Kategori arşivi: Kişisel Gelişim

Zaman İnsanı Zikzaklara Uğratırsa Ne Yapalım?

Zaman İnsanı Zikzaklara Uğratırsa Ne Yapalım?

Ahirzamanın bir diliminde olduğumuz muhakkaktır. Ahirzamanda Kur’an-ı Azimüşşan’ın manevi ve yüksek bir tefsiri olan Risale-i Nur külliyatı da manevi imdada gönderilmiş ve birçok insanın kalbî ve dimagî tesellikârı olmuştur.

Risale-i Nur hizmetinin saff-ı evvelini teşkil eden ilk halkası olan Nur talebeleri de, o dehşetli dönemdeki ceberut zihniyete, yıkım ve tahribatlara karşı izzet-i İslamiyyeyi muhafaza için yerinden, yurdundan fedakarlık yaptı lakin asla yılmadan ve çekinmeden bu tebliğ ve irşad vazifesini ve temsil sorumluluğunu ifa ve icra etmek gayretinde oldular. Yeri geldi ashab-ı Güzin gibi bilinmedik yerlere gittiler, gittikleri her yerde de esrar-ı Kur’aniyeyi tebliğ ve temsil etmeye gayret ettiler.

O maddi ve manevi ateşli zamanda yanan, kavuran alev ve ateşler içinde hem kendi hem de sair imanların kurtulmasına azami gayret sergilemiş ve hizmet icra etmişlerdir. Aksi taktirde bu hizmet-i Kur’aniye bugün böyle olmayabilirdi.

Bu asrın hak ve batıl karması olduğu bir zaman olduğu mukakkaktır. Dehşet dehşet içinde, zulmet zulmet içinde. Dünyanın cazibesi, nefislerdeki rehavet ve neticesinde yeknesaklık, sathilik ve ülfet, dünyevi ve afaki işlerin tazyiki, maddi ve siyasi alemlerin insanları ziyade meşgul etmesi ve özellikle sosyal medyanın yıkıcı, kavurucu, tahribi insanları maneviyata karşı kısmen rehavet, atalet ve lakaytlığa sevk etmiştir. Aslında bu bir süreçin neticesidir. Yani hayatta bunlar varsa neticesinin de bu olmaması imkânsızdır. Güneşte kalan elbiselerin solması, matlaşması nasıl ki kaçınılmazsa…

Madden ve manen yıpranan insanlarda bir süre sonra ülfet ve yeknesaklık neticesi olarak sıradanlaşma baş göstermektedir. Bir zamanların kırmızı çizgileri aşılmış ve sadece imrenilecek zamanlar olarak zihinde kalmış levhalar haline gelmiştir.

Mezkûr sebepler gibi müminlerde şuur ve dava temsiliyetinde de zikzaklara sebep olmaktadır.

Dava adamına mesuliyetlerini hatırlatmak, dimağları berraklaştırmak, kalbler üzerindeki rehavet ve ülfet gubarını silkelemek ve bir manada hizmet-i Kur’aniyede esasatla meşgul olmak kati ve zaruri bir hal almıştır. Aksi taktirde merkezden uzaklaştıkça geri dönülemez yollara girilecektir.

İman esasları bizleri iman sahilinde, lahikalar da hizmette istikamet sahilinde bizleri sabitleyecektir. Yoksa bir takım “yolsuz işlerin, ancak âsâr-ı diniye mütalaasında hüsn-ü niyet taşımayarak, kendi kafalarına göre mana vermelerinden…” [Emirdağ Lahikası-1 236] potansiyel olarak dava adamlarının içine kurtlar sokarar içten çökertmek de din düşmanlarının bir politikasıdır. Ve nurları kullanarak nurcuları ve insanları nurlardan uzaklaştırmaya çalışıyorlar.

Bu yazımızın bu manada nazarlara alınmasını niyaz ederim. Dikkat ve teemülle, im’an-ı nazar ile amele ve hayata tatbikatını Rahmet-i İlahiyye’den ümit ediyoruz.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

Kaynak: RisaleHaber

Çoğu Az Olana Feda Etmemek Lazım

Çoğu Az Olana Feda Etmemek Lazım

  • “Risale-i Nur başta otuz üç adet Sözler’dir ve Sözler namıyla yâd edilir. Fakat Otuz Üçüncü Söz müstakil değil, belki otuz üç adet Mektubat’tan ibarettir ve Mektubat namıyla zikredilir. Sonra Otuz Birinci Mektup dahi müstakil değil, belki otuz bir adet Lem’alardan mürekkeptir ve Lem’alar adı ile müştehirdir. Sonra Otuz Birinci Lem’a dahi müstakil olmamış, o da inşâallah otuz bir adet Şualardan mürekkep olacak.”[1]
  • “iman yalnız ilim ile değil.. imanda çok letaifin hisseleri var.”[2]
  • “Milletin her tabakası; muvafıkı ve muhalifi, memuru ve âmisinin o hakikatlarda hisseleri var ve onlara muhtaçtırlar.”[3]
  • “Risale-i Nur, sair kitaplara muhalif olarak başta perdeli gidiyor; gittikçe inkişaf eder.”[4]

Risale-i Nur Külliyatı, Furkan-ı Hakim’in yüzde 10 olan muamelat kısmına değil; yüzde 90 olan “Tevhid, Nübüvvet, Haşir, Adalet ile İbadet[5]meseleleri üzerinde durmaktadır esasen. “Vazifemiz ise, istihrac-ı esrar olduğundan, mevcut mesaili nakil değildir.”[6] Bu sebepler neticesinde ilmihal ve fıkıh gibi mesaille değil temel meselelerle ders vererek iman hakikatlerinin ruh, kalp ve akıl gibi bir insanın bütün varlığına sirayet etmesi ve muhkemleşmesini sağlamaktadır.

Tabikî Risale-i Nur gibi ulum-u a’liye sınıfından olan bir eseri alelade bir eser gibi bir çırpıda okuyup anlamak mevzubahis değildir ve olamazda.

Ciddi hakaikle meşguliyet de kalp, ruh ve hissiyatla müteveccih olmakla mümkünüdür. Biri eksik olursa netice de çokta istenen gibi olmamakta. Okurken, kesretten sıyrılmak ve mücerret hakikate teveccühün elzemiyeti aşikardır.

Okurken,

  • Bedeni sıhhat bir gerekliliktir. Bir uzvumuz arızalıyken akıl ve kalbimiz o uzvumuzla meşgul olacaktır.
  • Hissi olarak teveccühün şartıysa hakikatlere taaşşuk derecesinde alakadar olmaktır.
  • Aklen istifade edebilmekse, neticeleri ispatlanmış olan metotlarla okumalar ve istifade için çaba sarf etmekle mümkündür.

Burada Zübeyir Gündüzalp Ağabeye sözü havale etmek istiyorum:

“Nefsin desiselerini açıklayan eserleri sık sık kendinize hitap ederek okumak bu hastalığın yegâne deva ve dermanıdır. Başkalarını ıslah için evvelâ kendimizi ıslah etmek icap eder.”[7]

“En mühim iki şey:

  • Okumak;
  • Uhuvvet ve ihlâs, yani samimiyet dairesinde hizmet.
  • İstidatları inkişaf ettirmek için çok okumak.
  • Daima okumak.
  • Dem ve damarlarımıza karışacak derecede okumak.
  • Az da olsa devamlı okumak.
  • Okumak, yazmak, dinlemek, susmak. Satır satır, kelime kelime okumak.
  • “Hizmet, hizmet” derken şahsî dersini unutanın, hizmeti muvakkat olur.
  • Şimdi oku, kabirde okuyamazsın.
  • Hususî okumanı terk etme.
  • Büyük zatların sözünde bazen yetmiş mana bulunur.
  • Her şey, her mesele okumakla halledilir. Zira eserlerde hepsi var. Fakat insan görmüyor.”[8]
  • Oku, oku, her gün oku. Okudukça oku ki, ruhun nur-u İlâhî ile parlasın. Kalbin nur-u Kur’an’la temizlensin. Aklın nur-u İslâmla işlesin ve yükselsin.

