Deprem Kader Değil mi?

Bediüzzaman Hazretleri, bir risalesinde, “insanların ağzından çıkan ve küfrü işmam eden kelimeler var,” der ve inananların bu kelimeleri “bilmeyerek” kullandıklarını söyler.

Küfrü işmam eden, yani “koklatan, kendilerinden küfür kokusu gelen” kelimeler… Bu tesbiti okuduktan sonra ben de kelimeleri koklamaya çalışıyorum. Gün geçmiyor ki böyle bir sözle karşılaşmayayım. İşte onlardan biri:

“Deprem kader değildir!”

Uluorta söylenmiş bir söz. Kadere iman ölçülerine vuruldu mu, rahatsız edici bir koku yayıyor etrafa. Bu sözü, kaderin ne olduğunu bilen biri söylerse tehlike büyük. Ben iyiye yoruyor, “inanan” birinin “bilmeyerek” söylediğini düşünüyorum.

Deprem kader mi değil mi, bunu tahlil etmek için önce kaderin ne olduğunu hatırlayalım:

Kader, her olayın ne zaman ve nerede olacağının Allah tarafından bilinmesi ve takdir edilmesi. Her hâdise “mukadderdir,” yani yeri ve zamanı ezelden belirlenmiştir. Kâinatta olup bitenler gibi, olacaklar da Allah tarafından bilinir. İlâhî ilmin dışında kalan hiçbir olay düşünülemez.

Her ne oluyorsa, adına kısaca “kader” dediğimiz İlâhî ilmin sınırları içinde olmaktadır. Kâinatta tesadüf yok, tevafuk vardır. Bütün yerleri ve bütün zamanları kuşatan kader hakikati tesadüfe meydan bırakmamıştır.

Deprem, ya bir ilim ve irade dahilinde oluyor veya tesadüfen. Başka türlü ifade edersek, bu nevi olaylar ya Allah Tealâ’nın ilmiyle, iradesiyle ve kudretiyle meydana geliyor veya kendi kendine.

Deprem de bir fiil. Her fiil gibi elbet failini gösteriyor. Dünyayı yoktan var eden, onu güneşin etrafında bir uzay gemisi gibi uçuran, büyük bir sistem dahilinde mevsimleri değiştiren, yeryüzünde bitkileri, hayvanları, insanları halkeden, sayısız işleri vakti vaktine, şaşırmadan, akıl almaz bir ölçüyle düzenleyen, nihayetsiz ilmi, iradesi ve kudretiyle atomları mucizevî bir şekilde yan yana getirip harikulâde eserler yaratan Allah, kendi mülkünde meydana gelen ve yokluk karanlıklarından çıkardığı insanları yakından ilgilendiren deprem gibi önemli bir hâdiseyi bilmesin, irade etmesin, başıboş bıraksın, tesadüfe havale etsin… mümkün mü!

Kâinattaki her olay gibi, deprem de Allah tarafından bilinmektedir. Ne zaman ve nerede deprem olacak, nasıl olacak, neticesinde kimler ölecek, kimler kurtulacak bütün bu unsurlar, bütün ayrıntılarıyla kaderde mevcuttur.

Bu temel hakikati böylece tesbit ettikten ve imanımızı tazeledikten sonra şimdi başka bir hususu inceleyelim.

Biri çıkıp diyebilir ki: “Biz bu cümleyi kaderi inkâr etmek ve depremin tesadüfen meydana geldiğini söylemek için kullanmıyoruz. Maksadımız, insanları tedbire davet etmek. Deprem kuşağında yerleşim birimleri kurmamak, deprem ihtimalini daima göz önünde bulundurarak binalar yapmak, inşaatlarda depreme dayanıklı ve hafif malzemeler kullanmak gibi tedbirlerle bu felâketin zararını bir derece önleyebiliriz. İşte biz, bu noktaları hatırlatarak ihmalcileri ikaz etmek istiyoruz.”

Eğer söylenmek istenen bu ise, hata kullanılan kelimeden kaynaklanıyor demektir. Biz de bu ihtimali nazara aldık ve bu sözü söyleyenleri bir çırpıda küfürle itham etmeyip, ihtiyatlı davranarak “inananlar bilmeyerek kullanıyor” dedik.

Körü körüne teslimiyetçiliğe “kader” deyip, tedbirler almayı “kaderi değiştirmek” diye ifade etmek yanlıştır. İslâmî tevekkül anlayışı hiçbir tedbir almadan sonucu beklemek değildir; elden gelen her şeyi yaptıktan sonra teslimiyetle neticeyi beklemektir. Sebeplere teşebbüs edip, sonucu Allah’tan istemektir. Çünkü, sebepler bir araya gelmekle mutlaka netice hasıl olur diye bir kural yoktur. Sebepler yaratıcı değil, birer vesiledirler. Tedbir için her ne yapılırsa yapılsın, yine de neticeleri yaratacak olan Allah’tır.

Tedbir alınsın veya alınmasın, her iki halde de olup bitenler ‘kader’dir. Tedbir almakla kaderin dışına çıkılmaz. Gemi rota değiştirmekle okyanustan çıkmış olmaz. Biz insanlar kader okyanusunda yüzen birer gemi gibiyiz. Rotamızı ne yana çevirirsek çevirelim, tedbir alalım veya almayalım o ilim okyanusundan ayrılmış olmayız. Tedbir almamaya kader deyip, tedbir almayı kaderden kurtulmak zannetmenin doğru kader inancı ve anlayışıyla hiçbir alâkası yoktur.

Hâller değişir, ama kader değişmez. Meselâ, bir fakir çalışıp zengin olmakla “Ben kaderimi değiştirdim,” diyemez. Değişen onun hâlidir, fakirliğin yerini zenginlik almıştır. Şöyle demesi gerekir: “Benim kaderimde önce fakir olmak, sonra da çalışıp zengin olmak varmış.”

İslâm bize, “Kadere inanıyorsan tedbiri bırakacaksın,” demiyor. Aksine, önce tedbir alıp, sonra tevekkül etmemizi istiyor.

İnsanın her ameli ve her sözü kulluğunun ifadesidir. Başıboş bırakılmayan ve bütün varlıkların üstünde bir önem sahibi olan insanın her sözü lehine veya aleyhine şahit olarak kullanılacaktır. Söylediği sözler, kâtip melekler tarafından yazılmakta ve Allah tarafından işitilmektedir.

Bazen bir cümle bizi yücelerin en yücesine çıkarır, bazen da bir söz aşağıların en aşağısına düşürür. Söyleyeceğimiz her kelimeyi İslâm terazisiyle iyice tartmak zorundayız.

Ağızdan çıkan yanlış kelimeler, tabancadan rastgele atılan mermilerden daha az tehlikeli değildir! Bizi gözetleyen, her söylediğimizi işiten, bütün amellerimizi yazanları unutmayalım. İçimizde kendi söz ve davranışlarımızı elekten geçiren bir sansür müessesemiz olsun.

Ömer Sevinçgül – Zafer Dergisi

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: