Çekilmez anne-baba mı, yoksa rahmet davetçileri mi?

Baba ile oğlu evlerinin bahçesinde yan yana oturuyorlardı. Baba bahçedeki ağaçlara, bitkilere ve çiçeklere bakıyor, oğlu gazete okuyordu. Derken baba, ağaca konan bir kuş gördü ve “Bu nedir oğlum?” dedi. Oğlu, “Baba, serçe o” dedi.

Aradan bir dakika bile geçmeden kuş ağaçtan yere kondu ve adam tekrar, “Bu nedir oğlum?” dedi. Oğlu babasına neden gazete okurken beni rahatsız ediyorsun der gibi baktı. Sinirlenmişti. Belli etmemeye çalışsa da ses tonuna yansımıştı öfkesi ve “Baba, o bir serçe!” dedi biraz öfkelice!

On-on beş saniye sonra kuş oradan uçup, tekrar ağaca kondu ve baba tekrar sordu: “Oğlum bu ne?” Oğlu iyice sinirlenmişti ve patladı, “Baba kuş o, kuş! Serçe! Ser-çe! Aynı şeyi neden tekrar tekrar soruyorsun? Beni sinirlendirmeye mi çalışıyorsun?” dedi.

Adamın gözleri doldu ve yutkundu ama birşey demeden kalktı. Eve doğru yönelince, oğlu pişmanlık duyarak “Nereye?” der gibi baktı. Yaşlı adam eliyle, “Otur, bekle!” der gibi işaret etti. Az sonra adam elinde tozlu bir hatıra defteriyle geldi. Oğlunun yanına oturdu ve açtığı sayfayı sesli okumasını rica etti. Oğlu başladı okumaya:

“Oğlum yeni yeni konuşmaya başlıyor. Bugün onu parka götürdüm. Parkta gördüğü kuşu, tam 21 kez bana ‘Baba, bu ne?’ diye sordu. Oğlumun sorusunu her defasında, hiç sinirlenmeden büyük bir zevkle cevapladım ve ona sevgiyle sarıldım. Oğlum o benim!”

Oğlunun cümleleri boğazında düğümlendi ve geri kalan kısmı okuyamadı. Hatasını anlamıştı çünkü!

Sizce onlar huysuz yaşlı, çekilmez anne-baba mı?

Şimdi lütfen bir an düşünün: Siz de bir zamanlar minicik bir yavrucaktınız! Ne konuşup derdinizi anlatabiliyor, ne yemeğinizi yiyebiliyor, ne tuvalete gidebiliyor, ne de başka birşey yapabiliyordunuz. Yapabildiğiniz şeyler; süt emmek, ağlamak ve def-i hacet yapmaktı. Anne-babanız sizi büyüttü, bugünlere getirdi.

Büyüdünüz artık ve sizin de eşiniz-çocuklarınız oldu. Peki ya hiç düşündünüz mü; sizi bugünlere getiren anne-babanız şimdi ne durumda? Eşinizin ve evlatlarınızın üzerine titrerken, anne-babanıza da aynı sevgi-saygıyı ve hassasiyeti gösterebiliyor musunuz? Kalbinizin bir köşesinde ve evinizin bir odasında, onlara ayırdığınız bir yeriniz var mı? Ya da onlar huysuz yaşlı, herşeye karışan çekilmez anne-baba, nine-dede, dırdırcı kaynana, mızmız kayınbaba mı?

Bütün bu ve daha fazla soruya vereceğiniz cevaplar, aslında sizin de –ömrünüz yeterse– yaşlandığınızda nasıl olacağınızın bir habercisi… “Kınadığınız şey başınıza gelmeden ölmezsiniz” hakikati bunun en açık ifadesi…

Aile büyükleriyle bir arada yaşamanın pekçok artısı

“Türkiye’de Aile Yapısı Araştırması” (2011), çekirdek aile oranının beş yıl içinde yüzde 80,7’den yüzde 75,3’e düştüğünü; geniş aile oranının ise yüzde 13’ten yüzde 14,4’e yükseldiğini göstermiştir. (Tek kişilik hanelerde de ciddi artış söz konusudur, ancak o bir başka makale konusudur.) Demek ki toplum olarak geniş aileye doğru –yavaş da olsa– bir geçiş yaşıyoruz ve bu geçişin şehirlerde daha fazla olduğunu görüyoruz.

En ideal aile modelinin geniş aile olduğunu iddia etmek de, bunu tercih edenleri yadırgamak da doğru değildir. Ancak geniş aile modelinde kendilerine yer bulabilen aile büyüklerimiz bizimle yaşıyorlarsa, onları bugün bilinen kalıpların ötesinde –biraz menfaatçi de olsa– farklı bir şekilde değerlendirebilir miyiz?

Üzerinde biraz kafa yordum ve aile büyüklerinin, bizimle yaşamalarının pekçok artısının olduğunu fark ettim. Hem de bu artılar sosyal sermaye açısından azımsanamayacak boyutta! Tabii bütün aile büyükleri her zaman olumlu katkı sağlayamıyorlar maalesef; ancak kötü örnek, örnek olmayacağından ben iyi örnekler üzerine yoğunlaşacağım. Şimdi ana hatlarını vereceğim ve detaylarını ve daha fazlasını sizin idrakinize havale edeceğim.

İhtiyar değil “aile büyüğü” ya da “kıdemli”

Öncelikle onlara, olumsuz bir anlam ifade ettiği için ihtiyar değil, “aile büyüğü” ya da “kıdemli” demeliyiz. Bu onlara karşı olan haksız/olumsuz bakışımızın düzelmesine yardımcı olacaktır. Aile büyüklerimizin bizimle aynı evde yaşamaları, öncelikle evde bir rahmet ikliminin oluşmasına katkı sağlar. Yaşları itibariyle, kendilerini ötelere daha yakın hisseden aile büyükleri, ağarmış saç-sakallarıyla, onlara her bakışımızda bize hal diliyle şöyle seslenirler:

“Gelir bir bir, gider bir bir, kalır Bir,

Gelen gider, giden gelmez, bu bir sır.

Gelirse gelir, bir kıl ile eyleme tedbir,

Giderse gider, eylemez bir koca zincir!”

Konuşmalarındaki nasihatvârilik –bizi biraz sıksa da– dünya mal-mülkünün geçiciliğini ve gönül insanı olmanın önemini vurgular ve böylece, gençliğinin zirvesinde olan bizlere hep öteleri hatırlatır. Dünya mal-mülkünün bir nefes sıhhate değmeyeceği, her sıkıntılı ya da güzel günün geçeceği ve geçici bir dünya hayatı için, ebedi bir hayatı feda etmenin akıl kârı olmadığı gibi hakikatleri, hep büyüklerimiz öğretirler bize.

Bu kadar mı? Hisseden kalpler için daha fazlası da vardır elbet!

Onların varlığı koruyucu hekimlik gibidir

Aile büyüklerinin evde varlığı, karı-koca ilişkilerinde denge, çocuk yetiştirme ve terbiyesinde ise önemli bir unsurdur. Zaman zaman bizzat eşler arasındaki kavganın, çocuklar için bazı olumsuz davranışların sebebi olsalar da, külli planda bakıldığında, artılarının eksilerinin yanında sayılamayacak kadar çok olduğu görülecektir.

Mesela aile büyükleri engin tecrübe ve ferasetleriyle, –yağmuru önceden hisseden romatizmalılar gibi– eşler arasında çıkabilecek problemleri önceden kestirir ve tedbir alırlar. Bir problem çıktığında da, arabuluculuk rolleriyle yine ortalığın yatışmasında ve daha büyüklerinin yaşanmamasında aktif rol oynarlar. Bazen söyledikleri bir cümle, eşler için can simidi bile olabilir. Bunun en tesirlisi “Hakkımı helal etmem”dir. Ancak bu da olur olmaz kullanılıp tüketilmemelidir.

Kıdemlilerin icra ettikleri bu görevler, çoğu zaman eşler için bir nevi koruyucu hekimlik gibidir, aileyi sosyal hastalıklara karşı korur.

Bu kadar mı? Ehl-i vicdan için daha fazlası da vardır elbet!

Çocuk bakımı ve terbiyesinde büyük rol oynarlar

Çocukların bakımı, terbiye edilmesi ve geleneğin aktarımında da, yine bu “geleneğin çınarları” çok hayatî bir rol oynarlar. Daha ilk çocuklarında ne yapacaklarını bilemeyen ve bocalayan yeni anne-babalar, kendileri de dâhil olmak üzere, aile büyüklerinin bu kadar çocuğu nasıl büyüttüklerini bir kez daha hayret ve hayranlıkla anar ve onların tecrübelerine başvururlar. Akılları varsa başvururlar da, binlerce yıllık tecrübenin imbiğinden geçmiş ve hâlihazırda aile büyükleriyle temsil edilen o engin tecrübelerden istifade ederler.

Hatta eşlerin ikisi de çalışıyorsa, aile büyükleri kaçırılmaması gereken muazzam çocuk bakıcıları olurlar. Hem “can”dan birisidirler hem de zevkle yaparlar bu işi… Özlerinden, içlerinden gele gele ve bedelsiz…

Bu kadar mı? Akıl sahipleri için daha fazlası da vardır elbet!

Geleneğin aktarımını sağlarlar

Türkiye’de –2011 yılı itibariyle– hanedeki küçük çocukların yaklaşık yüzde 9’unun bakımı, anneanne ya da babaanne, yüzde 1’den azı da dede tarafından yapılmaktadır.

Aile büyüklerinin olduğu iklimde yetişen çocuklar, hiç şüphesiz ki binlerce yıllık tecrübe ve geleneğin temsilcileriyle doğrudan temas eder ve başkalarının yıllarını verip ancak elde edebilecekleri bu birikimleri, daha küçükken ve bizzat sahiplerinden öğrenirler. Bugün hepimizin yokluğundan muzdarip olduğumuz adab-ı muaşeret kuralları da, yine bu büyüklerimiz tarafından ve fıtri ortamında öğretilirler.

Kıdemliler ayrıca, çocuklar gibi şefkate en fazla ihtiyaçları olan bir dönemi yaşadıklarından, onları daha iyi anlayabilecek kimseler de yine onlardır.

Bu kadar mı? Gören gözler için daha fazlası da vardır elbet!

Evde varlıkları tek başına güven sebebidir.

Aile büyüklerinin evde bulunması, evdekiler için büyük bir güven probleminin de çözülmesi demektir. Onların evde varlıkları tek başına bir güven sebebidir. Hırsızın-haydudun cirit attığı ve gündüz gözüne hırsızlık yapılan günümüzde, onlar ev için elbette bir güven teminatıdırlar.

Akşam-gece yalnız kalmaktan korkan eşler için de çaredir onlar; gündüz çocuklarını ve evlerini kime teslim edeceğini bilemeyen, kırk türlü güvenlik alarmı taktıran, kırk çeşit kreş araştıran eşler için de… Evini de çocuğunu da güvenle kıdemlilere teslim eder, dışarıdaki işlerini gönül huzuruyla yapabilirler. Çocuğu “ayak bağı” görenler, onların varlığında rahatça hareket eder, yapacaklarını gözleri arkada kalmadan gönül huzuruyla yaparlar.

Bu kadar mı? İşiten kulaklar için daha fazlası da vardır elbet ama yer darlığından bu kadar yazabildim.

Nakdin ve vaktin yetmediği zamanlarda altın fırsatlardır

Son olarak gelirleri varsa, aile büyükleri yük olmak bir tarafa, tam aksine aile için gelir kaynağı bile olurlar. Evlatları ve torunları için herşeyin en iyisini layık görür, az çok demeden emekli maaşlarını da yine onlar için harcarlar. Kadın kıdemli, evlatları için kışlık iaşe hazırlar, giyecekler örer, yemekler ve daha neler neler yapar; erkek kıdemli evle ilgili daha teknik diğer kimi işleri takip eder. Aslında nakdin ve vaktin yetmediğinden dert yanan günümüz eşleri için bunlar, bulunmaz birer altın fırsattır ama…

Bu kadar mı? Düşünenler için daha fazlası da vardır elbet! Vardır amma şimdi sen bana sor ey kâri: “Yaşlılık döneminde nerede yaşamak istediği sorulan bir toplumun, yaklaşık yüzde 35’i ‘fikrim yok’ diyorsa, bu yazdıklarını kime yazdın?”

Fikrim yok ey kâri, fikrim yok!

Yrd. Do. Dr. M. Ali Balkanlıoğlu

Moraldunyasi.com

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: