olmadı.[10]

-Bu memleketin vatanperver siyasîleri çabuk aklını başına alıp Risale-i Nur’u tab’ederek resmen neşretmeleri lâzımdır ki, bu iki belâya karşı siper olsun.

Acaba bu yirmi sene zarfında imân-ı tahkikîyi pek kuvvetli bir surette bu vatanda neşreden Risale-i Nur olmasaydı bu dehşetli asırda, acib inkılâp ve infilâklarda bu mübarek vatan, Kur’ân’ını ve imanını dehşetli sadmelerden tam muhafaza edebilir miydi?[11]

-Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri öyle müşkül ve ağır vaziyetler altında Risale-i Nur Külliyatını telif ediyor ki, tarihte hiçbir ilim adamının karşılaşmadığı zorluklara mâruz kalıyor. Fakat, sönmeyen bir azim, irade ve hizmet aşkına malik olduğu için, yılmadan, yıpranmadan, usanıp bıkmadan, bütün kuvvetini sarf ederek emsalsiz bir sabır ve tahammül ve feragat-ı nefis ile, bu millet ve memleketi komünizm ejderinden, mason âfâtından, dinsizlikten muhafaza edecek, eden ve etmekte olan ve âlem-i İslâmı ve beşeriyeti tenvir ve irşadda büyük bir rehber olan bu harikulâde Risale-i Nur eserlerini meydana getiriyor.[12]

-Risale-i Nur, bu Anadolu memleketine, belâların def’ine ehemmiyetli bir vesiledir. Sadaka nasıl belâyı def ediyor onun intişarı ve okunması küllî bir sadaka nev’inde semâvî ve arzî belâların def’ine çok emâreler ve çok hâdiselerle tebeyyün etmiş. Hattâ Kur’ân’ın işaretiyle tahakkuk etmiş.

Ve yazmasını ve intişarını men etmek zamanlarında dört defa zelzelelerin başlaması ve intişarıyla durmaları ve Anadolu’da ekser okunması İkinci Harb-i Umumînin Anadolu’ya girmemesine bir vesile olduğu Sûre-i Ve’l-Asr işaret ettiği, bu iki ay kuraklık zamanında mahkemenin Risale-i Nur’un beraatine ve vatana menfaatli olduğuna dair kararını Mahkeme-i Temyiz tasdik ederek tam bir serbestiyetle Risalei Nur’un intişar ve okunmasını beklerken, bütün bütün aksine olarak men edilmesi ve mahkemedeki risalelerin sahiplerine iade edilmemesi ve bizi de o cihetle konuşmaktan men etmeleri cihetiyle, belâların def’ine vesile olan bu küllî sadaka-i mâneviye karşı çıkamadı, günahımız neticesi kuraklık başladı.[13]

-Sizin bu defa neş’eli, güzel mektuplarınız, Risalei Nur’un serbestiyeti ve matbaa kapısıyla intişarı hakkında beni çok mesrur eyledi ve kahraman Tahirî’nin yine bu ehemmiyetli işte çalışması için buraya gelmesi, beni şiddetle dünyaya bakmaya sevk etti. Kalben dedim: Madem kardeşlerim bu derece istiyorlar, çaresini arayacağız.[14]

Netice-i Kelam: teknolojinin gelişmesiyle matbuat lisanı çeşitleri oldukça artmış ve ulaşılması kolay hale gelmiştir. Daha az gayretlerle çok daha fazla insana Risale-i Nur hakikatlerini ulaştırmak mümkün. Teknoloji kullanılarak matbuat lisanıyla ders vermek artık daha kolay. Çağa uygun her türlü imkânı kullanarak matbuat lisanıyla ders vermede Üstad Hazretleri ve Talebeleri bize en büyük örneği teşkil ediyor.

“Ulûm ve fünunun en parlağı olan belâgat ve cezalet, bütün envaıyla âhir zamanda en mergub bir suret alacaktır.” [15]işte bu hakikatin bir vechi de matbuat lisanıyla konuşmaktır.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

________________________________

[1] Tarihçe-i Hayat (152)
[2] Barla, ehl-i imanın manevî imdadına gönderilen Risale-i Nur Külliyatı’nın te’lif edilmeye başlandığı ilk merkezdir. Barla, Millet-i İslâmiyenin, hususan Anadolu halkının başına gelen dehşetli bir dalalet ve dinsizlik cereyanına karşı, Kur’andan gelen bir hidayet nurunun, bir saadet güneşinin tulû’ ettiği beldedir.

Barla, rahmet-i İlahiyenin ve ihsan-ı Rabbanînin ve lütf-u Yezdanînin bu mübarek Anadolu hakkında, bu kahraman İslâm Milletinin evlâdları ve Âlem-i İslâm hakkında, hayat ve mematlarının, ebedî saadetlerinin medarı olan eserlerin lemaan ettiği bahtiyar yerdir. Tarihçe-i Hayat s. 151

[3] Tarihçe-i Hayat (632)
[4] Bkz. Tarihçe-i Hayat s. 682
[5] Mektubat s. 482
[6] Tarihçe-i Hayat s. 163
[7] Mektubat s. 482
[8] Lem’alar s. 266
[9] Asar-ı Bediiyye / Makaleler, s. 540
[10] Tarihçe-i Hayat (482)
[11] Mektubat s. 482
[12] Tarihçe-i Hayat s. 161
[13] Emirdağ Lâhikası-l s. 33
[14] Emirdağ Lâhikası-l s. 82
[15] Sözler s. 264

Kaynak: RisaleHaber