Dava Adamı Kime Denir?

Mü’min İçin, Neticeyi Alıncaya Kadar Allahın Rızası Dairesinde Yaşaması Kadar Mühim Hiç Bir Şey Yoktur. İşte Buna Dava Adamı Denir.

İnsan için, Allah’ını bütün sıfatları ile tanıyıp “Marifeti ilahiye” ile ona sağlam bağlanması kadar kıymetli ve büyük hiçbir şey yoktur. Bu inanç peşine her şey ama her şey feda edilir. Bilhassa böyle bir zamanda, böyle bir inanca sahip olabilen bir dava adamı mutluluğun zirvesine ermiş olur. Bu zat, bu gayreti ile sonu olmayan bir zamanda ebedi ve izahtan çok uzak bir mutluluğu kazanabildiği için, onu ancak tebrik edip ne mutlu sana diyebiliriz. Bu geçici hayatta o dava adamının görünüşü şen şakrak olmasa bile, onun iç âleminin sevinçleri son safhadadır, fakat onu herkes anlayamaz.

Düşünün nasıl bir sevinç bu dava adamının sevinci ki, herkes kırık cam parçaları mesabesinde olan bu geçici hayata dalıp günahlara aldanarak cehennem gayyasına doğru giderken, bu zat bütün ihtiyaçlarını elde edebilmesi için ve sayısız düşmanların şer ve zararlarından korunabilmesi için, Ona sığınmıştır. Ve kendini ölü atomlardan en üstün bir mucize varlık olarak yaratan Allah’ını, bulabilmek için çekirdek mesabesindeki gayretini harcayıp, ona karşılık, Allah ta Lütfüyle onun kalbine o Nuru imanı koyarak Kendi Azameti kudretini tanıtmıştır. Ve bu sağlam imandan aldığı kuvvetle, bu kadar sayısız nimetleri huzuruna seren Mün’imi hakikiye teşekkür manasında olan ibadetini yapmak için, nefsinin kulağından tutup Allah’ına itaat edebilmeyi yine Onun yardımı ile muvaffak olmuştur. Şimdi bu zenginliği elde edebilen bu dava adamı hiç çekinmeden diyebilir ki, Benim Allah’ım “güneşi bana bir lamba, ayı takvimci, küremizi de bana bir beşik olarak yaratmış” Onun yardımı ile Onu bulup Ona bağlandığıma çok şükür. Ve gene ilave ederek diyebilir ki: ben Allah’ıma ne kadar şükretsem azdır ki ben Allah’ıma görür gibi inanıyorum. Ve nasıl inanmayayım ki: her tarafta ve çok göründüğü için bazılarının günahları gözlerini kamaştırıp Onu göremiyorlar, Evet O Allaha nasıl iman edip ibadet etmeyelim ki “baharı bir sofra-i nimet, bir deste gül, bir pazar bizim için yapıyor”.

Gene o dava adamı der: Bu Zatı Uluhiyete karşı ben nasıl boyun büküp rüku ile secdeye varma bahtiyarlığına ermeyeyim ki, mevcut sevgililerin en Âlasını bulup tarif edilmez bir sevince kavuşmuşum ki, insanların çoğunun önlerinde dikilen ölüm süfli hayatlarını zem zehir yaparken, onların çoğu imtihanda olduğunun farkında olmayarak kıymetsiz kırık çakıllar gibi değersiz geçici süfli hayatlarına gönül verip bağlanmışken, ben Öyle bir kainatın Sultanını memnun etme çabasının bahtiyarlığındayım ki: O Kerim Olan Allah bana ineği bir süt fabrikası yapmış. Tavuğu bir yumurta ile civciv fabrikası. Arıyı da bir bal fabrikası ve kesif ve basit çamurdan şeftaliyi, kirazı, armudu, dudu, karpuzu, muzu, kavunu şunu bunu, ve sayılamayacak kadar çok çeşit nimetleri, Allah’ım bana ve bütün sevdiklerime yapıyor ve emrine amade olan her şeye emredip yaptırıyor sözünü geçirebiliyor, uzaktan komanda verip her dediği oluyor, bitiyor. Ama, ne yazık ki insanların bir çoğu onları sebeplere verip işledikleri günahlar gözlerinin merceğini bozduğu için yüzü ters gördükleri için, Hakiki Sahiplerini bulamıyorlar. Ve ne mutlu bana ki, her şeyi benim hizmetime âmâde eden Kudret Sahibine itaat etmek sevincine ermek gibi bir mutluluğu bana ihsan etmiş. Ben nasıl büyük bir bahtiyarlığa erdiğimi siz bilemezsiniz? (haşiye) ( Sakın bazıları gibi yanlış anlayarak demeyin ki: madem ki her şey Allahın istemesi ile oluyormuş, öyle ise biz kötü yollara gittiğimizde niye mesul olalım? Siz mes’ul olacaksınız, çünkü siz aklın dediğini değil nefsin ve şeytanın dediğini yaptığınız için peşin verilen geçici lezzetlere aldandınız. Başınızı kaldırıp bu kadar nimetlerin bir Sahibi olacağını araştırıp bulmadınız ki, Ona kendinizi sevdiresiniz. Ve ondan sonra geçici şeyler peşine koşmaktan kurtulup, Peygamberlerin vasıtasıyla Allah size gönderdiği Kitaba dayanarak bildirdiği o sonu olmayan hayatı kaybetmemek için gayret sarf edesiniz. Hayır ve şerri Allah yaratır ama, bizimle ilgili şeyleri bizim istememiz lazım, ondan sonra, hakkımıza hayırlı ise, Allah yaratır ve bizim isteğimiz onun yaratılmasına sebep olacaktır. Hepsi bu kadar.)

Bu şuura sahip olan bu zatı ne sevinçli hal fazla güldürür, ne de üzücü haller onu üzer veya şaşırtır. Çünkü oda, merhum Ziya Paşa Şiirinde dediği gibi, kendine der, “Gamuma olma mükedder sürura itme gurur, bu bir zılli hayaldir, ne gam baki ne sürur”… Yani (ne sevinçli hallerine gururlan ne de sana isabet eden dertlerine üzül). Çünkü bu dünyada her şey geçicidir. İnsan için en acı olan ölüm bile, onu haddinden fazla üzmez. Çünkü onun nazarında Müslüman’ın ölümü cennete götürmek için bir vasıtadır. Başta Peygamberimize (a.s.m) ve bütün sevdiklerine kavuşmaya bir sebeptir, dünya zindanlarından cennet bahçelerine kavuşmak için o ölüm bir vasıtadır. Her ne kadar ölümün peçesi siyah ise de, böyle mutlulukları kazandırıp ve böyle güzel neticeleri bize veren ölüm sevilmez mi der ve rahat yaşar?

Hülasa: Böyle sağlam şuura sahip olan Dava adamı “His yok, hareket yok acı yok” sınıfından çok uzak olup, o bütün hareket ve sükunetlerini dikkatle yapmayı kendine vazife bilip, ne yiyip, ne içeceğini tayin etmekten başlayarak; kimi sevip kimi sevmeyecek, hangi yere gidip, hangisi onun için yasak olduğunun şuurundadır o, hatta hangi işi dinim bana müsaade etmiş hangisini yasakladığını bu zat bilmektedir. Dinden uzak yaşayanların akılları, menfaatlerinin hatırı için yılan gibi zehirlemekten hoşlanmaya rağmen, bunun başında ki: Akıl, inkârı ispatlamaya kalkışan din düşmanların dışında, yalınız insanlara değil, her şeye şefkat ve merhametle uzanıp onları sever. Herhangi kimseyi kötü vaziyette görse, küsmez belki acır. Yalınız anne babasına değil tüm yaşlılara hürmet ve saygıda kusur etmemeye çalışır. Gençleri geleceğin teminatı görüp onların noksan taraftarını düzeltmek için âzami gayret gösterecek bir fedai gibi elinde bulunan faydalı şeylerle onların yardımına koşarak hakiki Müslüman’a yakışır bir tavırla onlara sahip çıkar. Dava adamı yaşadığı devrin tehlikeli olduğunun farkında olup, bu devirde helalle haram aynı dükkanda satıldığı için, bu, haramın neticesi insan için nasıl bir felaket olduğunu bilip, ne pahasına olursa olsun helal dairesi benim keyfime kafidir, harama girmeye lüzum yok diyerek, fakir de olsa kanaat edip, yalınız ve yalınız helal olanı yeterli bulur. Çünkü bu zamanda onun bunun hayatlarını taklide kalkışanlar hem kendilerini hem de aile efratlarını mahıv ediyorlar. İşte önüne her geleni hoş görenlerle yaşamamaya gayret eden bir dava adamının kurtulması için ancak, Onun yaşadığı zamanı için yazılmış ve önünü projektör gibi aydınlatan Kur’ani Kerimin tefsiri olan Risale-i Nur ışığı altına girip ve ondan ders almakla yolunu bulup kurtulabilir. Ve onun ayağı davasında “sabit kadem” olup başkalarının ayağı gibi günahlar buzlarında kaymaması için, sağlam mantığı ile inandığı yüce Mevlasından yardım dileyerek fire vermeden kendisi imtihanını kazandığı gibi, hanımının da, kızının da, oğlunun da, Müslüman’a yakışır bir hayata kavuşmalarına davasına sadık olan bu aile reisi sebep olur. İşte bu dava adamına Devleti rahatsız edecek her hangi suç yapması şöyle dursun, o emniyet kuvvetlerine yardımcı olur. Ve hainler hariç, aklı başında olan her insaflı eşi dostu ve akrabaları bu taklit etmeye şayan numune-i imtisal olarak onu görürler ve faydalanmaya gayret ederler. Ne mutlu bunun gibi hedefini sağlam tayin edenlere! Vay haline onların ki, hiç incelemeden alıp koynuna koyanlara!..

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: