Edinerek öğrenmede “Eylem Dili” kullanmak

Eğitimin en önemli kısmı “iletişimdir.” Bir eğiticinin başarısı, iletişim dilini kullanabilme başarısı ile gözlemlenir.

Çocuk ruhsal yapılanması henüz tamamlanmamış insandır. Bu yapılanmanın zarara uğramaması için Allah sanki çocukların içine “kişilik koruma düzeneği” yerleştirmiştir. Bu düzenek, çocuğun yapılanmakta olan kişiliğine zarar verici bir unsurla karşılaştığında, “bilinçaltı bir refleks ile” koruma kalkanı oluşturur…

Örneğin, çocuğa iletilen mesajda bir “inciticilik” varsa, çocuk ya tepkisel davranarak bu inciticilikten korunmaya çalışır ya da “iletişime kapanır.” Dışarıdan gelecek mesajları içtenleştirmemeye çalışır. Böylece eğiticinin sözü “tesirini” kaybeder. Artık çocuğa “oğlum bak sana söylüyorum” diye ne kadar nasihat verseniz de, bu nasihatler çocukta kalıcı öğrenmeye dönüşmeyecektir.

Eğitim sözel anlatımla gerçekleşen bir kazanım olduğu için, iletişime kapanan çocuğun eğitim süreci durmuş demektir. Eğer çocuk, zarara uğradığı halde “iletişime kapanamazsa” veya iletişime kapanmış çocuğun “savunma hali kırılmaya çalışılırsa” böylesi çocukların kişilik yapılanması daha çok zarar görür. Bu çocukların genellikle acıyı duymamak için yılışık davranışlar sergilediğini ya da çevresi ile iletişimini hiperaktif davranışlarla kesmeye çalıştığını gözlemliyoruz.

Çocuk ile kurulan “iletişim dili” yetişkinlerle kurulan iletişim dilinden farklıdır.

Yetişkinler, birbirlerine mesajlarını ya “ben dili” veya “sen dili” kullanarak iletirler…

Örneğin, arkadaşının yanlış davranışı karşısında bir yetişkinin “sen böyle yapmakla yanlış yaptın” diye cümle kurması, “sen dili” mesajıdır.

Aynı kişinin, “Ben bu davranıştan rahatsız oldum” demesi ise, “ben dili” kullanmasıdır.

Uzmanlar, yetişkin iletişiminde “ben dili” kullanımını önerseler de, çocukla iletişimde ben dilini kullanmak doğru değildir.

Şöyle ki, “Ben bu davranışından rahatsız oldum” diye mesaj iletilen çocukların, mesajı ileten kişiden zarar görmemek için, “kendi gibi olmak” yerine, o kişinin “istediği gibi olmaya” çalıştıkları görülmektedir. Böylesi çocuklar anne babalarına sıklıkla, “Üzüldün mü anne? Kızdın mı baba?” diye sorular sorarlar. Bu sorulardaki amaç, onların duygu durumunu öğrenerek “onlara göre” şekil almaya çalışmaktır. Böylece çocuk, aile içinde öğrendiği “başkalarına göre şekil alma” çabasını arkadaşları ile olduğu ortamlarda da kullanmayı bir marifet sanacaktır. Böylesi yetişen kişiler, yetişkinlik yıllarında güçlü bir kişilik yapısı ile “kendilerini ifade etmek” yerine, “başkaları ne der acaba” diye düşünerek bilinçaltı engelleri ile kendilerini ifade etmekten kaçınırlar.

Çocukla “sen dili” ile iletişime geçen yetişkinlerin ise suçluluk duygusu oluşturdukları gözlemlenmektedir. “Sen yanlış yapıyorsun… sen ders çalışmıyorsun… sen nasıl adamsın… sen bu gidişle sınıfta kalacaksın” cümlelerinde yer alan “sen” sözcükleri çocuğun yapılanmakta olan kişiliğini “suçluluk duygusu” ile yavaşlatan ifadelerdir. Böylesi baskılar ile yetiştirilen çocuklar başarılı olsalar da, mutsuzdurlar.

İşte bundandır ki, çocuk ile iletişim dili, yetişkin ile kullanılan iletişim dilinden farklı olmalıdır, o dil “Eylem Dili”dir.

Eylem dilinde ne “ben” ne de “sen” vurgusu vardır, “davranış” vurgusu ön plandadır.

Arkadaşının kalemini izinsiz alan bir çocuğa, “Bir başkasının eşyasını alırken izin almak daha doğru, nazik bir davranıştır” demek veya kardeşine kötü söz söyleyen bir çocuğa “Bu sözü söylemek doğru bir davranış değildir” diye bilgi vermek, çocuk ile iletişimin esasıdır.

Eylem dilinde, çocuğun kişiliği ile yaptığı eylem birbirinden ayrı tutulur. “Sen bunu yanlış yaptın”daki “sen” vurgusu kaldırılıp, “Bu davranış doğru değil” şeklinde eylem vurgusu oluşturulur.

Eylem Dili’ni kullanmak, hem yetişkinlik görevi, hem de çocuk hakkıdır.

Zira çocuğun, hangi davranışın doğru, hangi davranışın yanlış olduğunu yetişkinden “aşağılama” yaşamadan öğrenmeye hakkı vardır.

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş