Dünya kadınlar günü vesilesiyle

“Birleşmiş Milletler”in 8 Mart tarihini hiçbir atıfta bulunmadan ve gerekçe göstermeden “Dünya Kadınlar Günü” olarak kabul etmesine hiçbir itirazımız yoktur; hattâ bunun doğru bir karar olduğunu da söyleyebiliriz. Çünkü “kadın”, ailenin ve insan neslinin devamının temelini teşkil eder; onun önemine, niteliğine, vazifelerine daha fazla dikkat çekebilmek için böyle bir günün kabulü isabetlidir.

En basit bir makinenin bile “Kullanma Talimatı”na uyulmazsa, o makine ya bozulur veya ondan verim alınamaz. En mükemmel makine halinde ise, onun “Kullanma Talimatı”na uymak çok daha fazla önemlidir. Bu, hiç kimsenin inkâr edemeyeceği bir gerçektir.

Fakat insanlar, basit makineleri bile kullanırlarken onların kullanma talimatlarına ekseriya uyabilirlerken, “en mükemmel makine”yi kullanırken –tam aksi bir davranışla- onun kullanma talimatına –büyük bir ekseriyetle- muhalefet ederler ve aslında bu muhalefetlerinin neticesi olan arızaların sebeplerini ve giderilme yollarını da garip ve anlaşılmaz bir şekilde, başka yerlerde ararlar!

Halbuki insan, “kâinatın en mükemmel makinesi”dir. Onu Yapan (Allah), onun “Kullanma Talimatı”nı da vermiştir. Bu makine, onu Yapanın (Allah’ın) “Kullanma Talimatı”na uyularak çalıştırılmazsa, elbette arıza verecektir ve ondan verim alınamayacaktır.

Bütün fiilleri meydana getiren –“Amentü”de “Hayrihî ve şerrihî minallahi teâlâ” cümlesinde de belirtildiği gibi- Allah’tır. Risale-i Nur’da “Kader” meselesinde açıklandığı gibi de, insanın yaptığı, sadece “seçmek”tir. Allah insanın seçtiğini meydana getirir ve insanın bu seçimiyle ilgili– sadece niyet safhasında kalmış olsa bile- niyeti ve fiili sebebiyle mükafatlandırır veya cezalandırır.

Türkçemizin bir azizliğindendir ki aynı ifade, bazen aynı mevzuda “olumlu” bazen de “olumsuz” manâya gelebilmekte; kişilerin niyet ve maksatlarına göre, bazen bu cins ifadelerde tevilin en uç ve en aykırı noktasına kadar gidilebilmektedir! Bunun en bariz ve tipik misallerinden biri, çocuklarımızın okula ilk başladığında eline tutuşturduğumuz “Okuma Kitabı”dır. Bu kitap ismi, niyet ve maksada göre “Kitap okuma!” yasaklaması olarak da, yani tevilinin en uç ve en aykırı şekliyle, tamamen ters bir manâda da kullanılabilir. Bunun gibi, en basitinden en mükemmeline kadar bütün makinelerin onlara arıza verdirtmeden ve verimli olarak kullanılabilmesi için, “o makineyı yapan” tarafından verilen “Kullanma Talimatı” da tamamen ters bir manâda, yani –kelimelerin yerlerini değiştirerek- “Talimatı Kullanma!” yasaklaması olarak anlaşılırsa; bu tevil en uç ve en aykırı manâsına kadar zorlanırsa ve “Kullanma Talimatı”na uyulmazsa, o makinenin arıza vermesinden veya verimli çalışmamasından, kimin kime şikayete hakkı olabilir ve bu durumla ilgili başka sebepler ve çareler aramanın ne faydası olabilir?

İşte, insanın “kâinatın en mükemmel makinesi” olduğunu ve onu “Yapan”ın (Allah’ın) onun “Kullanma Talimatı”nı da yapmış olduğunu düşünebilmeli; bilhassa onun “ailevî meseleleri” de dahil, “insanın ferdî ve içtimaî hayatındaki her neviden bozuklukların” sebep ve çarelerini başka yerlerde aramak yerine, her şeyden önce, onu “Yapan”ın (Allah’ın) verdiği “Kullanma Talimatı”na uyularak çalıştırılıp çalıştırılmadığını araştırmalı ve buna göre gereğini yapmalıyız.

Bediüzzaman, Risale-i Nur Külliyâtı, Lem’alar, Yirmidördüncü Lem’a’nın İkinci Nüktesi’nde şöyle demektedir:

“İKİNCİ NÜKTE: Bu sene inzivada iken ve hayat-ı içtimaîyeden çekildiğim halde bazı Nurcu kardeşlerimin ve hemşirelerimin hatırları için dünyaya baktım. Benimle görüşen ekseri dostlardan, kendi ailevî hayatlarından şekvalar işittim. ‘Eyvah!’ dedim. İnsanın hususan müslümanın tahassüngâhı ve bir nevi Cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır. Bu da mı bozulmağa başlamış dedim. Sebebini aradım. Bildim ki: Nasıl, İslâmiyetin hayat-ı içtimâîyesine ve dolayısıyla dîn-i İslâma zarar vermek için gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesatıyla sefahete sevketmek için bir iki komite çalışıyormuş. Aynen öyle de; biçare nisâ tâifesinin gafil kısmını dahi yanlış yollara sevk etmek için bir iki komitenin tesirli bir sûrette perde altında çalıştığını hissettim. Ve bildim ki: Bu millet-i İslâma bir dehşetli darbe, o cihetten geliyor. Ben de siz hemşirelerime ve gençleriniz olan ma’nevî evlâtlarıma katiyyen beyan ediyorum ki:

Kadınların saadet-i uhreviyesi gibi, saadet-i dünyeviyeleri de ve fıtratlarındaki ulvî seciyeleri de bozulmaktan kurtulmanın çare-i yeganesi, daire-i İslamiyedeki terbiye-i dîniyeden başka yoktur!.. Rusya’da o biçâre tâifenin ne hale girdiğini işitiyorsunuz. Risâle-i Nurun bir parçasında denilmiş ki: Aklı başında olan bir adam; refikasına muhabbetini ve sevgisini, beş on senelik fâni ve zâhirî hüsn-ü cemâline bina etmez. Belki kadınların hüsn-ü cemâlinin en güzeli ve dâimîsi, onun şefkatine ve kadınlığa mahsus hüsn-ü sîretine sevgisini bina etmeli. Tâ ki, o biçâre ihtiyarladıkça, kocasının muhabbeti ona devam etsin. Çünkü onun refikası, yalnız dünya hayatındaki muvakkat bir yardımcı refika değil, belki hayat-ı ebediyesinde ebedî ve sevimli bir refika-i hayat olduğundan, ihtiyarlandıkça daha ziyâde hürmet ve merhamet ile birbirine muhabbet etmek lâzım geliyor.

Şimdiki terbiye-i medeniye perdesi altındaki hayvancasına muvakkat bir refakattan sonra ebedî bir müfarakata ma’rûz kalan o aile hayatı, esasıyla bozuluyor.

Hem Risâle-i Nûrun bir cüz’ünde denilmiş ki: Bahtiyardır o adam ki; refika-i ebediyesini kaybetmemek için sâliha zevcesini taklid eder, o da sâlih olur. Hem bahtiyardır o kadın ki; kocasını mütedeyyin görür, ebedî dostunu ve arkadaşını kaybetmemek için o da tam mütedeyyin olur; saadet-i dünyeviyesi içinde saadet-i uhreviyesini kazanır. Bedbahttır o adam ki; sefahete girmiş zevcesine ittiba eder; vazgeçirmeye çalışmaz, kendisi de iştirak eder. Bedbahttır o kadın ki; zevcinin fıskına bakar, onu başka bir sûrette taklid eder. Veyl o zevc ve zevceye ki; birbirini ateşe atmakta yardım eder. Yâni; medeniyet fantaziyelerine birbirini teşvik eder.

İşte, Risâle-i Nûrun bu mealdeki cümlelerinin ma’nası budur ki: Bu zamanda aile hayatının dünyevî ve uhrevî saadetinin ve kadınlarda ulvî seciyelerin inkişafının sebebi, yalnız dâire-i şeriattaki âdâb-ı İslâmiyetle olabilir.”

Risale-i Nur Külliyâtı, Lem’alar, Yirmidördüncü Lem’a 1934 yılında yazılmıştır. O tarihten şimdiye kadar 87 yıl geçmiştir. Maddeten bizden daha fazla gelişmiş ülkelere nisbeten Dinî inançlarımız ve aile yapımız bakımından onlardan  daha iyi durumda olduğumuzdan, bizi bu yönlerden zayıflatmak için, Bediüzzaman’ın 87 yıl önce Yirmidördüncü Lem’a İkinci Nükte’deki “biçare nisâ tâifesinin gafil kısmını dahi yanlış yollara sevk etmek için bir iki komitenin tesirli bir sûrette perde altında çalıştığını hissettim. Ve bildim ki: Bu millet-i İslâma bir dehşetli darbe, o cihetten geliyor.” durumunun 87 yıldır artarak devam ettiğini nazar-ı itibara alarak, bu konuda tüm milletçe çok uyanık ve tedbirli olmamız gerekmektedir.
Prof. Dr. Mustafa Nutku

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: