Cenab-ı Allahın Vazifesi

             Cenab-ı Hak

             1- Hayatı veriyor ve besliyor,  2- Neticeleri halkediyor.

             İşte bu neticeler Risale-i Nur Külliyatında …

             1- Kesret-i etba,’ 2- Fazla muvaffakıyet, 3- Halkı toplamak, 4- Halka kabul ettirmek, 5- Hayırlı neticeleri vermek, 6- Nurları okutturmak ve talebeleri çalıştırmak, 7- Galib etmek, mağlub etmek, 8- Revaç vermek 9-İnayetlere mazhar etmek, 10 -Nurların intişarı, 11- Muarızları kaçırmak, 12- Hidayet vermek, 13- Hüsn-ü te’sir vermek, 14- Teveccüh-ü nâsı kazanmak şeklinde sıralanabilmektedir.

             Vazife-i İlâhiyeye karışmak, sû-i edebdir, ubûdiyete münafidir.

VAZÎFE-İ    İLÂHİYYE’YE   KARIŞMAMALI!

 “Medar-ı necat ve halas, yalnız ihlastır. İhlası kazanmak çok mühimdir. Bir zerre ihlaslı amel, batmanlarla hâlis olmayana müreccahtır. İhlası kazandıran harekâtındaki sebebi, sırf bir emr-i İlahî ve neticesi rıza-yı İlahî olduğunu düşünmeli ve Vazife-i İlahiyeye karışmamalı. Herşeyde bir ihlas var. Hattâ muhabbetin de ihlas ile bir zerresi, batmanlarla resmî ve ücretli muhabbete tereccuh eder. ” (L:133)

KESRET-İ   ETBA’,   FAZLA   MUVAFFAKIYET;   VAZÎFE-İ   İLÂHİYE’YE   AİTTİR  !

             “Cenab-ı Hakk’ın rızası ihlas ile kazanılır. Kesret-i etba’ ile ve fazla muvaffakıyet ile değildir. Çünki onlar Vazife-i İlahiyeye ait olduğu için istenilmez; belki bazan verilir. Evet bazan bir tek kelime sebeb-i necat ve medar-ı rıza olur. Kemmiyetin ehemmiyeti o kadar medar-ı nazar olmamalı. Çünki bazan bir tek adamın irşadı, bin adamın irşadı kadar rıza-i İlahîye medar olur. Hem ihlas ve hakperestlik ise, Müslümanların nereden ve kimden olursa olsun istifadelerine tarafdar olmaktır. Yoksa, “Benden ders alıp sevab kazandırsınlar” düşüncesi, nefsin ve enaniyetin bir hilesidir” (L:152)

HALKI   TOPLAMAK,   KABUL   ETTİRMEK;   CENAB-I   HAK’KIN   VAZİFESİDİR

  

             “Ey sevaba hırslı ve a’mal-i uhreviyeye kanaatsız insan! Bazı Peygamberler gelmişler ki, mahdud birkaç kişiden başka ittiba edenler olmadığı halde, yine o peygamberlik vazife-i kudsiyesinin hadsiz ücretini almışlar. Demek hüner, kesret-i etba’ ile değildir. Belki hüner, rıza-yı İlahîyi kazanmakladır. Sen neci oluyorsun ki, böyle hırs ile “Herkes beni dinlesin” diye vazifeni unutup, vazife-i İlahiyeye karışıyorsun? Kabul ettirmek, senin etrafına halkı toplamak Cenab-ı Hakk’ın vazifesidir. Vazifeni yap, Allah’ın vazifesine karışma. ” (L:152)

iNSAN,   HAREKETİNDE  RIZA-YI  İLÂHİYİ  DÜŞÜNÜP, VAZÎFE-İ  İLÂHİYE’YE   KARIŞMAMALI !

              “Ubudiyetin esası olan acz, fakr ve kusur ve naksını bilmek ve niyaz ile dergâh-ı İlahînin rahmet kapısını çalmak lâzım geldiğini; hem her amelde bir ihlas ciheti olduğundan, insan hareketinde rıza-yı İlahîyi düşünüp, Vazife-i İlahiyeye karışmamasıyla a’lâ-yı illiyyîne çıkacağını yol gösteren mühim bir mes’eledir.” (L:393)

MUVAFFAKIYET   VE   HAYIRLI   NETİCELERİ   VERMEK,   VAZÎFE-İ   İLÂHİYE’DİR

             “Meşakkat derecesinde sevabın ziyadeleşmesi cihetinde, bu şiddetli hale şükretmeliyiz. Vazifemiz olan hizmet-i imaniyeyi ihlasla yapmağa çalışmalı; Vazife-i İlahiye olan muvaffakıyet ve hayırlı neticeleri vermek cihetine karışmamalıyız.”(Ş:482)

NURLARI  OKUTTURAN  VE  TALEBELERİNİ  ÇALIŞTIRAN 

VAZÎFE-İ  İLÂHİYE’YE   KARIŞMAMALI  !

             “Madem emsalsiz bir tarzda, çok ağır şerait altında, pek çok muarızlar karşısında bu derece Nurlar kendilerini okutturuyorlar.. talebelerini hapiste çeşit çeşit suretlerde çalıştırıyor, perişaniyetlerine inayet-i İlahiye ile meydan vermiyorlar; biz bu dereceye kanaat edip şekva yerinde şükretmekle mükellefiz. Benim bütün şiddetli sıkıntılara karşı tahammülüm bu kanaattan geliyor. Vazife-i İlahiye’ye karışmam.” (Ş:518)

SIKINTILI  MUSİBETLERİ  HİÇE  İNDİREN  BİR  HAKİKAT DA,

VAZÎFE-İ  İLÂHİYE’YE KARIŞMAMAK

 “Sıkıntılı musibetlerimi hiçe indiren bir hakikatlı tesellidir

Birinci: Hakkımızda zahmet rahmete dönmesi.

İkinci: Kader adaleti içinde rıza ve teslim ferahı.

Üçüncü: İnayet-i hâssanın Nurcular hakkında hususiyetindeki sevinç.

Dördüncü: Geçici olmasından zevalinde lezzet.

Beşinci: Ehemmiyetli sevablar.

Altıncı: Vazife-i İlahiyeye karışmamak.

Yedinci: En şiddetli hücumda en az meşakkat ve küçük yaralar.

              Sekizinci: Sair musibetzedelere nisbeten çok derece hafif.”      (Ş:531)

GALİB  ETMEK,  MAĞLUB  ETMEK,  MUVAFFAK  ETMEK, NURLARI  KABUL  ETTİRMEK,  CENAB-I  HAK’KA    AİTTİR;  BİZ,    VAZÎFE-İ    İLÂHİYE’YE    KARIŞMAYIZ !

             “Bediüzzaman, devletlere milletlere mukabil, değil yalnız bir yerdeki Firavunlara, bütün Avrupa dinsizliğine karşı tek başıyla meydan okumuş ve okuyor. Ve Kur’an hakikatlarını eşedd-i zulüm  ve istibdad-ı mutlak içerisinde neşrediyor. “Vazifemiz çalışmaktır. Bizi galib etmek, mağlub etmek, muvaffak etmek ve Nurları kabul ettirmek Cenab-ı Hakk’a aittir. Biz, Vazife-i İlahiye’ye karışmayız.” demiş ve tarihte misline rastlanmayan zulüm ve işkenceler içerisinde çok zalimane muameleler görmüş ve kapısında jandarma ve polis bekletilmek suretiyle Cuma Namazına dahi gitmekten men’ edilmiş ve bütün bu tarihî faciaları kapatmak ve kimseye işittirmemek için de sıkı bir takyidat altına alınmıştır.” (T:693)

VAZİFEMİZ   HİZMETTİR,   VAZİFE-İ   İLÂHİYEYE  KARIŞMAMAK, BUNU KENDİMİZE BİR VAZİFE BİLMELİ.

“Muhbir-i Sadık’ın haber verdiği “Manevî fütuhat yapmak ve zulümatı dağıtmak, zaman ve zemin hemen hemen gelmesi” diye fıkrasına, bütün ruh u canımızla rahmet-i İlahiyeden niyaz ediyoruz, temenni ediyoruz. Fakat biz Risale-i Nur şakirdleri ise: Vazifemiz hizmettir, Vazife-i İlahiye’ye karışmamak ve hizmetimizi onun vazifesine bina etmekle bir nevi tecrübe yapmamak olmakla beraber; kemmiyete değil, keyfiyete bakmaktır. ” (K:107)

MUVAFFAKIYET,   HALKA    KABUL    ETTİRMEK,    REVAÇ    VERMEK,    GALEBE  ETTİRMEK,    İNAYETLERE    MAZHAR    ETMEK;    VAZÎFE-İ    İLÂHİYE’DİR !

             “Risale-i Nur şakirdleri, hizmet-i nuriyeyi velayet makamına tercih eder; keşf ü keramatı aramaz; ve âhiret meyvelerini dünyada koparmaya çalışmaz; ve Vazife-i İlahiye olan muvaffakıyet ve halka kabul ettirmek ve revaç vermek ve galebe ettirmek ve müstehak oldukları şân ü şeref ve ezvak ve inayetlere mazhar etmek gibi kendi vazifelerinin haricinde bulunan şeylere karışmaz ve harekâtını onlara bina etmezler. Hâlisen, muhlisen çalışırlar, “Vazifemiz hizmettir. O yeter” derler.” (K:263)

 

MUVAFFAKIYET, FÜTUHAT-I  NURİYE     VE    REVAÇ  İLE  İNTİŞARI,   VAZÎFE-İ  İLÂHİYE’DİR !

             “Vazifemiz, ihlas ile ve sebat ve tesanüdle ve mümkün olduğu kadar ihtiyat ile “sırran tenevverat” irşad-ı Alevîyi fiilen tasdik etmek, ona göre hareket etmektir. Yoksa, muarızlara mukabele etmek ve onların hücumundan telaş etmek değil. Muvaffakıyet ve fütuhat-ı Nuriye ve revaç ile intişarı ise, Vazife-i İlahiye’dir. Vazifemizi yapıp, vazife-i İlahiyeye karışmamak gerektir diye hem bana, hem sizin bedelinize teselli buldum.” (E-1:212)

VAZÎFEMİZİ    YAPMAK,    VAZÎFE-İ    İLÂHİYE’YE    ASLA KARIŞMAMAK    LÂZIMDIR !

              “Her vakit ihtiyat, ihlas, tesanüd, sebat, sarsılmamak  ve vazifemizi yapmak ve Vazife-i İlahiye’ye karışmamak, “sırran tenevverat” düsturuna göre hareket etmek ve telaş ve me’yus olmamak lâzım ve elzemdir. Hem tekrar derim: Nur şakirdleri gibi pek az zahmetle pek çok kıymetdar hizmet ve pek çok manevî kazanç elde edenler tarihlerde görülmüyor. Ağır şerait altında bazan bir saat nöbet bir sene ibadet hükmüne geçtiği misillü, inşâallah Nurcuların Hizmet-i Îmaniye ve Kur’aniye’deki saatları yüzer saat hükmünde hayırlar kazandırır.” (Em-2:14

Bu güzel hahikatleri kardeşlerle paylaşan:

Abdülkadir HAKTANIR