Binanın inşaatı çatıdan değil temelden başladığı gibi, devlette iyi eğitilmiş fertlerden teşekkül etti ise ayakta uzun yıllar kalabilir. Fertlerin sağlamlığı, başka zamanlarda da fakat bilhassa bu zamanda, din ile dünyasını öğrenmesinden geçer, insanın her iki hayatı sağlam öğrenmesi için de, 6-7 yaşından kafasına bilgin almaya başlayıp, ömrünün sonuna kadar, Alim ve tecrübeli kimselerin bilgilerinden istifade edip ve devamlı faydalı kitap okumakla istenilen neticeyi elde edebilir. Benim nazarımda, Şuurlu bir anne ve baba için, evlatlarına geçici dünya hayatının istikbalini temin etmek için bir meslek veya herhangi tahsil yaptırmaya gayret ederken, o çocuğun, sonu gelmeyen ebedi bir hayati için de lazım olan gayreti de kat’iyyen ihmal etmemesidir. Dediğim gibi, bu iş buğünkü anne ve baba için kolay bir iş olmadığı gibi, bu anne babanın da, katiyen bundan daha mühim hiçbir işi yoktur. Şimdi çocukları eğitmekte kimin rolü fazladır sorusuna karşı: Çocukları eğitmekte en büyük rolü anne oynar sonra baba, ondan sonra öğretmen, yani devletin eğitim sistemi gelir. Her ne kadar İslam âileden sorumlu babayı tutarsa da, baba evin geçimini dışarıdan teminle uğraştığı için, baba çocukların eğitiminde anne kadar hisse alamaz ama, evladını takip etmekte ön planda yine baba gelir.
Evet! Çocuğun eğitimini zamanında yapamayıp vakit elden geçti ise, sonra onunla hiç uğraşmayacak mıyız? Tabii ki uğraşacağız, ne kadar olursa hiçe benzemediğini bilerek, ona bir şeyler öğretmeye çalışacağız. Hele maneviyattan mahrum bırakmamak için yaş ne kadar ilerlerse ilerlesin, kim olursa olsun insandan ümidi kesmeyip bir şeyler vermeye çalışacağız. Hatta yabancı bile olsa sözümüz geçtiği kimseye, bildiğimizi esirgemeden, azda olsa hiçten daha iyi olduğunu bilerek onun canına kıymayacağız, farzların üstünde bir farz olan, hakkı tebliği yerine getirmek kadar hiçbir iş mühim değildir.
İnsanı yetiştirmeye başlama zamanına, Peygamberimizin (a.s.m)` iki hadisi şerifinin meâli ile işaret edeceğiz:
Birincisi: “İlmi beşikten mezara kadar tahsil edin” Yani çocuk konuşma ile anlamaya başladığı vakitten başlayıp tâ mezara kadar devam etmeli.
İkincisi: “Evlatlarınıza yedi yaştan itibaren namaz kılmasını emrediniz” derken, o masum çocuğa en azından beş yaşından sonra namaz kılmasını öğreteceksiniz ki, çocuk namaz kılmasını bilsin. Gene Peygamberimiz a.s.m. eğitimin zamanında başlanmasına işaret eden hadisi şerif mealinde “çocuk yetiştirmek daha evlenmeden önce başlar” derken evlenecek erkek ve kızın aileleri, onları yetiştirecek ki, onlarda evlenince onlara Allah evlat verirse onlara karşı şuurlu hareket edip Allahın en makbul hediyesi olan evlatlarına karşı, hem sözle hem de işle nasihat edebilecek olgunlukta olurlar, böyle olgun anne ve babanın evlatlarının her hareketinde mükemmellik görmek mümkün. Eğer bir ailede herkes namaz kılarsa, o ailede 1-2 yaşında çocuklar dahi büyükler gibi secdeye düşüp kalktıklarını görebilirsiniz.
İşte yaratanın kanunlarına uyarak yetişen cemiyet ve ondan teşekkül eden devlette ona göre olur. Aksi takdirde ailede her gün kavga gürültü ve onlardan doğan çocuklarda vahşi ve anne babaya karşı hürmet yerine, Allah korusun, Anneye kocakarı babaya da moruk deme cür`etine düşebilirler. (Çocuklar ne yapar? Anne ve babadan gördüklerini yapar) atasözü değişmez hakikattir. Zaten çocukların arkadaşları da anne ve babanın tasvip ettiği kimseler olur.
Çocuk ailesinden menfi veya müspet yönde, nasıl bir terbiye aldı ise, sokakta karşılaştıklarını de kendi fikrine göre seçer ve öylelerle hem dem olur. Menfi derken, Çocuklarına dinini öğretmeyen babayı kastediyorum, zavallı bu baba ve yahut anneyi daha geç muhakkak pişmanlık bekliyor amma, sonra ki ah oh lamalardan ne fayda.
Evet! 100 seneye yakın uzun bir devrede batı batı deyip onları taklide çalışan bir cemiyeti işinde yaşayıp din terbiyesi almayan anne babadan doğan çocuklar’ da, içki, kumar, fuhuş ve anne baba yanında bacak bacak üstüne atıp sigara tüttürmeler normal karşılanmalı. İşte ahlak terbiyesi alamayan bu çocuklar, ister kız ister erkek olsun, evlenme kararlarını de anne baba fikrine müracaat etme ihtiyacı duymadan, biri diğeri ile tanışıp karar verirler ve çok acıdır ki sokakta evlenenler kısa zamanda kavga edip sokakta boşanırlar. Eğer herhangi çocukları daha önce doğdu ise, derdi başlarından defetmek için kimseye verme çaresini ararlar, daha doğmamış cenin mevcut ise, bir an önce vücuttan defetme yolunu bulmaya giderler.
İşte din terbiyesi almayan anne ve baba olanlarda, ciğer pareleri olan evlatlarına karşı dahi ne kadar merhametleri olduğunu görünüz.
Böyle evlat yetiştiren annelerden birinin beyi daha erken vefat etmiş, yetim büyüttüğü evladı da, annenin tırnakları ile topladığı parayla evlenmiş, gelen gelin de, geldikten birkaç gün sonra beyi işte iken, kaynanaya güzel bir hakaret etmiş. Zavallı annenin oğlu işten gelince, oğluna derdini anlatmış oğlu da, sana dayak atmamış ya, sen ona şükret cevabını alınca ağlayıp biraz fenalığı atmakla biraz rahatlamış.
Profesör Sadi eren bey âile hayatından bahseden bir kitabında, birinin âile hayatından bahsederken diyor, sakın yapmayalım kısa düşünen eşler gibi! Karı koca boşanmaya karar verip mahkemeye gitmişler. Hâkim onlara, aranızda ne var, deyince? Onlarda! Anlaşamıyoruz. Neden? Hanım demiş ki: Ben ona diyorum, dış macununun tüpünü sıkarken, ortadan değil ucundan sık. Oda benim sözümü dinlemeyip tutuyor ortadan sıkıyor, da ondan ayrılmaya karar verdik. Hakim onlara bu basit sebepten ayrılacağınıza, ikinize birer tüp macun alın da iş buraya kadar gelmesin.
Evet bu hayati meseleyi yazan: Abdülkadir Haktanır