Dumlupınar Denizaltısı Faciası

4 Nisan 1953’de, NATO deniz tatbikatından avdet etmekte olan Dumlupınar adlı denizaltı gemimiz, gece saat 02.08’de Çanakkale Boğazı’na girdikten sonra, Nara burnu açıklarında su üstünde seyrederken, karşı istikametten İstanbul’dan gelmekte olan İsveç bandıralı Naboland ismindeki şileple çarpışarak batmıştı.

Aldığı mühim yara sebebiyle 3-4 dakika içinde sulara gömülen Dumlupınar’ın, üstünde oldukları için kurtulmak imkanı bulan 5 kişinin haricindeki 81 kişilik mürettebatı, bütün gayretlere rağmen kurtarılamamıştı. Kazayı takip eden iki gün bütün Türkiye, 90 metre derinlikteki çok akıntılı suların içinde kayalara oturan Dumlupınar denizaltımızı kurtarma teşebbüslerine ait faaliyetler ile, fevkalâde bir merak ve alâka hissi ile meşgul olmuştu.

Dumlupınar kelimesi böylece, Çanakkale Boğazında senelerce evvel meydana gelen bir denizaltı faciasının ismi halinde o günlerin heyecanını yaşayanların hâfızalarına nakşolurken, o kazada kurtarılamayan 81 denizcimizin aile ve dostlarının yaşlı gözlerinin her biri, bu hadisenin elemiyle birer dumlu-pınar (gözyaşlı pınar) olmuştu.

Bu dünya dâr-ül hikmettir. Dumlupınar denizaltımızın 81 mürettebatı ile Çanakkale Boğazı’nın 90 metre derinliğindeki akıntılı sulara batması ve ne kendisinin ne de içindeki denizcilerimizin kurtarılamaması hadisesinin de, insanlara manevî ders ve ibret mevzuu olacak çok hikmetleri bulunabilir.

Bu unutulması güç hadisenin hatırlanması, hikmetleri olabileceğinin düşünülmesi ve hikmetlerinin araştırılması, bizi hemen Hazret-i Yunus Aleyhisselam’ın Kur’anda bahsedilen kıssa-i meşhuresi ile mukayeseye sevk ediyor.

Hazret-i Yunus Aleyhisselam denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı, gece dağdağalı, karanlık ve her taraftan ümit kesik bir vaziyette… Sebepler tamamen sukut etmiş. Bütün halk onun hizmetkârı ve yardımcısı olsa idiler, yine ona hiç faydaları olamazdı. Demek sebeblerin tesiri yok! Hazret-i Yunus Aleyhisselam, o halde Müsebbib-ül-Esbabtan başka bir melce olamadığını ayn-el yakin görüp O’na münâcaatta bulunmuş. Bu münâcaatı ona süratle vasıta-i necat olmuş.

Dumlupınar denizaltımızın içindekilerle beraber bir daha su yüzüne çıkmamak üzere batması hadisesinin hâfızalardan yıllardır silinmeyen izlerinin mahiyetinde, kendimizi sanki sahil-i selamette görüp, batan denizaltıda şehîd olanlara acımak manası hissediliyor.

Hakikatte ise, gaflet ve dalalet denizlerinin mâneviyat alemimizdeki karanlığından, dehşetinden ve korkulu dalgalarından habersiz, ebedî hayatımızın mahvına çalışan heva-yı nefsimizin esiri olmak, Dumlupınar gibi bir denizaltının içinde Çanakkale Boğazı’nın derin sularına batıp boğulmuş olmaktan binlerce defa daha tehlikeli bir haldir!…

Allah’tan bize bu meseleyi böyle anlamayı ve bu anlayışın icabına göre yaşamayı mümkün kılacak şuurlu bir iman talep edelim.

Mustafa Y. NUTKU

www.NurNet.Org