Dünya İnsanları Bediüzzaman’a Neden Hayran?

Bizler, Bediüzzaman’ın olağanüstü feraset ve fedakârlığına hayrânız.

Onun; Dünya hazinelerini, Riyaset ve tüm makamları, boğazda yalıları, hattâ çil-çil altınlarca maaşları elinin tersiyle iterek, “karşımda müthiş bir yangın var, içinde imanım ve evlâdım tutuşmuş yanıyor, onu kurtarmaya koşuyorum” diyerek, zalimlerin yüzlerine haykırışına hayrânız.

bediüzzaman perde ve adamİnsanlık gereği mutlaka bilmemiz gerekenleri, bu asrın keşmekeşiyle, maişet ve dünyevi meşguliyetlerimiz nedeniyle unuttuklarımızı ve ihmal ettiklerimizi, yani şu geçici dünya hayatında SINAVDA oluşumuzu, bizlere en güzel bir şekilde anlattığı için ona hayranız…

Onun, muâsırlarına 100 annenin şefkatiyle bakarak, “ümmeti Muhammed’in îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım” diye samîmâne haykırışına hayranız.

Biz ona, Kur’an’a olan dellallığından, Allahı c.c. tüm Esmâlarıyla ve Hz. Muhammedi sav. 300’den fazla belgeleriyle en güzel bir şekilde tanıttığından ve (hiç bir ayırım yapmadan) bu milletin imanının kurtarılmasını dert edişinden dolayı hayrânız.

Onun; asrımıza ait maddî veya mânevî arazlarımızı ve hastalıklarımızı doğru ve tam isabetli teşhislerine ve en etkili olan ilmî ve dînî reçetelerine hayrânız.

Onun; harama nazardan sakınmada ve takvâda zirve bir örnek, celâdet ve cesarette zirve bir örnek, insanlığa şefkatte ve merhamette zirve bir örnek oluşuna hayrânız.

Onun, hapishanedeki katiller koğuşunu bile, 2-3 ay gibi kısa bir zamanda, cemaatle 5 vakit namaz kılmaları gerektiğine inandırarak, birkaç kişiyi öldürmüş katillere, bir tahtakurusunu bile öldürmekten sakınacak şekilde iknâ etme kabiliyetine hayrânız…

Onun, esarette Rus kumandanına karşı ve kendi ülkemizdeki zalimliklere karşı, zerre kadar tereddüt etmeden dik duruşuna, zulümlerini yüzlerine haykırışına ve ilmin izzetini en güzel bir şekilde muhafaza edişine hayrânız…

Onun, kendisine bile zor yetecek olan çorbasının tanelerini, (çalışkan ve Cumhuriyetçi olduklarından dolayı) karıncalarla paylaşmasına, kedilerle paylaşmasına, çamaşır ipine konan sinekleri bile rahatsız etmemek için, yıkanmış çamaşırlarını başka yerlere astıracak kadar yüce şefkatine hayrânız…

Onun, asrın en seçkin İslâm âlimi olduğu halde kendisini, her zaman âciz, zaif, câhil, âsi, mücrim (hâşâ) v.s. kelimelerle, nefsini yerden yere vuruşuna, “..ben, kuru bir üzüm çubuğu hükmündeyim, üzümlerdeki hâsiyet, o kuru çubukta aranmaz” diyerek, Risale-i Nurlardaki güzellikleri de kendine mâl etmemesine hayrânız…

O mümtaz şahsiyetin, tüm dünya zevklerinden vazgeçip, İ’lâyı Kelimetüllahı dünyaya yaymak ve tüm insanların imanını kurtarmak uğruna, çektiği bunca çile ıstıraplara karşı gösterdiği SABIR ve metanetine hayrânız…

İşte o mümtaz şahsiyet, Seyyid veya Şerifliğinin ispat edilmiş olması elbette nûrun alâ nurdur. Ancak, bu durum hiç kimseye bir artı veya nâkısa getirmez. Herbirimiz, kendi amel ve icraatlarımızdan sorgulanacağız. Hatta, babamız Peygamber bile olsa, iltimas söz konusu değildir. Bu konuda çok net âyeti Kerîmeler ve Vedâ hutbesinde haykırılmış hadîs-i Şerifler de var.

Kur’ânda, yüce Rabbimiz Nuh AS’ın sitemine verdiği cevaba bakınız:

Oğlunu Tufan öncesinde gemiye binmeye ikna edemeyen Hz. Nuh’un “..Ey Rabbim. Hani bu felakette ‘EHLİM’den kimse helâk olmayacaktı?” diye yakarmasına, Rabb’imizin: “O senin ‘EHLİN’ değildi, SENİN ‘EHLİN’ SÂLİH OLANLARDIR!”.. cevabı, tüm insanlığa çok net bir mesaj değil mi?…

Hz. Muhammed bir gün sabah namazından dönerken, Hz. Âişe anamızın sabah namazına kalkamadığını fark edince, onu şöyle ikâz etmişti.

-“Ey ciğer pârem, bu konuda sakın babanın Peygamberliğine güvenme!…”

Cenab-ı Allah Hucurat Suresi 13. Âyete: “Ey insanlar, Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışanız diye sizi milletlere, kabilelere ayırdık. Haberiniz olsun ki, Allah katında en şerefliniz, en takvalınızdır.” Buyurmuyor mu?…

Az. Muhammed (sav) Hadîs-i Şeriflerde; “Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O’ndan en çok korkanınızdır. Azası kesik siyahî bir köle başınıza amir olarak tayin edilse, sizi Allah’ın kitabi ile idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz”..buyurmadı mı?…

***

NOT: Bu yazımı, Bediüzzaman Hz.’nin şeceresinin açıklanması üzerine, çok küçük ve lokal bazı rahatsızlıklar nedeniyle yazma ihtiyacı duydum…

A. Raif Öztürk / moralhaber.net