Ders Başlıyor!

Bu yazı: “Kızıl Meydan’dan Kıbleye Hidayet Hikayesi” başlıklı yazımızın 7. Bölümüdür. Yazının diğer bölümlerine ulaşmak için tıklayınız…

SOFİA’NIN Hastalar Risalesi’ni defalarca okuması, olağanüstü bir şekilde maddi hastalığının iyileşmesine sebep olmuştu. Ayrıca, manevî bakımdan da hidayetine vesile olmuştu. Resul ile aralarındaki buzlar erimekle kalmamış, sıcak bir dostluğa dönüşmüştü. Resul, tam da kendi hallerini anlatan şu âyeti hatırlayarak Allah’a şükretti:

Allah’ın dinine ve Kur’an’a hep birlikte sımsıkı sarılın; ayrılığa düşüp dağılmayın. Bir de, Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın ki, siz birbirinize düşmanken, O sizin kalplerinizi kaynaştırdı da, Onun nimeti sayesinde kardeş oluverdiniz. Siz ateşten bir çukurun kenarındaydınız; Allah sizi oraya düşmekten kurtardı. Doğru yola erişesiniz diye, Allah size ayetlerini işte böyle açıklıyor.” (Al-i İmran Suresi, 103)

Risaleler’den Radyoevinde haftada bir program yapmak üzere karar aldılar. Resul de kendisinden günde bir saat diksiyon dersi alacaktı. Resul, her gün radyoya gidip, bu ünlü spikerden Rusça diksiyon dersi almaya başladı. Özellikle dudak tembelliğini gidermek için kalemi dudaklarının arasına yerleştirerek yaptığı temrinler, Resul’ün çok garibine gidiyor ve kendini gülmekten alamıyordu.

Fakat Sofia işinde kararlı ve ciddi idi. Resul’e sıkı ve hızlı bir eğitim uyguladı. Bir hafta içinde telaffuzu bir hayli düzeldi. Sofıa Resul’deki bu hızlı gelişmeden çok memnun oldu. Bir an önce programa başlamak istedi. Bir yandan diksiyon derslerine devam ederken öte yandan, Radyoda “Nur’dan Damlalar” adını verdikleri programlarına başladılar.

Tebliğ Hediyeleri

Bu arada Abdülkerim, Cuma namazı için camiye her gidişinde, orada satılan İslam motifli hediyelerden birini alıp Sofia’ya getiriyordu. Hediye bazen Mekke-Medine resimli bir tablo, bazen bir çalar saat oluyordu. Bir defasında İslam’da kadın haklarından ve tesettürden bahseden bir kitap ve namaz ilmihali getirmişti.

Sofia her ne kadar iman konusunda bilgilenmiş olsa da, henüz İslam’a yabancı, tesettür ve namaz gibi konulara uzaktı. Bu yüzden Resul, Abdülkerim’in aldığı bu iki hediyeyi zamansız görse de ses çıkarmadı. “Bir bildiği vardır” diye düşündü.

Programlara Büyük İlgi Var

Nur’dan Damlalar” programı, beklenenden de büyük bir ilgi gördü. Canlı yayına katılmak isteyen dinleyiciler yüzünden telefonlar zaman zaman kilitleniyordu. Bu arada dinleyicilerden ilginç sorular geliyordu. Sorular genellikle iman konularına dairdi.

Sofia, gelen soruları Resul’e aktarıyor, o da Risaleler’den yerlerini bulup okuyarak cevaplandırıyordu.

Sofia Valentinovna, yaptığı bu hizmetine bütün benliği ile sarılmıştı. Zira hayatında bu kadar benimseyip içten gelerek yaptığı bir iş yoktu. Bu yüzden programa büyük önem vermişti ve her defasında çok ciddi hazırlanıyordu. Sonraki haftayı adeta iple çekiyordu. Sofia, gerek mektup ve e-mail gerekse telefon yoluyla gelen sorulan ve dilekleri asla cevapsız bırakmıyordu.

Ayrıca Resul’le birlikte doldurmuş oldukları kasetlerden ve Rusça Risaleler’den bizzat kendi parasıyla satın alarak dinleyicilerin adreslerine postalıyordu. Böylece yayın yoluyla yapılan hizmeti, daha yaygın ve verimli hale getiriyordu.

Risaleler Silahlarla Yer Değiştirecek!

NOVGOROD’DA akşam oldu. Namazın ardından Cemalov ders yapacağı salona oturup gelecek olan kişileri beklemeye başladı. Fazla zaman geçmeden zil çaldı.

Nikolay, eliyle Cemalov’a oturmasını işaret ederek dış kapıya yöneldi. Cemalov, içeri girenleri oturduğu yerden göremiyordu.

Fakat seslerinden beş veya altı kişi olduklarını tahmin etti. Bu arada şangır şungur şeklinde bazı sesler kulağına geldi. Merakı iyice arttı. Gelenleri merak ederken o zamana kadar hiç görmediği garip kılıklı kişiler salona girmeğe başladılar. Gömlekleri, pantolonları, hatta çoraplarına varıncaya kadar baştan aşağı deri giyinmişlerdi. Yakalarında bir takım demir askılar vardı.

İçeri giren, ses çıkarmadan Cemalov’un karşısına geçip dizüstü oturdu.

Yüzleri bir yöne dönük, adeta put gibi duruyorlardı. Cemalov “hoş geldiniz” diye bir şeyler söyleyecek oldu, fakat pek karşılık alamadı.

Bunlar in mi, cin mi?” diye düşünürken Nikolay içeri girdi ve Cemalov’a derse başlamasını işaret etti. Cemalov daha önce hiç böyle bir ders yapmamıştı. Durumu biraz yadırgasa da, denilene uymak zorundaydı. Bir Risale açıp okumaya başladı. Adamlar hiç kıpırdamadan dinlediler, pek de tepki vermiyorlardı. Nihayet ders bitti, çaylar ikram edildi. Sıra herkesin dağılmasına geldi. O sırada Cemalov da onları yolcu etmek için peşlerinden gitti. Bir de ne görsün, masanın üzeri uzun namlulu silahlarla doluydu! İçine bir korku düştü. Karanlık adamlar gecenin karanlığına dalıp gittiklerinde endişesi sesine yansıdı:

– Nikolay ne oluyoruz, bu silahlar da neyin nesi böyle, dedi. Nikolay parmağını dudağına götürüp Cemalov’a sus işareti yaptıktan sonra emin bir tavırla konuştu:

– Bak Cemalov, bu silahlar, içerdeki silahlarla (Risalelerle) yer değiştirecek!

Bunun üzerine Cemalov biraz rahatladı. Bu cesur ve garip adama duyduğu hayranlık daha da arttı.

Cemalov Novgorod’da alışmadığı tarzdaki bu derslere bir müddet daha devam etti. Güneş karşısında eriyen kar gibi, bu soğuk iklimin insanları Risale-i Nur’un kalpleri ısıtan nuruna muhatap oldukça adeta eriyor ve şekil değiştiriyordu. Kısa zaman sonra gelenlerden üçü Müslüman oldu. Eski hallerini terk edip, namaz kılmaya ve Risaleleri okumaya başladılar. Diğerleri ne yazık ki, alıştıkları o hayatın karanlığından kurtulamadılar. Bir gün otomobille yuvarlandıkları nehirden ölü olarak çıkarıldıkları haberi geldi.

Koli Koli Silah

Nikolay, geçmişte insanlar için hep fenalık düşünürken artık devamlı hizmeti düşünüyor ve karanlıkta kalmışlara Nurları götürmek için çırpınıyordu. Bunun için, her gün bir kurmay gibi hizmet planlan yapıyor, yeni stratejiler geliştiriyordu. Seyyiatta kullandığı kabiliyetlerini şimdi hasenat yolunda kullanıyordu. Bu arada dönüşüne sebep olan hapishaneyi ve oradakileri unutmadı. Onlara şükran borcu olduğunu düşünerek Risaleleri onlara da ulaştırmak istedi. Bu maksatla, hapishanenin kütüphane sorumlusunu ziyaret etti. Rusça’ya tercüme edilmiş Risaleler’den bir kısmını verip mahpuslara okutturmasını söyledi. Daha sonra durumun ne olduğunu anlamak için gittiğinde, kitapların çok beğenildiğini ve elden ele dolaştığını öğrendi.

Her yeni hizmet, Nikolay’ın hızını biraz daha artırıyordu. Yeni hedeflere koşmasına sebep oluyordu. Bu defa, Rusça’ya tercüme edilmiş Risaleler’in hapishane kütüphanesine konularak daha çok kişinin istifadesine sunulması için harekete geçti. Fakat bu düşüncesinden Cemalov’a bahsetmedi. Çünkü çoğu tasarılarını kendinde saklıyor, olgunlaşıp belli bir noktaya gelmeden kimseye açmıyordu. Bir gün gelip, Cemalov’a aniden:

– Haydi, Petersburg’a gidiyoruz, dedi.

– Hayrola, ne yapacağız? Avuçlarını ovuşturarak:

– Silah alacağız silah, dedi.

Nurları tanıdıktan sonra maddi silahları bir kenara bırakan Nikolay, manevî cihatta sarıldığı Risaleler’e silah adını vermişti.

– Tamam, gidelim.

Otomobiline atlayıp Petersburg’un yolunu tuttular. Dershaneye varınca biraz soluklandıktan sonra, sıra kitap ayırmaya geldi. O güne kadar Rusça’ya altı kitap tercüme edilmişti. Cemalov, Nikolay’ın kütüphaneye kitap alacağı niyetinden habersiz olduğu için, her birinden üçer beşer tane alacaklarını sanıyordu. Çünkü bulundukları yerde fazla bir cemaat yoktu. Fakat Nikolay kitapları yüzer yüzer kolilere doldurmaya başlayınca,

– Ne yapacaksın bu kadar kitabı Nikolay, dedi.

– Silahın fazlasından zarar gelmez!

– İyi de kaç kişiyiz, bu kadarına ihtiyaç yok. Bitince yine gelir alırız…

– Parasını ben vereceğim, sen karışma!

Cemalov, bu gizemli adamın “Yine bir bildiği vardır” diye düşündüğünden üstelemedi.

Nikolay çıkan her kitaptan yüzer tane kolilere doldurdu. Taksinin bagajı ve arka koltuklar kolilerle doldu. Hatta bu yüzden yol boyunca kitap kolileri enselerine değip duracaktı.

Nikolay, devamlı büyük düşünür ve büyük adım atardı. Engel tanımazdı. Bir hedefe ulaşınca başka bir hedefe odaklanırdı.

Şehre vardıklarında dershaneye uğramadan doğru hapishanenin yolunu tuttular. Varır varmaz Nikolay, kütüphane müdürünü çağırttı. Adamın haberi vardı, kitapları beklemekteydi.

– Tamam mı, kitapları getirdiniz mi, dedi.

– Getirdik, deyince kolileri kütüphaneye taşımaya başladılar. Cemalov, olup biteni hayretle seyrediyordu.

Kitapların hepsinin hapishaneye getirilmesine şaşırmıştı. Bir ara Nikolay’dan habersiz kütüphane sorumlusuna yaklaşıp, sordu:

– Bunları ne yapacaksınız?

– Mahpuslara dağıtacağız.

– Dağıtacak mısınız?

– Evet.

Cemalov, kitapların dağıtılması halinde kıymetini bilmeyenlerin eline geçip zayi olacağını düşünerek,

– İhtiyaç duyan olur, duymayan olur. İlan etseniz de isteyen gelip alsa, daha iyi olmaz mı, diye teklifte bulundu.

Bu teklifi Nikolay da makul buldu.

– Tamam, dediğin gibi olsun, öyle yapalım, dedi.

***

İlginç manzara

GÜN Resul programa yetişmek için acele etmişti. Fakat programdan önce gelen Risale paketini almak için havaalanına uğraması gerekmekteydi. Resul, “Kitap kolisini alıp oradan programa yetişirim” düşüncesiyle havaalanına gitti. Fakat yoğun trafik sebebiyle programa geç kaldı. Sofia, dakik olduğundan beş dakika bile beklemeden programa başladı.

Resul nefes nefese radyodan içeri girdiğinde Sofia’nın sesi kulağına geldi. Sofia Resul’ün geciktiğini düşünerek yayına başlamıştı bile. Fakat Sofia’nın sesinde o gün her zamankinden farklı bir hal vardı. Okuduğu metni benimseyen bir edayla, içtenlikle okumaktaydı. Üstelik o gün Tesettür Risalesi’nden ders yapıyordu. Aralarda, ancak inanmış ve tesettürün hakkaniyetini kabul etmiş bir Müslüman’ın yapabileceği açıklamalarda bulunuyordu.

Resul, bu düşüncelerle stüdyonun kapısına vardığında o güne kadar hiç rastlamadığı manzara ile karşdaştı. Bütün radyo çalışanları stüdyonun önüne toplanmış, yayında olan Sofia’yı seyretmeğe çalışıyordu. Resul ne olup bittiğini anlamadan çalışanların, “Çabuk içeri gir, geç kaldın” sözleri ile karşılaştı. Stüdyodan içeri girdiğinde ise gördüğü manzara karşısında şaşkına döndü ve çalışanların neden stüdyonun önünü doldurduklarının sebebini anladı. Evet, Sofia Valentinovna “Tesettür Risalesi” dersini yaparken, bir Müslüman kadın gibi baştan aşağı tam tesettüre bürünmüştü! Resul onu bu halde görünce olduğu yerde dondu. Hatta dili tutuldu ve bir süre ne diyeceğini de bilemedi. Sofia, Resul’ün bu şaşkın halini fark etti, eliyle gelip okumasını işaret etti. Fakat Resul’de ne hareket etmeye ne de okumaya mecal yoktu.

Program sona erdiğinde Resul, bir parça kendisine geldi ve dilinden gayr-i ihtiyari şu cümle döküldü:

– Sofia Hanım, çok değişmişsiniz?

Buna karşı Sofia, Resul’ün şaşkınlığını daha da artıran bir cümle ile cevap verdi:

– Artık Sofia yok Resul, Meryem var!

Resul, kısa zaman önce bu stüdyoda kendisinden işittiği azar ve hakaretleri hatırladı. Demek bir kimse ne kadar koyu bir ateist de olsa, Allah’ın hidayeti eriştikten sonra kısa zamanda bu hale gelebiliyordu. “Tesettür ona ne kadar da yakışmış ve onu nasıl bir masumiyete büründürmüştü” diye düşünürken, Sofia:

– Resul, galiba kelime-i şahadet de getirmek lazım değil mi, dedi. Resul bu sözleri işitince Sofia’nın rol yapmadığını ve gerçekten Müslüman olmaya karar verdiğini anladı. Gözlerinden sevinç gözyaşları akmaya başladı. Sofia:

– Stüdyodan çıkmadan hemen burada kelime-i şehadet getirelim, dedi. Ve ikisi birden gözyaşları içinde, Novgorod şehrinin radyo binasının üçüncü katındaki stüdyoda “Eşhedu en lâ ilahe illallah ve eşhedu erine Muhammeden abduhû ve Resuluhû” dediler.

Çok değil bir ay önce kavga ile başlayan dostluk, kelime-i şahadetle noktalanmıştı. Kalpleri sımsıcak İslam kardeşliği ile birbirine bağlandı. Sonsuza dek sürecek bir iman kardeşliği kuruldu.

Ah o stüdyoda getirilen kelime-i şehadet… Resul’ü, hayatında hiçbir şey Rus şivesiyle getirilen bu kelime-i şehadet kadar etkilememişti. Çünkü onun kısa zamanda bu derece bir değişim geçirebileceğine ihtimal vermemiş ve onun hidayetini hep imkânsız görmüştü. Oysa Sofia Valentinovna bu gerçeğin yeni ve canlı bir şahidi olarak karşısında duruyordu, hakkında düşünüp söylediklerinden dolayı pişmanlık duydu ve Allah’tan istiğfar etti.

Üstad’a Ağlar

Sofia ile başladıkları radyo programları üzerinden yaklaşık on hafta geçmişti. Artık Sofia sadece program yaparak değil, her geçen gün öğrendiklerini hayata geçirerek tam bir mümin ve Müslüman olarak yaşamaya başlamıştı. Lisan-ı haliyle de İslam’ı tebliğ ediyordu. Okuduğu Nur Risaleleri’yle her geçen gün biraz daha olgunlaşıyor ve kalbi yumuşuyordu.

Cuma günleri Resul’ün kaldığı dershaneye gelerek onları dışarı çıkarıyor; içeri girip dershanenin odalarını baştan sona silip süpürüyor ve kendi eliyle kardeşlere yemekler hazırlıyordu.

Risale-i Nur okudukça ve Üstad hakkında yeni şeyler öğrendikçe Sofia’nın şevki daha da artıyordu. Hele Üstad Bediüzzaman’ın yaşadığı çileli hayatın hatıralarını öğrenmeye kalbi dayanamıyor, okudukça gözlerinden yaşlar akıyordu. Hidayetine vesile olan Üstad’a öylesine minnettar olmuştu ki, resmini bile yanından ayırmıyordu. Öyle ki, ne zaman Üstad’ın ismi geçse gözleri yaşla doluyordu.

Bir defasında Resul ile program sonrası söz yine Üstad’dan açıldı. Üstad’ın hayatından konuştular. Rusça basdan Ayetü’l-Kübra’nın sonunda Üstad’ın kısa bir biyografisi vardı. Sofıa Resul’den orayı okumasını istedi. Resul kendisinin daha iyi okuduğunu söyleyerek kitabı Sofia’ya uzattı. Sofia Hanım okumaya başladı. Özellikle, “Bana, ‘Sen şuna buna niçin sataştın?’ diyorlar. Farkında değilim, karşımda müthiş bir yangın var, alevleri göklere yükseliyor. İçinde evladım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeğe, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de ayağım ona çarpmış, ne ehemmiyeti var? Bu büyük yangın karşısında bu küçük hadise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler” ifadelerini okurken, Sofıa hıçkırıklara boğulmuş, Resul de onun bu haline dayanamayıp, soluğu yan odada almıştı.

Evet, bir kalbe iman girdiğinde, onu işte böyle eritip, nurlandırıyordu. Bu gerçeğin en çarpıcı örneği Sofia Valentinovna’ydı.

devam edecek…

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: