Kategori arşivi: Seçtiklerimiz

Peygamberimiz’ in (a.s.m) Ramazan Hutbesi

Resûlullah, (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) bize bir Şaban ayının son günü bir hutbe irad buyurdu ve şöyle dedi:
“Ey Müslümanlar!
Büyük ve mübarek bir ayın gölgesi üzerinize düştü. Bu, içinde ‘bin aydan daha hayırlı’ olan Kadir Gecesi’nin bulunduğu bir aydır.
Bu ay, Allahû Teâlâ’nın, gündüzlerinde orucu farz; gecelerinde teravih namazını nafile olarak meşru kıldığı (mübarek) bir aydır.
Bu ayda kim bir hayır işlerse başka zamanlarda bir farzı yerine getiren kimse gibi sevap kazanır. Bir farzı eda eden de, başka aylarda yetmiş farzı yerine getiren gibi sevap kazanır.
Bu ay, sabır ayıdır. Sabrın karşılığı da Cennettir. Bu ay, ihsan, yardım ve eşitlik ayıdır. Bu ay, mü’minin rızkının arttığı bir aydır.
Kim bir oruçluyu iftar ettirirse bu, onun günahlarının bağışlanmasına ve cehennemden kurtulmasına sebeb olur. İftar ettirdiği Müslümanın aldığı sevaptan bir şey eksilmeksizin onun kazandığı kadar da sevap kazanır.”
 
“- Bizim hepimiz bir oruçluyu iftar ettirecek imkâna sahip değildir…” dediler. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem);
 

“Allahû Teâlâ bu sevabı bir oruçluya bir hurma veya bir yudum su ya da bir içim süt ile iftar ettirene de verir” buyurduktan sonra hutbesine şöyle devam etti:
 
“Bu ay evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennemden kurtuluş olan bir aydır. Kim (bu ayda) emri altındakilerin yükünü hafiletirse, Allah onu bağışlar ve cehennemden azâd eder.
Bu ayda dört şeyi çok yapınız. Bunların ikisi ile Rabbinizi hoşnud edersiniz; ikisinden de zaten uzak kalamazsınız. Rabbinizi hoşnud edecek iki işiniz; Lâ ilâhe illallah diyerek Allah’ın birliğine şehadet etmeniz ve bağışlanma dilemenizdir. Uzak kalamayacağınız öteki iki şeye gelince, onlar da Allah’tan Cenneti isteyip Cehennemden uzak kalmayı dilemenizdir.
Kim bir oruçluyu doyuracak olursa, Allah onu benim havuzumdan sulayacak, o da cennete girinceye kadar bir daha susuzluk çekmeyecektir.”

(İbn Huzeyme, Sahih III, 191-192, Thk. M.M. A’zamî, Beyrut 1975)

Ramazan’ın Ve Orucun Faydaları

Ramazan ayında oruç tutmak, farz kılınmış bir ibadettir. Bu ibadeti yerine getirmemizdeki tek maksat ise, elbette ki Rabbimizin rızasını kazanmaktır. Her ne kadar Allah emrettiği için oruç tutuyor olsak da, unutmamalıyız ki, her ibadette olduğu gibi oruç tutmanın da sağladığı dünyevi, uhrevi faydaları vardır.

Bu konuyu ‘Mektubat’ isimli eserinin 29.’uncu mektubunda ele alan Bediüzzaman Said Nursi, bir çok neticelerden ve faydalardan bahseder. Bu eserden yola çıkarak çalışmamızın neticesinde elde ettiğimiz faydaları kısaca şöyle sıralayabiliriz:

-Yeryüzünü bir sofra olarak yaratan Rabbimize, oruç tutarak kulluk vazifemizi yerine getiririz. Böylelikle yeryüzünün bizler için bir sofra olarak yaratıldığını daha iyi idrak ederiz.

-Verilen nimetlere şüphesiz bir şükür gerekir. İşte,tutulan oruçlar da bir şükür vesilesidir.

-Oruç, rızkımızı bize vereni hatırlatır.

-Aç ve susuz kalarak aslında ne kadar aciz olduğumuzun bilincine varırız.

-Allah’ı tanımak istemeyip adeta rububiyet taslayan nefsimize oruçla büyük bir darbe indirmiş oluruz.

-İnsan elinde bulundurduğu nimetlerin onun olmadığını, bunları kullanmakta hür olmadığını yemekten men edilince daha iyi anlar.

-Allah, zenginleri fakirlere yardım etmeye davet eder. Fakat zengin insanlar, fakir insanların hallerini yeterince idrak edemedikleri için oruç, onları anlamakta bir ‘köprü’ vazifesini görür ve sosyal dayanışmayı sağlamış olur.

-Oruç sebebiyle nefis terbiye edilmiş olur. Kendisinin hür olmadığını ve bir emir dahilinde idare edildiğini anlar.

-Kişi, güzel ahlak ile süslenir.

-Nefsin gururu ve kibri oruç tutarak kırılmış olur.

-Oruç tutmak sadece mideyi aç bırakarak yapılan bir ibadet değidir. Mide ile beraber göz, dil gibi diğer azalarımız da günahlardan uzak durmak suretiyle oruç tutar. Müslümanlar günahlara karşı daha dikkatli ve hassas bir hale gelirler.

-Bazı nefsani arzulardan uzak durarak kişi, sabretemeyi öğrenir.

-Oruç tutmak adeta manevi bir perhiz gibidir. Sağlık açısından tıbbi bir yardımdır.

-Ramazan ayında kişi, kendisini söz dinlemeye, emir altında yaşamaya alıştırır. Böylelikle dini yaşantısında bunun bir çok faydasını görür.

-Ramazan ayında işlenen sevaplar bire bin yazılır. Ramazan’ın Cuma günlerinde, özellikle de Kadir gecesinde bu sayı daha da yükselmektedir. Bu sebepten dolayı Ramazan, kârlı bir ticaret ayıdır. Bizlere kısa ömrümüzde, ebedi hayatı kazanma fırsatı verir.

Elbette ki Ramazan’ın ve bu ay içerisinde tutulması farz kılınmış olan orucun fayda ve neticelerini bir yazıya sığdırmak imkansızdır. Zaten saydığımız her madde başlıbaşına bir makale konusu niteliğindedir.

Bizim hedefimiz, içerisinde bulunduğumuz bu mübarek ayı ve inşaallah gelecek olan Ramazan aylarını olabildiğince bilinçli geçirebilmemizi sağlamaktı.

Bir nebze dahi olsa bunu başarabilmişsek ne mutlu bize…

Hüseyin Tuğrul
h.tugrul92@gmail.com
İ.D.T.T

www.NurNet.org

Hoşgeldin Ey Şehr-i Ramazan!

Ramazan Ayındaki Oruç Umumi Bir Şükrün Anahtarıdır

Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmaktadır:“Recep Allah’ın ayıdır. Şaban benim ayımdır. Ramazan ümmetimin ayıdır.

Recep ayı istiğfar ve tövbe ayıdır: Bu ayda mü’minler istiğfar ve tövbe ile kalp ve ruh temizliği yapar, şaban ayında Peygamber ve al-i beytine çokça salât getirilir. Ramazan ayı ise artık üç ayların sonu rahmet, mağfiret ve kurtuluş ayı olduğu için mümkün mertebede nefsin şerrinden uzak kalmak, elden geldiği kadar Kur’an’la ve istiğfarla ve salâvatla meşgul olmak, bu kıymettar zamanı ibadetle geçirmek en büyük kardır.

Ramazan-i şerif Kur’an ve oruç ayı olup, içerisinde Kadir gecesinin de olmasıyla izzet ve şerefi bir kat daha artan, Peygamberimiz (s.a.v.)’in “Ümmetimin ayıdır” diye buyurduğu, iyilik, tövbe ve sabır ayıdır.

“Ramazan-ı Şerifte her bir harfin on değil, bin; ve Âyetü’l-Kürsî gibi ayetlerin her bir harfi binler; ve Ramazan-ı Şerifin Cumalarında daha ziyadedir. Ve Leyle-i Kadirde otuz bin hasene sayılır.

Evet, herbir harfi otuz bin bâki meyveler veren Kur’ân-ı Hakîm, öyle bir nuranî şecere-i tûbâ hükmüne geçiyor ki, milyonlarla o bâki meyveleri Ramazan-ı Şerifte mü’minlere kazandırır.”(29.mek.7.nükte)

Bu aya Ramazan denmesinin sebebi, günahları yakıp erittiği içindir. (İ.Mansur)

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadırlar: “Ramazan geldiğinde Cennet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar da bağlanır. Allahü teâlânın, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hayaline bile gelmeyen nimet dolu sofrası, ancak oruçlular içindir.” Buyurmuştur. (Taberani)

Ramazan-ı şerifte iftarı erken yapmak, sahuru geç yapmak sünnettir. Resulüllah bu iki sünneti yapmaya çok önem verirdi.

Ramazan-ı şerifte, oruç tutmak çok sevaptır. Özürsüz oruç tutmamak büyük günahtır. Hadis-i şerifte şöyle buyurulur, “Özürsüz, ramazanda bir gün oruç tutmayan, bunun yerine bütün yıl boyu oruç tutsa, ramazandaki o bir günkü sevaba kavuşamaz” (Tirmizi)

Hastalık, yolculuk vs. gibi meşru bir mazeret varsa fıkıh kitaplarımızdan yararlanmak en doğrusudur.

Cenab-ı Allah (c.c.) Kur’an’ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “O ramazan ayı ki, insanlara doğru yolu gösteren, apaçık hidayet delillerini taşıyan ve hak ile batılın arasını ayıran Kur’ân, o ayda indirilmiştir.” (Bakara, 2:185.)

Ayet-i Kerimenin mealinde anlaşıldığı üzere Kur’an’ı Kerim ramazan ayı içerisinde indirilmiştir. İşte bu ve daha birçok hikmetlere binaen Cenab-ı Allah bu mübarek ramazan ayını rahmet ayı olarak hediye etmiştir.

Ramazan-i şerifin hikmeti Bediüzzaman şöyle açıklamaktadır:

Ramazan-ı Şerifteki savm, İslâmiyetin erkân-ı hamsesinin birincilerindendir. Hem şeâir-i İslâmiyenin âzamlarındandır.

İşte, Ramazan-ı Şerifteki orucun çok hikmetleri, hem Cenâb-ı Hakkın rububiyetine, hem insanın hayat-ı içtimaiyesine, hem hayat-ı şahsiyesine, hem nefsin terbiyesine, hem niam-ı İlâhiyenin şükrüne bakar hikmetleri var.

Cenâb-ı Hakkın rububiyeti noktasında orucun çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:

Cenâb-ı Hak, zemin yüzünü bir sofra-i nimet suretinde hâlk ettiği ve bütün envâ-ı nimeti o sofrada “umulmadık yerlerden” bir tarzda  o sofraya dizdiği cihetle, kemâl-i Rububiyetini ve Rahmâniyet ve Rahîmiyetini o vaziyetle ifade ediyor. İnsanlar, gaflet perdesi altında ve esbab dairesinde, o vaziyetin ifade ettiği hakikati tam göremiyor, bazen unutuyor.

Ramazan-ı Şerifte ise, ehl-i iman, birden muntazam bir ordu hükmüne geçer. Sultan-ı Ezelinin ziyafetine davet edilmiş bir surette, akşama yakın “Buyurunuz” emrini bekliyorlar gibi bir tavr-ı ubudiyetkârâne göstermeleri, o şefkatli ve haşmetli ve külliyetli Rahmâniyete karşı, vüs’atli ve azametli ve intizamlı bir ubudiyetle mukabele ediyorlar. Acaba böyle ulvî ubudiyete ve şeref-i keramete iştirak etmeyen insanlar, insan ismine lâyık mıdırlar? (29. Mek,1.nükte)

Ramazan ayındaki oruç İslamiyet’in beş şartından birincisi hem de en büyüğüdür. “Ramazan-ı Şerifin orucu, doğrudan doğruya nefsin mevhum rububiyetini kırmak ve aczini göstermekle ubudiyetini bildirmek”tir.

Cenab-ı Allah’ın rububiyet cihetiyle yani bütün varlıkları eksik bir hâlden mükemmel bir hâle doğru götürmesi, bu esnada her nevi ihtiyaçlarını vermesi ve onları emrine itaat ettirmesidir. Örneğin, oruçlunun gündüzün yemekten kendini menedilmesi, o nimet benim değildir. Bir emir altında olduğunu anlaması, Diğer cihette ise verilen nimetlerin şükrünü kulun ubudiyetle yani ibadetle mukabele etmesidir.

Cenab-ı Hak, hadsiz nimet çeşitlerini insanlar için yaratmış, o nimetlerin fiyatı olarak bizden de şükür istiyor, ona teşekkür etmek, nimetlerin doğrudan doğruya rahmetinden geldiğini bilmek ve o nimetlere kendi ihtiyacımızın olduğunu bilmektir. İşte oruç birçok cihetle şükrün anahtarı hükmünde olduğu bize gösterilmektedir.

Bediüzzaman, Ramazan ayındaki orucun umumi bir şükrün anahtarı olduğunu şöyle açıklar:

”İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, hakikî ve hâlis, azametli ve umumî bir şükrün anahtarıdır. Çünkü, sair vakitlerde mecburiyet tahtında olmayan insanların çoğu, hakikî açlık hissetmedikleri zaman, çok nimetlerin kıymetini derk edemiyor. Kuru bir parça ekmek, tok olan adamlara, hususan zengin olsa, ondaki derece-i nimet anlaşılmıyor. Hâlbuki iftar vaktinde, o kuru ekmek, bir mü’minin nazarında çok kıymettar bir nimet-i İlâhiye olduğuna kuvve-i zâikası şehadet eder. Padişahtan tâ en fukaraya kadar herkes, Ramazan-ı Şerifte o nimetlerin kıymetlerini anlamakla bir şükr-ü mânevîye mazhar olur.

Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle dua ederlerdi; “Ya Rabbi! Recep ve şaban aylarını bize mübarek kıl ve bizi ramazan ayına kavuştur.” Ramazanın başı Rahmet, ortası Mağfiret, sonu ise, Cehennem’den kurtuluştur. (İ.Ebiddünya)

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

www.NurNet.org

Ramazan’ı Anlamak

Kur’ân, gufran, şükran ayına, ayların sultanına can atan gönüllerin kavuşmasına az kaldı.

Yani “Ramazan’ın gölgesi üzerimize düştü.” Rahmet iklimine girmiş olduk.

“Kur’ân’ın indirildiği”, “bin aydan daha hayırlı” bir geceyi bağrında saklayan sayılı günlerin hülyası sardı âfâkımızı…

Kirlenen bedenlerimizin, bunalan ruhumuzun, tıkanan damarlarımızın, körelen sevgimizin, zayıflayan yardım duygularımızın yeniden canlanacağı bereketli günlerin üzerimize sükûnet ve sekînet bahşedeceği günler Ramazan günleri…

“Tervîha/Terâvîh” lerle ruhî seyirlerin, kalbî muhabbetlerin, ubudiyet moduna yükseldiği gecelerin, esrarlı yükselişlerinde mânevî hazlarla dolup taşan bir mevsimin adı Ramazan…

Muhabbetin, sohbetin, paylaşmanın, insanca anlaşmanın, itmi’nanın, idrakın, iz’ânın, sürûrun, sükûnun, dayanışmanın, huzurun taçlandığı, sulh ve barışın, rızaya varışın amaçlandığı, gönüllerin ılık meltemlerle ferahladığı müstesna günler Ramazan…

Ne mutlu Ramazan ve oruç bereketiyle arınanlara!

Ne mutlu seksen üç yıllık ömr-ü bâkîyi kazananlara!

Sahurlarda, iftarlarda, teravihlerde, bakışlarda, duruşlarda, okuyuşlarda, çıkılan sarp yokuşlarda yakalayabilmektir aslolan Ramazan ruhunu…

Mü’min ve muvahhit bir cemaât-ı İslâmiyenin yer küreden yükselen dua ve tazarrû âvazlarıyla semâdaki mele-i a’lâ sakinleriyle buluşmasıdır Ramazan…

Ahkâm-ı şer’iyyeye inkıyâdın aksiyona dönüşmesi, ef’âl-i sâliha ve a’mâl-i uhreviye ile bütünleşmesidir Ramazan…

Acz, fakr, tefekkür ve şefkat odaklı bir mevsimin, bir panayırın, bir serginin, bir fuarın mahsûlatının derlendiği demdir Ramazan…

Oruç şuurunun sevince dönüştüğünün kâinata îlânıdır…Tüm mevcûdat ve mahlûkatla tebrikleşmenin, helalleşmenin ve halleşmenin adresidir Ramazanlar…

Arz ve semânın Rabbine hamd, şükür ve senâsını kulun yüksek ciro ile arz etmesidir Ramazanın Rabbine…

Fıtratın, yaratılışın, cismânî sıhhatin, nefes alıp-vermenin, varlık âlemine çıkmanın, İslâm uhuvvetiyle beslenmenin, yoksulu gözetmenin gereği olarak eda edilen fıtır sadakasıyla, zekât ibadetiyle kalplerin yumuşadığı, gönüllerin alındığı, muhtaçların sevindirildiği mevsimdir Ramazan…

Aczini, açlığını, fakrını, fakirliğini bir bardak suda görmenin derinliği, İlâhî nimetin enginliğidir Ramazan…Oruçla günahlara set çeken sonsuz rahmetin deryasında katre olmak, cüziyyetiyle beraber kül olmaktır Ramazan…

İnsanlığın karamsarlıktan, inançsızlıktan, maddeci felsefeden, ataletten, miskinlikten, tenperverlikten, maddî/mânevî marazlardan silkinişinin, yeniden dirilişinin ve ihyasının sembolüdür Ramazan…

Hoş geldin, ey Nebevî nefesin ruhlarda izi, özü ve sözünün yankılandığı mü’mince duruşun, nurlu bakışın, takvaca akışın feyizli ve münbit ânı…

Selâm sana Rahmet ve gufrân ayı…

Selâm sana Kur’ân ve şükran ayı…

Selâm sâim ve kaim olanlara…

Selâm kullukta dâim olanlara…

Selâm gönül levhasında Ramazan’ı yaşatanlara…

Ramazanınız mübarek olsun.

İsmail Aksoy – Araştırmacı Yazar

www.NurNet.org 

Bir Büyük Adam Tanıyorum: O da Müfessir-i Kur’an Bediüzzaman

Bir büyük adam tanıyorum: Gerçekten büyük insan… Büyüklük mikyası bütün büyük ve ideal vasıfları ve bütün ulvî hasletleri şahsında cem’ etmiş.

Bir büyük adam tanıyorum: Kahramanlık onda bayraklaşmış…

Bir büyük adam tanıyorum: Asalet ve necabet onda sembolleşmiş…

Bir büyük adam tanıyorum: Şehamet ve besalet onda tecessüm ve temessül etmiş…

Bir büyük adam tanıyorum: İhlâs ve fazilet onda âbideleşmiş ve ebedîleşmiş…

Bir büyük adam tanıyorum: O da Bediüzzaman! Asr-ı Saadeti öz nefsinde yaşayan ve yaşatan kahraman!

Bir büyük adam tanıyorum: Kur’an’ın dellâlı ve insanlığın sertâcı, millet-i İslâmın şeref tacı, ulvî âlemlerin mübelliğ-i bülbülü…

Bir büyük adam tanıyorum: Mahzun ve me’yus başların ümidi, kırık ve yanık gönüllerin feryadı, zaiflerin kuvveti, âcizlerin kudret menbaı, düşkünlerin, şaşkınların hayat nuru… Ve en emin hayat rehberi…

Bir büyük adam tanıyorum: Mutlak kuvvete mutlak teslimiyetin ekmel ifadesi…

Bir büyük adam tanıyorum: Hakkın sevdalısı, Hakkın dertlisi, Hakkın çilelisi…

Bir büyük adam tanıyorum: Hakkın meclubu, Hakkın meftunu, Hakka aşık, Hakka sâdık, Hakkı nâtık…

Bir büyük adam tanıyorum: Tarifsiz ve emsalsiz bir ubudiyetin âmili ve tasvircisi…

Bir büyük adam tanıyorum: Hakkın sesi ve “mukaddes bir kudretin sayha-yı mevcudiyeti”…

Bir büyük adam tanıyorum: Sevdalı gönüllerin sevgilisi, fikirlerin fatihi, vicdanların hamisi, nefislerin musaffisi ve ruhların İlahî mürebbisi…

Bir büyük adam tanıyorum: En büyük sosyolog, en büyük psikolog, en büyük pedagog, gerçek filozof-u İslâm ve en büyük müceddit…

Bir büyük adam tanıyorum: Ebedî kurtuluşun fecr-i sadığı…

Bir büyük adam tanıyorum: İnsanlığın Risale-i Nur eserleriyle ukde-i hayatı ve nokta-i necatı…

Bir büyük adam tanıyorum: İmanlı gönüllerde par par yanan kudsî ateş, İlâhî irfan meşalesi…

Bir büyük adam tanıyorum: Mukaddes davaların hâdimi, asil sevdaların sahibi…

Bir büyük adam tanıyorum: İslâmın ve insanlığın büyük mukaddes ıstırabını bütün zerrat-ı vücuduyla duyan ve yaşayan ve Nur Risaleleriyle dindiren büyük velî, kâmil insan…

Bir büyük adam tanıyorum: Ömrünün her lahzası İlahî ve umumî hizmet-i Kur’an ve iman davasının ulvî aşk ve ızdırabıyla, himmet ve hizmetiyle dolu. Şahsı için tek dakikası dahi yok.

Bir büyük adam tanıyorum: Esrarengiz bir varlık. İşkencelerle ve çilelerle geçen Risale-i Nur’la giriştiği cihad-ı ekber-i İslâmiyesinde, balın tadı ve zehirin acısını şahsında duyan ve birleştiren… Kâh gül yaprakları gibi yumuşak… Kâh şimşekler gibi şiddetli… Kâh volkanlar gibi kaynayıp coşan… Kâh tatlı bahar rüzgarları gibi ılgıt ılgıt, nazlı niyazlı eserek gönülleri okşayıp, ruhları teshir eden… Kâh gökler gibi ağlayan… Kâh seller gibi çağlayan… Ummanlar gibi engin, sonsuzlar gibi esrarlı bambaşka bir âlem…

Bir büyük adam tanıyorum: Hakkın keskin kılıncı.

Bir büyük adam tanıyorum: Yenilmez kudret-i iman timsali…

Bir büyük adam tanıyorum: Kâmil, mükemmil…

Bir büyük adam tanıyorum: Nâfi, müntefi…

Bir büyük adam tanıyorum: Gıdası ve gınası marifetullah ve iman-ı billah… Muhabbetullah ve muhabbet-i Resulullah (a.s.m.)…

Bir büyük adam tanıyorum: Zulmün amansız düşmanı, Hakkın, adaletin yılmaz ve yenilmez ebedî müdafii…

Bir büyük adam tanıyorum: Gayesi, ilan-ı tevhid, i’la-yı kelimetullah, küfrü takbih, hakkı ilan ve i’la…

Bir büyük adam tanıyorum: İmanı Himalayalar’dan daha muhkem, okyanuslardan daha derin ve engin…

Bir büyük adam tanıyorum: Yegane kudret kaynağı; kudsî imanı, İlâhî ideali…

Bir büyük adam tanıyorum: En büyük serveti; küllî iradeye, sonsuz kudrete hudutsuz teslimiyeti…

Bir büyük adam tanıyorum: İslâm ruhunun, iman şuurunun mücessem timsali…

Bir büyük adam tanıyorum: Mana ve marifet ikliminin sultanlığına yükselmiş, Kur’an’ın dersi ve feyziyle, Resulullah’ın talimiyle…

Bir büyük adam tanıyorum: Nur Risaleleriyle dava ve ideal adamı, mücahede ve mücadele adamı… Azm ve irade adamı… Hamiyet ve gayret adamı… Dert ve ıstırap adamı… Cefa adamı, çile adamı… Dert ve ızdıraplara deva ve derman adamı… Cefa ve çileleri yok etme adamı… Ümitsizlere ümit kaynağı…

Bir büyük adam tanıyorum: Zulmetleri yıkan, küfrü kahreden, İlâhî hakaikı neşreden, İlahî yumruk ve ruhları ihya eden kudsî nefes…

Bir büyük adam tanıyorum: Onda Hazret-i Ebubekir’in (r.a.) sıdkı, Hazret-i Ömer’in (r.a.) şehameti, Hazret-i Ali’nin (r.a.) cesareti, Hazret-i Osman’ın (r.a.) şefkati ve ihlâsı ile Hazret-i Ebuzer el-Gıfari’nin (r.a.) kanaatkârlığı var.

Bir büyük adam tanıyorum: Onda Hira’nın ruhu, Bedir’in, Uhud’un aşkı, kıtalar, iklimler fetheden muhteşem, kahraman orduların asil heyecanı var.

Bir büyük adam tanıyorum: İman kalesinin çelik burcu…

Bir büyük adam tanıyorum: Âbid, zâhid, muvahhid ve mücahid bir müslüman…

Bir büyük adam tanıyorum: Eşsiz bir ibadet aşığı, tam bir abdiyet ifadesi, “ubudiyet-i külliye” manasının en mükemmel numunesi, abd-i küllî…

Bir büyük adam tanıyorum: Sırr-ı hilkat-i kainatın keşşafı olan Nur Risalelerinin müellifi…

Bir büyük adam tanıyorum: Yepyeni bir dünyanın mimar ve müessisi, cemiyeti ve tekmil insanlığı iman potasında aşk ve ihlâs mayasıyla yoğuracak emsalsiz mücahit.

Bir büyük adam tanıyorum: İdeal rehber ve mahzen-i esrar… Eşsiz mürşit…

Bir büyük adam tanıyorum: Tefsir-i Kur’an olan şu Risaleleriyle kudsî âlemlerin nurlu ufuklarından, muzdarip ve şaşkın beşeriyete kucak kucak nur saçan, irfan saçan, insanlığa insanlık öğreten, ona İlâhî âlemlerin vecd, aşk, ilham ve heyecanını sunan, ebedî kurtuluşu ve sonsuz saadeti müjdeleyen büyük idealist.

Bir büyük adam tanıyorum: Garip… İlahî garipliğin asil mümessili… İsmi garip, cismi garip, özü garip, sözü garip… Bediüzzaman… Zamanın garibi… Zamanın âlimi… Zamanın bediası… Zamanın harikası…

Bir büyük adam tanıyorum: Varlığımın mihrakı. İlhamıyla dirildiğim, varlığıyla hayat bulduğum, sözleriyle özlendiğim, Nur’larıyla nurlandığım, ismini başıma tac, eserlerini minhac ve canıma can edindiğim bir insan… Büyük ve eşsiz Üstad Bediüzzaman! Ukde-i hayatım, nokta-i necâtım, gönlümün bağı, yüreğimin yağı, halaskârım, nihenbanım, sultanım… Aziz, necip, sevgili Üstadım!

Üstadımın himmetine, Nurcuların duasına muhtaç, pürkusur

Nazım Gökçek (r. aleyh)