HADİSLER ARASINDA dolaşırken, iki husus beni bilhassa hayrete sevkeder. ‘Algının seçiciliği’ ile doğrudan ilgili iki husus.
İlki, biri diğerini açıklayan veya çerçeve çizen hadislerle ilgilidir. Bu durumda, bir hadis diğeriyle birlikte anlaşıldığında gerçek yerini bulur. Bu hadisi diğer hadis görmezden gelerek ele aldığımızda ise, hadisi ait olduğu asıl çerçeveden uzaklaştırma gibi bir riske kapı aralanır. Bizi çift kanatlı halde hakikatin dengesine kavuşturup melekût semalarında özgürce dolaşmaktan alıkoyan, bir kanadımızı kırık hale getirip tek kanatla yere mıhlayan bir durumdur sonuç.
Diğer halde ise, belli bir zamanda söylenmiş ve bir bütün ifade eden hadis cümlelerinden yalnızca biri seçilir; ve böylece Peygamber aleyhissalâtu vesselamın beliğ bir cümlesi eskilerin tabiriyle ‘siyak ve sibak’ından, yeni tabirle bağlamından, öncesi ve sonrasından, hangi şartlarda ve hangi kayıtlar altında söylendiği gerçeğinden koparılmış olur. Bunun da kaçınılmaz sonucu, tıpkı diğer durumda sözkonusu olduğu gibi, hadisin özünde var olan ‘hakikatler dengesi’nin yitip gitmesidir.
Nitekim, en ziyade şöhret bulmuş, hafızalara yerleşmiş hadislerden biri olarak “Cennet kılıçların gölgesi altındadır” hadisi için durum, tam da budur.
Bu hadis, zihinlere tek cümleden ibaret bir hadis olarak yerleşmiş haldedir. Hadis, bu tek cümleyle, mü’minlerin zihnini ve kalbini doğrudan ve bizzat cihada odaklamakta; tek başına bu cümleden, her hal ve şartta maddî, yani kılıçla cihada bir övgü çıkmaktadır.
Halbuki, hem bu cümlenin söylendiği ortam ve vakit dikkat gerektirmektedir; hem de bu cümle uzunca bir hadisin en son cümlesi niteliğindedir.
Ashâbdan Abdullah b. Ebî Evfâ’nın rivayet ettiği bu hadis, tahmin edileceği üzere, Peygamber aleyhissalâtu vesselam tarafından, bir sefer esnasında söylenmiştir. Ama, zamanlaması manidardır. Bir müşrik güruhuyla mücahede uğruna ashabıyla yola çıkan Peygamber aleyhissalâtu vesselam, karşılaşılacak mahalle ulaşıldığında doğruca saldırıya geçmeyi emretmek yerine, ‘güneşin meyletmesini’ beklemiştir. Yani, doğruca savaşmak yerine, savaşsız bir çözüme, yani barışa bir zaman tanımayı tercih etmiştir.
Bunun böyle olduğunu, son sözü “Cennet kılıçların gölgesi altındadır” olan hadisin önceki cümleleri zaten açıkça belgelemektedir. Kudsî nebî, doğrudan savaşa girişmek yerine ‘güneşin meyletmesini’ beklerken, niye böyle yaptığına şu hadisle açıklık getirmiştir:
“Ey insanlar, düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin! Allah’tan afiyet dileyin. Ancak karşılaşacak olursanız sabredin, bilin ki cennet kılıçların gölgesi altındadır.” (Buharî, Cihâd 156, 22, 32,112, Temennî 8; Müslim, Cihâd 20; Ebu Dâvûd, Cihâd 98)
Son cümlesi herkesçe bilinen hadisin hangi şartlarda ve hangi vakitte söylendiği pek bilinmediği gibi, önceki cümlelerinin de pek bilinmiyor olması herhalde dikkat çekicidir.
Halbuki, hem söylendiği zaman ve zemin, hem kendisinden önce gelen cümleler, “Cennet kılıçların gölgesi altındadır” hadisine ve dolayısıyla cihad idrakine bir çerçeve çizerek asıl kıvamını vermektedir.
Demek ki, Peygamber aleyhissalâtu vesselam için bir gerilimi çözmenin öncelikli yolu, savaş değildir. Bilakis savaş, yani kılıçla cihad, barışçı çözüm içeren bütün seçenekler tükendikten sonra başvurulacak en son çaredir.
Nitekim, onun, komutan olarak bir sefere yollarken Hz. Ali’ye verdiği emir de, bu gerçeği bir kez daha teyid etmektedir. Orada da, Peygamber aleyhissalâtu vesselam Hz. Ali’ye, karşılaşacağı müşriklere önce imanı tebliğ ederek İslâm’a davet etmesini emretmiştir. Bu davet reddedildiğinde Hz. Ali’nin komutan olarak yapacağı, yine, savaşa girişmek değildir. Bu durumda, onlar bir barış anlaşmasına davet edilecek; yani kendileri müşrik kalmakla birlikte İslâm’a karşı savaş halinde olmamaları ve yaşadıkları diyarda İslâm’ın tebliğine engel olunmaması istenecektir. Ancak İslâm’ın tebliğine dahi izin vermeyen bir katılık ve karşıtlıkla yüz yüze gelindiğindedir ki, son çare olarak cihad emredilmiştir.
Sözün kısası, ilgili hadiste Peygamber aleyhissalâtu vesselam kılıçla cihadı ancak ‘en son çare’ olarak başvurulması kaydıyla övmektedir. Cennet, barışa fırsat tanındığı halde savaştan başka bir yol kalmadığı durumda kılıçların gölgesi altındadır; barışa asla fırsat vermeden doğrudan kılıçlara sarılma durumunda değil…
Hadis, diğer taraftan, mü’minlerin sahip olması gereken asıl ruh halinin ne olması gerektiğini de açıkça göstermektedir. Bir savaş ortamında, üstelik cihad için yola koyulup düşmanla karşılaşılacak mahalle gelindiğinde ‘güneşin meyletmesini’ bekleyerek barışa zaman tanıyan, sonra da “Ey insanlar! Düşmanlar karşılaşmayı temenni etmeyin. Allah’tan afiyet dileyin” buyuran kudsî nebî, böylece, mü’minlerden çatışmacı değil barışçı bir ruh haline sahip olmalarını istemekte; onları gerilimden değil afiyetten yana bir duygu durumuna davet etmektedir.
Barışa fırsat tanınmalı; savaş için yola çıkılırken dahi, savaşsız bir çözüm temenni edilmeli; kalbler ve zihinler bu yönde çalışmalıdır. Savaş, barışçı çözüm seçenekleri tükendiği durumda kullanılacak son çaredir. Bu durumda dahi, mü’minleri yöneten ana duygu, öfke değil, sabır olmalıdır.
Ve ancak bu takdirde, cennet kılıçların gölgesi altındadır.1
1. Hadisin tam metni şu şekildedir:
Resûlullah düşmanla karşılaştığı günlerden birinde, güneşin meyletmesini bekledi. Sonra kalkıp yanındakilere şöyle dedi: ‘Ey insanlar, düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin! Allah’tan afiyet dileyin. Ancak karşılaşacak olursanız sabredin, bilin ki cennet kılıçların gölgesindedir.’
Resûlullah sözlerini şöyle tamamladı:
‘Ey Kitab’ı indiren, bulutları yürüten, Ahzâb’ı hezimete uğratan Rabbimiz! Bunları da hezimete uğrat ve onlar karşısında bize yardım et.’”
(Buharî, Cihâd 156, 22, 32,112, Temennî 8; Müslim, Cihâd 20; Ebu Dâvûd, Cihâd 98)
Metin Karabaşoğlu
www.karakalem.net