“Herkesin mutlaka bir gaye-i hayatı, bir gaye-i hayali ve karakteristik davranışları vardır. Gayesini tahakkuk ettirebilmesi ve hayallerini istikametli şekilde gerçekleştirebilmesi, davranışlarını kontrol altında tutmasına ve hedeflerinden ayrılmamasına bağlıdır. Bir insan, dâhi olsa veya çok güçlü bir insan bile olsa, tek başına sınırlı işler yapabilir.”[9]

“Okumak, okumak, okumak, yine okumak…

Okumaktan yorulunca ne okuduğunu okumak veya kitâb-ı kebîr-i kâinatı okumak…”[10]

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Şualar (730)
[2] Sözler (764)
[3] Şualar (362)
[4] Şualar (60)
[5] İşarat-ül İ’caz (12)
[6] Barla Lahikası (347)
[7] Bir Dava Adamından Notlar (23)
[8] Bir Dava Adamından Notlar (43)
[9] Bir Dava Adamından Notlar (3)
[10] Bir Dava Adamından Notlar (47)

Kaynak: RisaleHaber

Hafakanlar

Hafakanlar[1]

 

“Şu zamanda, Kur’anın nuruyla gördüm ki, o yol bir bataklığa girdi. Mülevves ve ufûnetli bir çamur içinde kafile-i beşer düşe kalka gidiyor.

Bir kısmı, selâmetli bir yolda gider.

Bir kısmı, mümkün olduğu kadar çamurdan, bataklıktan kurtulmak için bazı vasıtaları bulmuş.

Bir kısm-ı ekseri o ufûnetli, pis, çamurlu bataklık içinde karanlıkta gidiyor.

Yüzde yirmisi sarhoşluk sebebiyle, o pis çamuru misk ü anber zannederek yüzüne gözüne bulaştırıyor.. düşerek kalkarak gider, tâ boğulur. Yüzde sekseni ise, bataklığı anlar, ufûnetli, pis olduğunu hisseder.. fakat mütehayyirdirler, selâmetli yolu göremiyorlar.”[2]

 

Kaht u rical zamanı olan helaket ve felâket asrında yaşamaktayız. Yani öyle bir zamandayız ki, dünya nüfusu artıyor ama insanlık erimekte değerlerinden vaz geçerek yozlaşmakta, insan sayısı artmasına rağmen. İnsanlığı adeta bir sarmala alan ve kapana kıstıran saran ve sardıran maddi manevî tahribatlar, komiteler ve onları kullandığı materyallerle yıkımı, ümitsizliği intaç edip ayyuka çıkartıyor. Bu maddi ve manevi tahribata karşı ilk ve en birinci şey tahribatı tamir için kolları sıvamaktır. Belki bu yazıyı okuyana dek bunun farkıda olmamış olabilirsiniz; ama artık bu yazıyı bir milad yapıp bana da dua ederek aşk u şevkle vira bismillah diyelim.

Hayatın ağırlığını insan hissedince önceden kendini dünya şampiyonu zannederken artık bir tüy sıklet olduğunun farkına varmaya başlar ve neticesinde büyük bir karamsarlık, çöküş ve inkisar-ı hayalle burun buruna kalmaktadır. Adeta adem alemleri insanın üzerine abanmış ve insan nihayetsiz vuhuşa, kimsesizliğe ve yalnızlığa düşmüş gibi hissetmektedir artık. Bir nevi karabasanlar, hafakanlar insanın kalb ve dimağına çöreklenmiştir.

İnsanlığın yozlaşması sebebiyle seküler bir anlayış insanın hafakanlarını çağırmaya devam etmekte. Ne din ne millet ne örf ne anane kabul etmediği için. Bu durum ister istemez insanlık için cinnet havası estirmektedir. Çünkü insanın alemi dünyaya dönerse kalb ve dimağı da dumura uğrar.[3] Bulduğu/bulunduğu çamur batak içinde sürüklenmekte. Halbuki bu batak deniz suyu gibi içtikçe içiren ama ihtiyacını gidermeyen bir batak. Debelendikçe batıran..

Bataktan kurtulmaksa ancak Kur’an ve sünnet dairesinde hareket etmekle mümkün olabilmektedir. Çünkü bu daire insana önce doğruları öğretir. İnsan doğrularla kendini mücehhez edip donatırsa bunun dışında kalanlar zaten batıl olacaktır. Ama bu dairenin haricinde insan deneme yanılma usulüyle hareket ettiği için önüne gelen her şeyi tecrübe edip deneyerek doğru veya yanlış diyecektir. Tabi bu ayırma işi çok mu çok meşakkatli olacak çünkü ne doğru ne yanlış bunu ayırt edecek bir mikyası ölçüsü bulunmamaktadır insanın elinde. Doğru da karar verse elinde bir sabite olmadığı için gene de şüpheli olacaktır.

İnsan yanlış bir yerde kendini bulmuşsa onu benimser doğru da bulmuşsa onu da.. fakat yanlışın doğruluğuna kendini o kadar inandırmıştır ki artık bu yanlışlar onun için doğru ve hayatın bizzat kendisi olduğunu düşünmektedir. Yanlışlar hayat sabitesi olmuştur. Aksi mana da da doğrular..

Bu sabiteler şayet yanlışsa insanın da eğer ömrü kifayet ederse bu yanlışları görecektir; ama kafasını çok çarptığı için ya kendine gelemeyecek bulunduğu çamuru misk u amber zannedip devam edecektir veya bir çok pişmanlıkla kendini huzur-u ilahiyeye verecektir.

Doğru sabiteleri olanlarsa, nefs-i emare taşıdığı, hayatın getirdiği şeyler sebebiyle, gaflet ve dalalete her an düşmekle karşı karşıya olacaktır.

Unurulmamalıdır ki, dünya hafakanlardan kurtulmak söz konusu değildir. Çünkü burası dünya hayatı. Ebedi alemde Cennete gidenler ancak hafakansız bir hayat geçirecektir.

“Mevlâ, bizleri de o bahtiyarlar zümresine ilhak eylesin, âmîn.”[4]

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

Kaynak: RisaleHaber

[1] Hafakan: yürek çarpıntısı, çarpıntı, sıkıntı, boğuntu, buhran.

[2] Mektubat ( 48 )

[3] Bkz. Kastamonu L. 265

[4] Tarihçe-i Hayat ( 11 )

 

Aklın Nur ve Zulmete Açılan Kapısı

Aklın Nur ve Zulmete Açılan Kapısı

İslamiyet, ezelden ebede kadar gelmiş ve gelecek olan meselelere ışık tutup insanlığın karanlığını nurlandırmaktadır. İnsanlık serüveninde insanın nereden geldiği burada neler yaptığı ve nereye gideceği gibi soruları her zaman güncelliğini korumuştur. 

Nübüvvet silsilesi ve takipçileri bu sorulara akıl ve vahy çerçevesinde cevaplar vererek insanların dimağına nurlu tohumları ekmişlerdir. 

Vahyi devre dışı tutup her şeyi akla dayanarak açıklama gayretinde olan felsefi akımlar/izmlerse balçıkta bocalayıp durmaktalar. Salt nursuz akılla cevapla arayan izmler bir süre sonra kısır döngüye girerek tekrarlara düşmüştür. 

Nurlu akıllardan vahye muhatap olan tohumlar neşv ü nema bularak âlemi bir nur halitası olarak dokumuşlardır tarih boyunca. “Ebu Hanife, Şafiî, Bayezid-i Bistamî, Şah-ı Geylanî, Şah-ı Nakşibend, İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî gibi milyonlar münevver meyveler…” [1] vererek kıyamete dek nübüvvet silsilesinden nemalanan bu ve emsali nurani dimağlar, maneviyat arısı gibi işleyecektir. 

Bu manevi arıların nurani ballarını yiyen ehl-i iman nur ve nurani âlemlerde olduğunu dikkat etse daha dünyada da anlayacaktır. Fecr Suresi 30. Ayeti kerimede gir Cennetime “vedhuli cenneti” denilmektedir. Dikkat edersek “gireceksin” şeklinde geniş zaman manası yok, hal-i hazır manası olan “gir” denilmekte. İşte bunun yolu dikkat kapısından geçiyor.

Akıl ne zaman vahyle beraber olursa nurlanıyor ve kainat da nur ve nurani manaları meyve veriyor. Ne zaman vahyden uzak düşerse tüm nur vahyin tüm zulmet de aklın etrafında kalıyor.

Çeşitli islami akım/mezheplerde de durum aynıdır. Aklı nakle tercih edenler her şeyi akılla izah edebilme çabasında olması illet ve hikmet şirazesini bozup akla uygun vahye ters olan beyanlar verebiliyor.

İllet ve hikmet şirazesinin kefeleri şüphesiz ki, Kitabullah, Rasulü Ekrem (asv)’ın sünnet-i seniyyesi, icma ve kıyastan teşekkül etmiştir.  

Bahtiyar olmak isteyen şirazenin bu dört kefesini sağlam tutar ve aklını vahye basamak yaparak alemi nur ve nurani görür. 

Selam ve dua ile 

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Sözler (240) 

Kaynak: RisaleHaber

ÂMİL KUVVELERİNİ EĞİTMELİSİN 

ÂMİL KUVVELERİNİ EĞİTMELİSİN 

“..zîşuurun en câmii insandır.. ve bütün kâinat ise, hayata müsahhardır ve onun için çalışıyor..”[1] 

 “..kâinat sultanının ism-i a’zamına mazhar ve bütün esmasına en câmi’ bir âyinesi ve hitabat-ı Sübhaniyesine ve konuşmalarına en anlayışlı bir muhatab-ı hâssı..”[2] 

 

         Fakat insan, bu halleri kendi dünyasında yaşamadan, kelimeler de, duygu ve hislerine tercüman olamıyor. Mânevi âlemlerde kalbin keşfiyâtına lisan daima tercüman olamıyor. Çünkü kalb, hem mânevi âlemlerin merkezi hem de fiziki hayatın temelini teşkil ediyor. Lisan da istidadına göre bunları telaffuz ediyor. İnsan kalbi mülk ve meleküte bakan zarf ve mazruf şeklinde farklı manaları ifade etmektedir. Nasıl ki, kalbimiz maddi hayatımızın merkeziyse aynı şekilde maneviyatın yani on sekiz bin âlemin de merkezidir.  

“Kalbden maksad; sanevberî (çam kozalağı gibi) bir et parçası değildir. Ancak bir latife-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı, vicdan; ma’kes-i efkârı, dimağdır.” [3] 

            Bu sebeple insan maddi ve manevi hayatının istikamet ve istirahati için kalb sağlığına azami derecede ihtimam göstermesi elzemdir. Sadece maddi veya manevi tarafına meyledip diğer tarafını ihmal etmek de abes bir tutumdur. Nasıl ki kelime-i şahadetin iki kelamı biri birisiz mükemmel olmuyorsa(*) maddi ve manevi hayatın sıhhat u istikameti de dengede olmazsa insana zarar verebilecektir.  

            Manevi kalbimizse vesvese ve günahlarla yıpranıp işlevselliğini kaybetmektedir.

işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şübhe, kalb ve ruhumuza yaralar açar… Bizim manevî yaralarımız, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdid ediyor.. günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler, şübheler (neûzü billah) mahall-i iman olan bâtın-ı kalbe ilişip imanı zedeler ve imanın tercümanı olan lisanın zevk-i ruhanîsine ilişip zikirden nefretkârane uzaklaştırarak susturuyorlar. 

         Evet, günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir manevî yılan olarak kalbi ısırıyor.”[4] 

            İçtimaiyat-ı beşeriyenin getirdiği hâller de insan hayatının tuzu biberi oluyor. Her ne kadar bu hallerin imtihan olup geçeceğini ve hikmetin iktiza ettiğini bilse de hayata geçirebilmek, hiç de kolay olmuyor. Çünkü insan ne sadece kalpten ne de akıldan ibaret basit bir şey değildir. Bilgilerin, okunan ve tecrübe edilen şeylerin tatbiki için sadece bilmek yeterli değildir. Dimağda meratib-i ilim muhtelifedir, mültebise”[5] iltibas edilmiş yani karıştırılmış olan bu sistemi öncelikle tekrar işlevsel hale getirmemiz ve sistemin sistematiğini kullanmamız lazımdır. Dimağ/zihne atılan bilgilerin tasnif edilmesi tatbikata kolaylık sağlayacaktır. İz’anda olan bir bilgi ile iltizamda olan aynı bilginin tatbiki ve kabul edilip ehemmiyet verilmesi aynı seviyede değildir. İtikada olanın hiç değildir. 

            Sadece dimağdaki bilgiyle insan tatmin olamaz bazen de tatmin olması için hissin tatmini gerekmektedir. His tatmin edilmezse insanın da tatmini söz konusu olamaz.  

       Hülasa, insan kendinde amil olan saika ve şahikalarını tanımak, bilmek ve eğitmek mecburiyetindedir. 

     Bu noktada ilim, iman kuvveti ile birlikte Risale-i Nur cemaatinin de manevi desteğiyle hareket etmek bu mezkur bahse kavi bir destek olacaktır. Aynı zamanda hadiselere de nasıl bakmak gerektiğini öğretmekle, hayatın dağdağasında rehberimiz ve mizanımız olan Sünnet-i seniyyeden de manevi istimdad ve nur almaya vesile olacaktır. 

   Adeta Risale-i Nur’u okumaya, anlamaya, dinlemeye başladığımızda, onun şahs-ı manevisine dahil oluyor, kardeşlerimizle, iki ceset, bir ruh hükmüne geçiyoruz. Birbirimize sahabe/sohbet arkadaşı oluyoruz. 

     Ölüm geldiğinde, diğer ruhlar bir anda duâ zinciri başlatıyor, Fatihalar sağnak sağnak kabirde Nur olmaya başlıyor. Hem de günahsız diller adedince. Fakat bu nurlardan istifade etmek, sırr-ı ihlâs,sırr-ı uhuvvet ile tesanüt ve sırr-ı İttihad ile teşrikü’l-mesai ile mümkün. 

   Rabbimin nihayetsiz rahmet ve merhametini umarak, bizleri Risale-i Nur’un şahs-ı manevisinden ayırmamasını, istikamet üzere kalmayı niyaz ediyoruz.  

  Risale-i Nur’un yazılan ve kıyamete kadar okunacak

harfleri adedince ölmüşlerimize rahmet etmesini diliyorum.

Amin… 

Selam ve dua ile.. 

Muhammed Numan ÖZEL 

 

[1] Şualar (54) 

[2] Şualar (218) 

[3] İşarat-ül İ’caz (77) 

(*) Bkz. Sözler (702), Mektubat (740-34-336), i. İ’caz (86) 

[4] Lem’alar ( 8 ) 

[5] Sözler (706) 

 

Kaynak: RisaleHaber

 

www.NurNet.org