Ebu’l-Hasan Harakani Hazretleri Kimdir?

Asrının Şeyhi, Mutasavvıf, Altın Silsile’nin altıncı halkası; Ebu’l-Hasan Harakani Hazretleri:
Adı: Ali, Babası: Cafer
Zamanın gavsı idi. Harkani’ nin şeyhi Bayezid’i Bistami ,Süluku, terbiyesi Bayezid’ in ruhaniyetleriyledir.
Harakânî’nin tam ismi, Ali b. Ahmed b. Cafer, künyesi Ebu’l-Hasan Harakânî’dir. 
Ebû’l-Hasan Harakānî Hazretleri 963 senesinde Bistam’ın kuzeyindeki Harakan köyünde, çiftçilik yapan bir ailenin evlâdı olarak dünyaya geldi.
Dinine ve ibadetlerine düşkünlüğü, nefsiyle mücâhedesi ve dâimî zikir ve murakabe hâlinde bulunması sebebiyle, kendisine “Şeyhü’l-Asr”, yani “Asrının Şeyhi” denildi.
Zamanındaki bütün Hak dostları ona hayran kalmış ve pek çok medh ü senalarda bulundukları gibi Mevlana ondan övgüyle bahsedeɾ. Hatta asrın müellifi, Ebul Hasan El Harakani Hazretleri’ni, ölmelerine rağmen halen yeryüzünde tasarrufu devam eden beş büyük zattan biri olarak ifade eder.
Adı Mevlana Mesnevi’sinde ‘Ebul Hüseyn’ diye geçer, yine Mevlana birçok sohbetinde ‘Bizim söylediklerimiz Ebu’l Hasan Harakani’den aldıklarımızdan başka bir şey değildir.’ diye belirtiyor.
Harakānî Hazretleri küçüklüğünden beri ibadetlere düşkün idi. Farzların haricinde pek çok nafile namaz kılardı. Bazen kendisine öyle bir hâl gelirdi ki, gafletle kıldığı endişesiyle namazlarını kaza etme ihtiyacı hissederdi.
Çocukken anne-babası, erzakını verip onu hayvanları gütmek üzere meraya gönderirlerdi. O da, hâlini belli etmeden oruç tutar, erzakını da sadaka olarak fakirlere verirdi. Akşamları gelip iftarını açar, ancak kimsenin bu durumdan haberi olmazdı.
Biraz daha büyüyünce kendisine, saban ve tohum işini verdiler. Bir gün tohumu saçmış saban sürüyordu, o esnada ezan okundu,hemen sabanı bırakıp namaza durdu,selâm verdiğinde, öküzlerin kendi kendilerine çift sürmeye devam ettiğini gördü, hemen başını secdeye koyarak şöyle niyaz etti:
–Allâh’ım, duyduğuma göre Sen her kimi dost edinirsen onu insanlardan gizlermişsin beni de insanlardan gizle

Ebû’l-Hasan Hazretleri on iki sene boyunca her gün yatsı namazını cemaatle kıldıktan sonra Sultânü’l-Ârifîn Bâyezîd-i Bistâmî Hazretlerinin türbesine gidip büyük bir edep ve hürmetle ziyaret eder ve sabah namazında yine kendi tekkesinde hazır olurdu. Böylece üç fersah yol yürümüş olurdu. Nihayet bir gün Bâyezîd Hazretlerinin türbesinden:
–“İrşada başlama zamanın geldi!” diye bir ses işitti. Ebû’l-Hasan Harakānî Hazretleri büyük bir mahviyet içinde:
“–Ey Şeyh, benim işime himmet lütfet ki, ben ümmî bir insanım, şeriata hakkıyla bilmiyorum, Kur’ân’ı gerçek manasıyla öğrenebilmiş değilim!” dedi.
Türbeden gelen ses:
“–Ey Ebû’l-Hasan, oku: «Eûzü billâh…»!” diye ona okumayı talim etmeye başladı. Harakānî Hazretleri tekkesine varıncaya kadar Kur’ân-ı Kerîm’i hatmetmiş oldu. Hazretin o günden sonra Kur’ân ve Sünnet’e vukufiyeti daha da arttı.
Kaynaklar onun ümmi olduğunu, Bâyezîd-i Bistâmî’nin mânevî işareti üzerine Kur’ân okumaya başladığını belirtmektedirler. Devrinin değişik âlim ve şeyhlerini tanıyan ve onlardan istifade eden Harakânî, en sonunda hemşerisi Bâyezîd-i Bistâmî’nin dergâhında karar kılmış, Bistâmî’nin kabrine on iki yıl türbedarlık etmiştir. 
Sofi kimdir? Diye kendisine sordular. Dedi ki: 
“Sofi; gündüzün güneşe, gece de aya ve yıldızlara ihtiyacı olmayandır. Sofilik, varlığa ihtiyacı olmayan yokluktur.”
Sordular: “ihlâs nedir?” 
Dedi ki: “Allah (c.c) için yaptığın her şey ihlâs, kul için yaptığın her şey de riya.”
Dedi ki: “Peygamberin (SAV) varisi olan kimse, onun fiiline uyan kimsedir. Yoksa kâğıt üzerini karalamakla ömrü geçen kimseler değil.”
Dedi ki: “Kırk yıldır nefsim, bir içim soğuk su yahut bir bardak ekşi ayran dilemekte… Henüz dileğini ona vermedim.”
Derdi ki: “Gönüllerin en parlağı, içinde halk bulunmayandır.”
Amellerin en hayırlısı, içinde mahlûkun fikri olmayandır.
Nimetlerin en helali, kendi emeği ile; hâsıl olandır.
Dostların en hayırlısı, yaşayışı Hakk ile olandır.”
Ebû’l-Hasan Harakānî Hazretleri Şöyle buyururdu:
“Hak dostları daima büyük bir hüzün içindedir, bunun sebebi de Cenâb-ı Hakk’ı şanına lâyık bir şekilde zikretmek isteyip de bunu yapamayışlarıdır.”
Zira Peygamber Efendimiz de şöyle niyâz ederdi:
“…Yâ Rabbî, Sen’i hakkıyla sena etmekten acizim, Sen zatını nasıl sena ettiysen öylesin”
Onun şu sözleri, sahip olduğu Allah ile beraberlik şuurunu ne güzel aksettirmektedir:
“İnsanlar ekseriyetle dualarında şöyle derler. «Allâh’ım, üç yerde imdadımıza yetiş, can çekişirken, mezarda ve kıyamette»Ben de diyorum ki; «İlâhî, her zaman imdadıma yetiş»
Ahlâkımızın seviye kazanması, ibadetlerimizin kabulünün en büyük alâmetidir.
Harakānî Hazretleri talebelerine şöyle buyurmuştur:
“Tandırdan elbisene bir kıvılcım sıçrasa, hemen onu söndürmeye koşuyorsun! Peki, dinini yakacak olan bir ateşin, yani kibir, haset ve riya gibi kötü sıfatların kalbinde durmasına nasıl müsaade edebiliyorsun?”
“Çok ağlayınız, az gülünüz; çok susunuz, az konuşunuz; çok infak ediniz, az yiyiniz; başınızı yastıktan uzak tutunuz (Uykunun esiri olup da iç dünyanızı hantallaştırmayınız).
Harakānî Hazretleri daha çok hüzün hâlinde bulunur, sema ve rakstan hoşlanmazdı,özel hırka ve hususi seccade gibi şeklî unsurlara ehemmiyet vermezdi.
Lokman Hakîm bir gün oğluna:
“–Yavrucuğum, bu gün oruç tut ve konuştuğun her şeyi not et, akşam olunca konuştuklarını bana arz edip hesabını verdikten sonra iftar edersin” dedi.
Akşam olunca oğlu konuştuklarının hesabını vermeye başladı, vakit iyice geç oldu ve karnı iyice acıktı. Lokman Hakîm ertesi gün de aynı şeyi söyledi, yine oğlu hesap verinceye kadar iftar iyice gecikti. Üçüncü gün de aynı şey olunca, dördüncü gün oğlu, lüzumsuz konuşmaları terk etti, akşam babası hesap isteyince de:
“–Hesap verme korkusuyla çok az konuştum.” dedi. Lokman Hakîm:
“–Gel öyleyse, hemen yemeğini ye” buyurdu.
Harakānî Hazretleri bu kıssayı anlattıktan sonra da:
“–Dünyada lüzumsuz konuşmaları terk edenlerin hâli, kıyamet günü, Lokman Hakim’in oğlunun hâli gibi selâmet olacaktır.” buyururdu.
Sabahleyin kalkan âlim ilminin, zâhid de zühdünün artmasını ister.,Ebû’l-Hasan ise bir kardeşinin kalbine sevinç ve neşe verebilme derdindedir.
Bir din kardeşini incitmeden sabahtan akşama çıkan bir Mü’min, o gün akşama kadar Resûlullah Efendimiz ile beraber yaşamış gibidir. Eğer bir Mü’mini incitirse Allah Teâlâ onun o günkü ibadetini kabul etmez.
“Türkistan’dan Şam’a kadar birinin parmağına batan diken benim parmağıma batmıştır, birinin ayağına çarpan taş benim ayağımı acıtmıştır, bir kalpte hüzün varsa o kalp benim kalbimdir.”
“En büyük keramet, yorgunluk ve bezginlik hissetmeden Allâh’ın mahlûkatına hizmet etmektir.”
Hindistan Fâtihi, büyük Sultan Gazneli Mahmut, Harakān köyü yakınlarına geldiğinde, medhini duyduğu Ebû’l-Hasan Hazretlerini ziyaret etmek istemişti. Evvelâ bir adamını çağırarak Harakānî Hazretleri’ne gitmesini ve:
“Gazne Sultânı ziyaretinize gelecek, sizler de müritlerinizle beraber onu karşılamaya çıkın” demesini emretti, eğer tereddüt ederse de
“Allâh’a, Resulü’ne ve sizden olan emir sahiplerine (idarecilere) itaat ediniz…” (en-Nisâ, 59) ayetini hatırlatmasını tembih etti. Bu talimatıyla Hazret’in nasıl davranacağını görerek onun manevi kemalini yoklamak istiyordu.
Elçi, kendisine verilen vazifeyi yerine getirince Harakānî Hazretleri ona şöyle dedi:
“–Mahmut’a de ki: «Ebû’l-Hasan; “Allâh’a itaat edin” fermanıyla öyle meşguldür ki, seninle ilgilenecek hâli yoktur.»”
Bu söz, Sultan Mahmut’a derinden tesir etti. Yanındakilere:
“–Kalkın Şeyh’in huzuruna varalım, bu zat farklı bir insan, bizim bildiğimiz kişilerden değil” dedi. Huzura varan Sultan Mahmut:
“–Bana bir nasihatte bulun” dedi, Harakānî Hazretleri:
“–Ey Mahmut, dört şeye dikkat et: Takva, cemaatle ifa edilen namaz, cömertlik ve halka şefkat”buyurdu. Sultan Mahmut:
“–Bana dua et!” diye rica etti. Hazret:
“–Beş vakit namazda; «Allâh’ım, Mü’min erkekleri ve Mü’min kadınları affeyle» diye dua ediyorum. Sen de buna dâhilsin.” Buyurdu,Sultan Mahmut:
“–Husûsî duâ istiyorum!” dedi. Harakānî Hazretleri:
“–Ey Mahmut, âkıbetin Mahmut (hayırlı ve güzel) olsun!” diye duâ etti ve onları ayakta uğurladı. Sultan Mahmut:
“–Geldiğimde iltifat etmemiştin, şimdi ise ayağa kalkıyorsun. O hâl neydi, bu ikram nedir?” diye sordu. Hazret:
“–Gelirken sultanlık gururuyla ve imtihan için gelmiştin, şimdi ise gönül kırıklığı ve dervişlik hâliyle gidiyorsun. Dervişlik devletinin güneşi üzerinde ışıldamaya başladı. Daha önce sultan olduğun için kalkmadım, şimdi derviş olduğun için kalkıyorum” dedi.

Ebû’l-Hasan Harakānî Hazretlerini, buna benzer daha pek çok büyük zat ziyaret etmiş ve birçoğu da ona mürit olmuştur. İbn-i Sînâ da Harakānî Hazretlerini ziyaret edip onun tesirinde kalanlardandır.
Tasavvufa ve tasavvuf erbabına karşı ilgi duyan Filozof İbn Sina, Harakanî’yi ziyarete gelir, Şeyhin evine varıp karısından nerede olduğunu sorar,karısı da, onun hakkında hiç de hoş olmayan lafızlar kullanarak evde olmadığını ve ormana odun getirmeye gittiğini söyler,İbn Sînâ, şeyhi görmek için orman tarafına onu aramaya gider,İbn Sina yolda şeyhin gelmekte olduğunu ve yükünü bir aslanın taşıdığını görünce hayretle sorar:
– Efendi, bu ne hal böyle? Şeyh de:
– Evdeki kurdun yükünü çekmemiş olsak, Allah bizim yükümüzü dağdakilere çektirmezdi, der.
Evdeki kurt karısıdır, çünkü son derece geçimsiz ve hırçın bir kadındır, ama Harakanî Allah için onun sıkıntılarına katlanarak “kesb-i kemâlât” etmiştir.
Harakānî Hazretleri’nin sözleri:
Derdi ki ”Allah derken başka söz söyleyenlerle sohbet etmemeli”
“Cennet ve cehennem yok demiyorum, benim dediğim, cennet ve cehennemin benim neznimde yeri yoktur, zira her ikisi de mahlûktur, benim rağbetim ise mahlûkata değil Hâlika’dır.”
“Herkes, hiçbir şey bilmediğini anlayıncaya kadar hep bildiğiyle övünür durur, nihayet hiçbir şey bilmediğini anlayınca bilgisinden utanır ve işte o zaman marifet kemale erer, çünkü gerçek bilgi bilmediğini bilmektir.”
Sulh ve cengin nerede ve ne zaman olacağını şöyle bildirirdi: “Sulh bütün halkla, cenk ise nefisledir.”
Dünyayı gölge gibi görürdü. Bu yüzden de: “Sen onun peşinde koştukça o senin padişahın; ondan yüz çevirince de sen onun padişahı olursun.” derdi.
El emeği ve göz nurunu üstün tutar, nimetlerin en helal ve temiz olanının kişinin emek ve gayretiyle elde ettiği nimetler olduğunu anlatırdı.
“Mü’minin azalarından en az birinin devamlı Yüce Allah ile meşgul olması gerekir,bir Mü’min Allah Teâlâ’yı ya kalbiyle hatırlamalı ya diliyle zikretmeli ya gözüyle O’nun görülmesini istediği ilâhî azamet tecellîlerini görmeli, ya kalbinden rahmet taşırarak eliyle cömertlik yapmalı, ya ayağıyla insanları ziyaret etmeli, ya bütün varlığıyla Mü’minlere hizmette bulunmalı, ya aklıyla tefekkür ederek mârifete ulaşmaya gayret etmeli, ya ihlâsla amel etmeli, ya da kıyametin dehşetinden korkmalı ve insanları bu hususta ikaz etmelidir.Böyle birinin, kabirden başını kaldırır kaldırmaz kefenini sürüye sürüye Cennet’e gideceğine ben kefilim” 
İki kişinin dinde çıkardığı fitneyi şeytan bile çıkaramaz:
1) Dünya hırsına sahip âlim ve
2) İlimden mahrum ham sofu
“Allah Teâlâ kuluna, imandan sonra temiz yürek ve doğru dilden daha büyük hiçbir şey ihsan etmemiştir.”
“Kalplerin en aydını içinde mahlûkatın yer almadığı kalptir, amellerin en iyisi, içinde mahlûk düşüncesinin olmadığı ameldir, nimetlerin en helâli kendi gayretinle olanıdır, arkadaşın en iyisi Hak ile yaşayandır”. 
“Hep sevindirici şeyler arama, bazen seni üzecek şeylere yönel, ağla, gözyaşların aksın, çünkü Allah, gözyaşı akıtanları çok sever”
“Üç hâlden biri ortaya çıkmadan dünyadan gitme, ya Allah’a olan muhabbetinden dolayı gözyaşların kan olmalı, ya O’nun korkusuyla idrarın kana dönüşmeli veya uyanık olduğun hâlde kemiklerinin eriyerek inceldiğini görmelisin. “
“ Tandırdan elbisene bir ateş sıçrasa onu hemen söndürmeye çalışırsın, dinini yakan bir ateşe yani kibir, haset ve riya ateşlerinin kalbinde durmasına neden razı olursun. “
Harakânî, vesvesenin de şu üç kaynağı bulunduğundan bahseder;
Göz, kulak ve lokma, kişi gözle kalbi meşgul etmemesi gereken şeyi görür, kulakla kalbi meşgul etmemesi gereken şeyi duyar ve haram lokma ile de kalbi kirletir, işte bu üç etkenle vesvese ortaya çıkar.
Ebu’l Hasan Harakani’nin tasavvufi anlayışında muazzam bir insan sevgisi hakimdir, insanlara hizmeti kendi varlığının gayesi olarak kabul etmiştir.
“Allah’ım, keşke ben ölseydim de, başkaları ölümü tatmasaydı veya keşke bütün yaratılmışların cezasını bana çektirseydiler de, onlar cehenneme gitmeseydiler” 
Sözleri bunun en açık örnekleridir, Hasan Harakani mükemmel bir ruh inceliğine sahipti
“Allah’ım gariplerin benim tekkemde ölmelerine müsaade etme,zira Ebu’l Hasan’ın tekkesinde bir garip öldü derlerse, ben o garibin ölümüne tahammül edecek güce sahip değilim” şeklinde Allah’a yalvarıyor.
Ebu’l Hasan Harakani Hazretleri’nin irfani açıklamalarını oluşturan ‘Nuru’l Ulum’ isimli eseridir, bu yazma tek nüsha halinde Britanya Müzesi kütüphanesinde bulunuyor.
Mübarek, uzun boylu, güler yüzlü, geniş alınlı, kumral renkli, büyükçe gözlü idi, Hz. Ömer’e (RA) çok benziyordu.
Harakānî Hazretleri vefâtı yaklaşınca:
“–Kabrimi otuz arşın derinlikte kazın, çünkü şu toprak Bistam toprağından yüksektir,yatacağım toprağın, Bâyezîd Hazretleri’nin kabr-i şerîfinden yüksek olması câiz değildir, edebe de uymaz.”Buyurdu. 
Hicrî 425 senesi Aşure günü miladi 11 Aralık 1033 yılında vefat etti.
Kabr-i şerîflerinin İran’ın Bistam kasabasının 12 km uzağındaki Harakan kasabasında olduğu rivayet edilir. 
Bâzı rivâyetlere göre ise Ebû’l-Hasan Harakānî Hazretleri İslâm ordusunda cihâda çıkıp 1033 yılında Кaɾs’taki Yahnileɾ dağında düşmana kaɾşı savaşıɾken şehit düşmüş ve oraya defnedilmiştir.
Bugün Kars’ta ona izafe edilen bir makam-türbe mevcuttur.
Evliya Çelebi de Kars Kalesi’nin III. Murad devrinde Lala Mustafa Paşa tarafından tamir edildiğini anlatırken bir askerin paşaya aktardığı rüyasını nakleder. 
Asker, rüyasında gördüğü yaşlı bir zatın kendisinin Ebu’l-Hasan el-Harakânî olduğunu ve kendisine makamının burada bulunduğunu söylediğini, kendisinden ayağını bastığı yeri kazmasını istediğini anlatmıştır, bunun üzerine yüz işçi yeri kazmaya başlamış ve üzerinde “Menem şehîd ü saîd Harakânî” ibaresi yazılı dört köşe bir somaki mermer bulunmuştur, gaziler mermeri tekbir ve tevhitle kaldırınca kabir ortaya çıkmıştır.
Yaralı pazusuna sarılı makrame ile sırtındaki hırkasının bile henüz çürümediği görülmüş; vücudunun sağ tarafındaki yarası hâlâ kanamaktaymış.
Gaziler yine tekbirle kabri kapamışlar, kalenin içine ilk olarak Lala Mustafa Paşa tarafından Ebu’l-Hasan Harakânî adına bir tekke ile cami inşa ettirilmiştir.
Evliya Çelebi’nin anlattığı bu olay, daha sonra yaygınlık kazanarak Kars ve çevresinde Harakânî’nin Kars’ın fethine katıldığı ve burada şehit olduğu şeklinde bir inancın doğmasına yol açmıştır.

Derleyen: Çetin KILIÇ

Kaynaklar:
İslam ve ihsan
Söz kimin
İsmail ağa
Somuncu Baba Dergisi(Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE ,Prof. Dr. H. İbrahim ŞİMŞEK)