Eğitimde Ölüm Konusu İşlenmemeli mi?

Ölüm her gün şahit olduğumuz dünyanın en önemli gerçeklerinden birisidir. Eğitim ise insana bu dünyada yaşadığı ve gördüğü her konu hakkında bir fikir edinmesi gerekiyorsa çözmesi için verilen bir ilaç gibidir. Bu ilacın dozajının iyi ayarlanması gerekir yoksa dert getirir. Örneğin bir din kültürü öğretmeni olarak her yaştan her sınıftan öğrencilerin cinler ve ya ölüm konusunda sorularına muhatap oluyoruz. Çocuklara düzgün ve onların algılayabileceği şekilde anlatmazsanız ya inkara ya da çarpık bir din-dünya anlayışına gitmelerine sebep olabilirsiniz.

Ülkemizde bir öğrencinin anne, baba, arkadaşı ya da bir yakını vefat ettiğinde ne yapılması ne anlatılması gerektiğine dair pedagogların, psikologların yazdıklarına bakılınca bunların ölüm konusunda bir çocuk nasıl kandırılır adeta onun anlatıldığını görürsünüz. Asıl komedi, bir kısım güzide eğitimcilerimizin ‘Mezarlık müfredatı’ şeklinde ölüm konusunda verilen eğitimi küçümsemeleri ve “Aman ne ölümü, çocukları demoralize eder sakın bahsetmeyin” demeleridir.

Bizim eğitim sistemimiz adeta hayatın gerçeklerini inkâr üzerine kurulmuş. Yeryüzünde her saniyede gerçekleşen ve zâhiren üzücü bir hadise olan ölüm de bunlardan birisi. Doğum nasıl bir kaderle takdir-i İlâhî ile oluyorsa ölüm de öyledir. Bu konuda öğrencilerimizden sık sık sorular geldiği inkar edilemez bir gerçektir.

‘Hocam ölüm niçin var?’

‘Öldükten sonra ruhlarımız nereye gidiyor?’

‘Kabirde neler oluyor?’

’Biz öldükten sonra kıyameti görecek miyiz?’ gibi sualler.

Ölüm aslında dinî anlamda birçok konunun da anahtarıdır. Ölümü öcü göstermemek lâzım ya da garp kurnazlığı yapıp hiçbir amelimizden, eylemimizden sorulmayacakmışız gibi ‘Eh işte gitti, üzülme boş ver, sen yaşamana bak’ gibi işi basite indirgememek lâzım.

Ölümün varoluş sebebini çözemeyen, hayatın anlamını çözemez. Hayatın anlamını çözemeyenler de eğitimin sorunlarını çözemez. Özellikle anne babası ölen ya da sevdiği bir insanı kaybetmiş çocuklar bu konuda şefkate ve teselliye daha çok muhtaçtır. Biz sevdiği güvercin öldüğü için üzülen çocuğa taziye ziyaretinden bulunan bir peygamberin ümmetiyiz.

Düşünün dünya nüfusunun hemen yarısını teşkil eden çocuklar, yalnız Cennet fikriyle, onlara dehşetli ve ağlatıcı görünen ölümlere ve vefatlara karşı dayanabilirler ve gayet zayıf ve nazik vücutlarında mânevî bir güç bulabilirler ve her şeyden çabuk ağlayan gayet dayanıksız mizaçlarında, o Cennet ile bir ümit bulup mutlu yaşayabilirler. Meselâ Cennet fikriyle der:

“Benim küçük kardeşim veya arkadaşım öldü, Cennet’in bir kuşu oldu. Cennet’te gezer, bizden daha güzel yaşar.”

Yoksa her vakit etrafında kendi gibi çocukların ve büyüklerin ölümleri, o zayıf ve zarif ruhlu çocukların endişeli nazarlarına çarpması; psikolojilerini, maneviyatlarını paramparça ederek gözleriyle beraber ruh, kalb, akıl gibi bütün duygularını dahi öyle ağlattıracaktır ki, ölümü korkunç bir son ve ayrılık olarak gören ruhları ve zihin dünyaları mahvolup gidecektir. Maalesef çareyi ve en iyi örneği sadece batılı reçetelerde arayan eğitim anlayışımızda ölümden bahsedilmesi kimi çevrelerce sakıncalı bir durum gibi görülmektedir.

Yine çokça şikâyet edilen yeni nesil gençliğe bakalım.

Bediüzzaman, bu konuda şöyle der: “İnsanların hayat-ı içtimaiyesinin en kuvvetli medarı olan gençler, delikanlılar, şiddet-i galeyanda olan hissiyatlarını ve ifratkâr (aşırılık) bulunan nefis ve hevalarını tecavüzattan ve zulümlerden ve tahribattan durduran ve hayat-ı içtimaiyenin hüsn-ü cereyanını temin eden; yalnız Cehennem fikridir. Yoksa Cehennem endişesi olmazsa, ‘El-hükmü lil-galib’ kaidesiyle o sarhoş delikanlılar, hevesatları peşinde bîçare zaîflere, âcizlere, dünyayı Cehennem’e çevireceklerdi ve yüksek insaniyeti gayet süflî bir hayvaniyete döndüreceklerdi.”

Allah’a ve ahirete imanın kalpte manevî bir yasakçı bıraktığı ortada, hatta bu anlamda Dostoyevski’nin ‘Tanrı yoksa her şey mübahtır’ sözü de çok manidardır. Eğitimin bir amacının hayata hazırlamak olduğu sıkça söylenir ama eğitim sistemimizi dört duvar arasında hapsedip hayattan kopuk bir anlayışla anlattığımız için derslerimiz maalesef etkili olamıyor.

Okullarda özellikle ölüm konusuna bir başımıza geldiğinde neler yaşayacağımızı iki yakınınız vefat ettiğinde neler yapacağımızı ve yaptıracağımızı anlatmalı, cenaze adabına kadar her şeyi bizzat camilerde mezarlıklarda göstermeliyiz. Ölüm karşısında travmatik savrulmalardan çocuklarımızı bu acı gerçekten sağlıklı bir şekilde haberdar ederek koruyabiliriz. Hepimizi eşitleyen ölüm üzerine düşünmeli; çocuklarımıza ölümün bir son, bir yokluk, ebedî bir ayrılık olmadığını Kur’ân’ın verdiği örnekler ışığında tabiata ve hayata bakıp, oradan deliller getirerek anlatmalıyız. Unutmayalım Kuran hayattan kopuk değildir, hayatın içinden örnekler verir ve hayattan kopuk bir din anlayışını da asla kabul etmez.

Çünkü ölüm öldürülmüyor.

En büyük ders kitabımız Kur’ân-ı Kerim bu minvalde şöyle der: “Şimdi Allah’ın rahmet eserlerine bak; ölümünden sonra yeryüzünü nasıl diriltmektedir. Şüphesiz O, ölüleri de gerçekten diriltecektir. O, her şeye Kadir’dir.” (Rum Sûresi: 50)

İbrahim Demirkan 

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: