Dikkat! Fitneler Kardeşliğimizi Bozmasın..

Şunu unutmayalım ki, biz şunun bunun değil, “Bilerek karıncaya ayak basmayın” diyen bir dinin ve “Kim gayr-ı müslim bir vatandaşa eziyet ederse kıyamet günü onun hasmı ben olurum” diyen Hz. Muhammed(a.s.m) gibi bir peygamberin kurduğu bir medeniyetin mensuplarıyız.

Bu günlerde yine içinde bulunduğumuz ahir zaman fitnesinin çeşitli versiyonları bir bir sahneye konuluyor.  Tefrika, alt etmenin en keskin yoludur. “Böl, parçala, küçük lokmalar haline getir ve kolayca yut!” senaryosu Mısır firavunlarından beri insanlık camiasında en fazla revaç bulan silahların başında gelir.

“Doğrusu Firavun, ülkesinde (Mısır’da) zorbalık yaptı, büyüklük tasladı. Halkını çeşitli fırkalara ayırdı. Onlardan bir topluluğu, erkek evlatlarını kesmek, kız evlatlarını ise hayata atmak suretiyle özellikle zayıflatmak istiyordu. O, bozguncunun teki idi.” (Kasas:4) mealindeki ayette, Firavun’un bu bölüp parçalayarak yönetmek gibi zalimane taktiğine işaret edilmiştir.

Şairin dediği gibi, “Girmeden tefrika bir millete düşman giremez/Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez”.

Tefrikanın en kolay ve en keskin silahı ise, Hz. Peygamber tarafından lanetleniş olan menfi milliyetçilik ve ırkçılıktır. Kim olursa olsun hangi taraftan olursa olsun ırkçılık damarıyla hareket edenler, yanlarında zulüm damarını da taşıyor demektir. Çünkü bu damar daima bölücüdür. Doğrudan bölücülük yapar veya her hareketi, her davranışı kendine karşı yapılmış olduğunu düşünerek farklı bir zulüm kulvarında boy gösterir.

Menfi milliyeetçilik duygusu yerine, insanları en güzel şekilde barıştıran, birbirine karşı tahammül gücünü artıran, fitne-fesattan uzaklaştıran iman kardeşliğidir. Öyleyse Müslüman toplumlarda hamiyyet-i milliye yerine hamiyet-i İslamiye esas olmalıdır.

Bediüzzaman hazretlerinin ifade ettiği gibi, menfi milliyetçilik, “şeametlidir, zararlıdır; başkasını yutmakla beslenir, diğerlerine adavetle devam eder, müteyakkız davranır. Şu ise, muhasamet ve keşmekeşe sebebdir.” (Mektubat, 322)

“Asabiyet-i cahiliye (denilen menfi milliyetçilik), birbirine tesanüd edip yardım eden gaflet, dalalet, riya ve zulmetten mürekkeb bir macundur. Bunun için milliyetçiler, milliyeti mabud ittihaz ediyorlar. Hamiyet-i İslâmiye ise, nur-u imandan in’ikas edip dalgalanan bir ziyadır.” (Mesnevi-i Nuriye, 112 )

İslam toplumları ancak bu iman ışığıyla birbirine bağlanabilir, dayanışma gösterebilir. Milliyet duygusu birleştirici olmadığı gibi adaletten de uzaklaştırır. Çünkü “Unsuriyet ve milliyet esasları, adaleti ve hakkı takib etmediğinden zulmeder. Adalet üzerine gitmez. Çünki unsuriyet-perver bir hâkim, milletdaşını tercih eder, adalet edemez.” (Mektubat , 54 – 55)

“Hepiniz toptan, Allah’ın ipine (dinine) sımsıkı sarılın, bölünüp ayrılmayın. Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah kalplerinizi birbirine ısındırmış ve onun lütfu ile kardeş oluvermiştiniz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oraya düşmekten de sizi O kurtarmıştı. Allah size âyetlerini böylece açıklıyor, ta ki doğru yola eresiniz.” (Al-i İmran,3/103) mealindeki ayetin emrini yalnız sade vatandaşın değil bütün siyasilerin, yöneticilerin de dinlemeleri, üzerinde düşünmeleri ve bunun yegâne kurtuluş reçetesi olduğunu içlerine sindirmeleri, önce kendi hayatlarında özümsemeleri sonra da bunu diğer insanlara yansıtmaları –yalnız ahret hayatı bakımından değil- toplum hayatının barış ve huzuru bakımından da büyük önem arz etmektedir.

Emin olun ki biz bu ayeti okurken sanki bu günlerde yeniden inmiş ve özellikle Türkiye’deki barış sürecinin ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyormuş gibi bizde bir etki meydana getirdi. Hiç şüphe yoktur ki Kur’an’ın mesajları kıyamete kadar bütün önemli olaylara projeksiyon tutacak ve insanları irşat edecektir.

Ayetin ilgili cümlelerinin mealini tekrar okuyup, tefekkür etsek, üzerinde iman şuuruyla düşünsek bu gerçeği göreceğimizden şüphemiz yoktur. İşte o cümleler:“Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah kalplerinizi birbirine ısındırmış ve onun lütfu ile kardeş oluvermiştiniz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oraya düşmekten de sizi O kurtarmıştı. Allah size ayetlerini böylece açıklıyor, ta ki doğru yola eresiniz”.

Birkaç yıldır, Allah’ın başta yöneticilerimize ve halkımıza verdiği basiretle bu ateş çukurundan uzak bir hayat yaşayan insanlarımız, bu barış sürecini büyük bir nimet ve bir kardeşlik projesi olarak değerlendirmeleri elzemdir.

-Bu fitne zamanında herkesin azami derecede dikkatli olması, konuşurken, karar alırken, nasihat yaparken sözlerini nefis ve duygularının seline bırakmaması, akıl, izan, vicdan ve iman şuuru süzgecinden geçirmesi büyük önemi haizdir.

Bu konuda birkaç hadis-i şerifi hatırlamakta fayda vardır. Ümmetine en şefkatli reis olan Hz. Peygamber(a.s.m) buyuruyor ki: “Müslüman müslümanın kardeşidir, ona zuletmez, onu düşmana teslim etmez.. Kim kardeşinin bir ihtiyacını gidermeye çalışırsa Allah da onun ihtiyacını giderir.. Kim bir müslümanın bir sıkıntısını giderirse Allah da kıyamet günündeki sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir.. Kim de bir müslümanın kusurunu örterse Allah da kıyamet günü onun kusurunu örter.”(Buhari, Mezalim,3)

 Demek ki müminlerin hukuku genel insan hakları içinde ayrı bir özellik ayrı bir önem arz etmektedir.

İman şuurunu taşıyan her mümin: “Kim kardeşine (kesici, ürkütücü) bir demiri doğrultsa bundan vazgeçmediği sürece (sadece bu hareketinden ötürü) melekler onu lanetleyecektir…” (Müslim, Bir,125) manasındaki hadisin ikazına elbette kulak verecektir. Değil bir mümin kardeşini öldürmek, onu şakadan korkutmaktan bile bütün kuvvetiyle sakınacaktır.

İnsanları cehenneme sürükleyen kötülüklerin başında dillerin kopardığı ürünler (kötü sözler) olduğunu belirten Hz. Peygamber: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse ya hayırlı/güzel, faydalı şeyler söylesin ya da sussun.” (Zevaid,10/299) buyurmaktadır.

Demek ki insan konuşurken söylediği sözlerin faydalı mı zararlı mı olduğunu, tamir edici mi tahrip edici mi olduğunu tartmalı ona göre söz söylemelidir.

Kur’an’da “Fitne katilden daha büyük” olduğu belirtilmiştir. (Bakara:191, 217) Bunun manası şudur: Öyle fitneler var ki bir katil değil, birçok katlin vukuuna sebep olabilir. Onun için herkesin özellikle siyasilerin, özellikle bu günlerde dillerine sahip çıkmalıdır. Şu iyi bilinmelidir ki bir söz yüzünden meydana gelen kötülükleri, cinayetlerin, fitne-fesadın ilk ortağı bu söz söyleyenlerdir. Bunun vebali çok büyüktür. Allah’a ve ahrete iman eden kimselerin hesaplı-kitaplı konuşmaya alışmalıdır.

-Sokak dilini kullanalar, sokağı kışkırtanlar, sokağı karıştıranlar, sokağın sakinleşmemesi için gayret gösterenler, sokaktan medet umarak taraftar olanlar, sokaktan siyasi veya başka bir çeşit rant elde etmeye çalışanlar, sokakta meydana gelen bütün kötülüklerin müsebbibi olarak,  kıranların,  parçalayanların,  yok edenlerin, kesenlerin, yakıcı madde atanların, yakanların, milletin ve devletin mallarına bilerek zarar verenlerin, katillerin suçlarına ve günahlarına ortak olurlar. .

Sokakların fitnesine dikkat çeken ve fitnelerin olduğu bir ortamda insanların ne kadar dikkatli olmalarının gereğine işaret eden Peygamberimiz (a.s.m)’in su  sözleri herkesin kulağına küpe olmalıdır: “Öyle fitneler olur ki, o dönemde oturan ayakta durandan daha hayırlıdır. Ayakta duran yürüyenden daha hayırlıdır. Yürüyen koşandan daha hayırlıdır..”(Müslim, Fiten,10)

 Demek ki bu gibi ortamlarda her hareket olumsuz bir hareketi tetikleyebilir.

-Önemli bir husus da “Hiç kimse başkasının suçundan dolayı suçlu sayılamaz.” (Enam:164) manasına gelen ayetin işaret ettiği gibi, “suçun şahsiliği” prensibinin unutulmamasıdır.

Son sözü asrın müceddidi ve ıslahatçısı olan Bediüzzaman hazretlerine bırakıyoruz:

“Ehadîs-i şerifede gelmiş ki: Âhirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek eşhas-ı müdhişe-i muzırraları, İslâm’ın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek az bir kuvvetle nev’-i beşeri herc ü merc eder ve koca Âlem-i İslâmı esaret altına alır..

Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız! İhtilafınızdan istifade eden zalimlere karşı (Müminler ancak kardeştir)-mealindeki ayetin- kal’a-i kudsiyesi içine giriniz; tahassun ediniz. Yoksa ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz.

Malûmdur ki; iki kahraman birbiriyle boğuşurken; bir çocuk, ikisini de döğebilir. Bir mizanda iki dağ birbirine karşı müvazenede bulunsa; bir küçük taş, müvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir.

İşte ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârane tarafgirliklerinizden kuvvetiniz hiçe iner, az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Hayat-ı içtimaiyenizle alâkanız varsa, (Mümin müminine karşı duruşu bir binanın birbiriyle kenetlenmiş taşlarının duruşu gibidir)düstur-u âliyeyi düstur-u hayat yapınız, sefalet-i dünyeviyeden ve şekavet-i uhreviyeden kurtulunuz!” (Mektubat, 270)

Doç Dr. Niyazi Beki