Çocuk Eğitiminde Muhammedi Metot

O (a.s.m.), yolda ve yorgun gördüğü çocukları devesine bindirir, onları böylece şereflendirip sevindirirdi. Kuşu ölmüş bir çocuğa, taziye ziyaretinde bulunma inceliğini bile göstermiştir. “Çocuklarla çocuklaşın” buyuran Güzeller Güzeli (a.s.m.), bu tavsiyesini bizzat uygulamış; onlara hediyeler vererek, şakalar yaparak, sevgi iletişimini çok güçlü kurmuştur.

Onları mide açlığından çok, gönül açlığı ilgilendirmiştir. O güzel gönüllü insanlar, yüreklerindeki sevginin azalmasıyla tedirgin olmuşlar, hemen sevgilerini yeniden coşturmanın yolunu aramışlardır…

Ne mutlu onlara ki, en muhteşem gönül doktorunu da yanı başlarında bulmuşlar ve dertlerine en etkili, en evrensel reçeteleri yazdırmışlardır.

İşte onlardan biri Efendimize (a.s.m.) gelir ve kalbinin katılaştığından dertlenir. İnsanlığın gönül doktoru Efendimiz (a.s.m.), kıyamete kadar geçerliliğini yitirmeyecek olan muhteşem reçetesini yazıverir:

Kalbinin yumuşamasını dilersen, ya bir fakiri doyur ya da bir yetimin başını okşa.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2-263)

Anne-babanın ve özellikle de bütün eğitimcilerin gözleri gönüllerinde olmalı, sürekli sevgi düzeylerini denetlemelidirler. Çünkü asıl açlık, gönül açlığıdır. Gönlün sevgi seviyesi düşükse çocuklara karşı davranışımızı doğru ayarlama imkânımız kalmaz. Bir başka deyişle sevgisiz eğitim olmaz.

Bu düşüncelerimi dile getirdiğim bir konferansımda dinleyicilerime sormuştum:

Peki, siz acaba son kez ne zaman bir yetimin ya da öksüzün başını okşadınız?

Bir beyefendi hemen elini kaldırdı ve içimi ezen şu cevabı verdi:

Hocam! Sen bırak öksüzü yetimi de, bize çocuklarımızın başını en son ne zaman okşadığımızı sor!

İşte bu ilgisizlik, sevgisizlik bataklığını günden güne derinleştiriyor. Fakiri, yetimi, öksüzü koruyup kollayan, aslında asıl iyiliği kendine yapıyor. Çünkü bu suretle, sevgisini bereketlendirip gönlünü çoraklaşmaktan kurtarıyor.

Şartsız sevginin Sultanı (a.s.m.)

Sevgisine karşılık beklememek, aldığına bakmaksızın vermek duygusunda, Efendimiz (a.s.m.) eşsiz bir örnektir. Bu özelliği sebebiyle Rabbimiz, o Güzeller Güzeli’ni kendi sıfatlarıyla övmüş ve “Sen, müminlere Rauf ve Rahim’sin” buyurmuştur.

Tevbe Suresi’nin 128. ayeti, hepimizin ezberinde, hep canlı ve taze olarak bulunmalıdır:

Andolsun ki, size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona pek ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere çok şefkatli, çok merhametlidir.

Kendisine düşmanlık eden inançsızlara bile gönlünü açmayı, onları da kurtarmaya çalışmayı inanılmaz derecede ileri götürmüş, bu yüzden de Rabbimiz tarafından şöyle uyarılmıştır:

Demek sen, bu söze (Kur’an’a) inanmazlarsa arkalarından üzülerek, adeta kendini tüketeceksin!” (Kehf Suresi, 6)

Halbuki Efendimizin (a.s.m.) görevi, sadece hakikati duyurmaktır. Ancak O’nun (a.s.m.) emsalsiz sevgi ve şefkatle dolu gönlü, adeta hiç kimsenin cehenneme gitmesine razı olamıyor. “İnanmıyorlar” diye kendini kahredecek, paralayacak derecede üzüntülere düşüyor. Ve O’nu (a.s.m.) bu hali sebebiyle Rabbimiz uyarıyor ve bu dünyanın bir imtihan dünyası olduğunu bildirerek teselli ediyor.

Ve başka bir ayet-i kerime de buyuruyor ki: “Sen şiddetle arzu etsen bile, insanların çoğu iman edecek değildir.” (Yusuf Suresi, 103)

Yine Rabbimiz, O’nun (a.s.m.) şefkat ve sevgisinin nasıl bir sonuç doğurduğunu şöyle açıklamıştır: “Allah’tan bir rahmet eseridir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer sen kaba, katı yürekli olsaydın, onlar çevrenden dağılır giderlerdi.” (Âl-i İmran Suresi, 159)

Yüceler Yücesi, bu özelliği sebebiyle hem Efendimizi (a.s.m.) övmüş, hem de O’nun (a.s.m.) bu güzel vasfını bizlere örnek göstermiştir.

Kötüler için çırpınır,

Günahkârlar için gözyaşı döker.

Hayatı sevgi ve şefkatten ibaret.

Bizlere örnek; bir ders, ibret…

Peki, bizler, onun inançsız karşıtlarına davrandığı gibi davranabiliyor muyuz çocuklarımıza?

Bu kadarını bile başarabilsek, çocuklarımız, yüreklerini hiçbir şekilde koparmazlar bizden. Hem gerçekten insan olurlar hem de her şartta seven, gerçek kişiler haline gelirler.

“Çocuklarınıza yardımcı olunuz!”

Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurur: “Her doğan çocuk muhakkak İslam fıtratı üzerine doğar. Sonra anasıyla babası onu Yahudi yahut Nasranî yahut Mecusi yapar.” (Buhari)

Gerçekten de çocuklar doğuştan tertemizdir. Bütün kötülükleri sonradan öğrenir. Yani, içine doğdukları dünya onları rengine boyar, kendisine benzetir.

Efendimiz (a.s.m.), “Çocuklarınıza iyilik üzere olmaları hususunda yardımcı olunuz” buyurmuş, bu yardımın nasıl olacağını uygulayarak da göstermiştir. Mesela, yemek sırasında, mevcut duruma müdahale edip doğrusunu yaptırmış; yemeğe besmele ile başlamayı, sağ elle ve kendi önünden yemeyi bizzat tatbik ederek öğretmiştir.

Ceza denince, bazı anne-babaların aklına ilk önce dayak geliyor. Oysaki bu ceza şekli, akla en son ve bütün çözümlerin tükendiği noktada gelmeli; mümkünse hiç uygulanmamalı.

Sevgili Peygamberimiz (a.s.m.), dayağa izin verir ama ona öyle bir sınırlama getirir ki dayak sertçe bir masaja ve kendine getirme harekâtına döner. Çünkü yüze, başa, karna, kasığa vurmayı ve dayağa kendini tatmin duygusunu katmayı yasaklamıştır. Dayak, çocuğu yaralamamalı ve sağlığını bozacak şekle gelmemeli. Çünkü maksat, çocuğun canını yakmak değil, suçu önlemek ya da hatadan vazgeçirmektir.

Çocuklara olan sevgisi ise dillere destandı. Buyururdu ki: “Çocuklarınızı öpüp seviniz. Her öptüğünüzde cennetteki makamınız bir derece yükselir.”

Akra b. Haris, Efendimizin (a.s.m.) Hz. Hasan’ı öptüğünü görünce:

Benim on çocuğum var ama hiçbirini öpmedim” dedi.

Efendimizin (a.s.m.) verdiği ibretli cevabı mutlaka duymuş olmalısınız:

Merhamet etmeyene, merhamet edilmez.”

Bir başka zaman da Efendimize (a.s.m.) bir bedevi geldi ve hayretle:

Demek siz çocukları öpüyorsunuz, oysa biz onları hiç öpmeyiz” dedi.

Bunun üzerine, şefkat madeni Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurdu:

Yüce Allah, senin kalbinden merhameti kaldırmışsa ben ne yapayım!

Sevgisini sadece çocuklarına, torunlarına söylemezdi. Bu sevgiden bütün çocuklar nasiplenmiştir. Dostlarının çocukları, öksüzler, yetimler, hicret sırasında Medine’de kendisini karşılayan kız çocukları, düğünden dönen çocuklar, hatta başka din mensuplarının çocukları… Bunların hepsi, o muhteşem yüreğin muhabbetinden gıdalanmıştır.

Seven insanların en güzeli

Güzeller Güzeli (a.s.m.), çocukları şefkatle kucaklar, bağrına basardı. Bir dizine Usame’yi, diğerine de torunu Hasan’ı alarak, “Allah’ım, bunları sev, çünkü ben onları seviyorum” buyururdu. İbn Abbas’ı da bağrına basarak, “Allah’ım ona Kitap’ı öğret” diye dua ettiğini biliyoruz.

Bir defasında, hasta torununu ziyarete gitmiş, çocuğun durumuna çok üzülmüş ve ağlamıştı.

Niçin ağlıyorsunuz ey Allah’ın Resulü?” diye soranlara şu cevabı vermişti:

Bu, merhamettir. Allah, onu dilediği kulunun kalbine koyar. Ve ancak merhametli kullarına rahmetiyle muamelede bulunur.”

Güzeller Güzeli’nin (a.s.m.) bir âdeti de çocukları omzunda taşımasıydı. Bir gün Hz. Hasan’ı omzuna oturtmuş, sokakta gidiyordu. Karşısından gelen sahabe, bu manzarayı görünce:

Ey Hasan, ne güzel bir bineğin var. Senden önce hiç kimsenin, bu kadar güzel bir biniti olmadı” dedi. Bunun üzerine Efendimiz (a.s.m.):

Ama amcası, binici de ne güzel!” buyurdu.

Gözümün nuru diye tarif ettiği namazda, hem de Allah’a en yakın olduğu secde sırasında, Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin, Efendimizin (a.s.m.) sırtına binerlerdi. Güzeller Güzeli (a.s.m.), çocuklar incinmesinler diye secdesini uzatırdı.

Bazen torununu kucaklamış olarak namazını kılar, bazen de torunlarını zor durumda görüp hutbesine ara verir, onları kucağına alıp tekrar minbere çıkar ve hutbesine devam buyururlardı.

Bazen kucağına aldığı bebekler, üzerini ıslatırdı. Efendimiz (a.s.m.), bundan dolayı asla kızmaz, yüzünü asmaz, sadece temizlik için su ister, kirlenen yeri kendisi yıkardı.

Nebevî bir tavsiye: “Çocuklarla çocuklaşın”

Bir defasında Efendimiz (a.s.m.), sabah namazını her zamanki gibi uzunca kıldırmayı arzu etti. Fakat namaza başlayınca, cemaatteki hanımlardan birinin çocuğu, “Anneee! Anneee!” diye ağlamaya başladı. Güzeller Güzeli (a.s.m.), bu feryada dayanamadı ve namazı düşündüğünün aksine çok kısa kıldırdı.

Resulullah Efendimiz (a.s.m.), hasta çocukları ziyarete gider ve onların tedavileriyle de yakından ilgilenirdi.

Efendimize (a.s.m.) bir ara hizmet etmiş bulunan bir Yahudi çocuğu hastalanmıştı. Onu da ziyaret etti ve şefkatini göstererek ilgilendi. Bu durumdan çok etkilenen ve mutlu olan çocuk, İslam’a yöneldi.

O (a.s.m.), yolda ve yorgun gördüğü çocukları devesine bindirir, onları böylece şereflendirip sevindirirdi. Kuşu ölmüş bir çocuğa, taziye ziyaretinde bulunma inceliğini bile göstermiştir.

Çocuklarla çocuklaşın” buyuran Güzeller Güzeli (a.s.m.), bu tavsiyesini bizzat uygulamış; onlara hediyeler vererek, şakalar yaparak, sevgi iletişimini çok güçlü kurmuştur.

Evet, babaların en güzeli böyleydi. O (a.s.m.) en güzel baba, herkese babalık yaptı; herkes de O’nun (a.s.m.) kucağına koştu.

Şimdi, O’nu (a.s.m.) seven babalar, bu yüreğin neresinde? Eğitimin olmazsa olmaz ilk şartı, sevgi merkezli olmasıdır. Çünkü eğitim her şeyden önce yürek işidir.

Vehbi Vakkasoğlu

vehbivakkasoglu.com