Eyyâm-ı Bıyd Orucu’nun Hikmetleri

Soru: Her ayın 13-14-15’inde oruç tutma ile insanın biyolojik bağlantısı, kâinatın bağlantısı ve dinî bağlantısı nedir?

Cevap: Eyyâm-ı bîyd orucu, çok yönlü ele alınması gereken bir hakikattir. Bu meseleye psikoloji, astronomi, fizyoloji, biyoloji, coğrafya, fıkıh, tasavvuf, ahlak gibi boyutlarla bakılabilir.

Astronomi, coğrafya, biyoloji, fizyoloji ve psikoloji bilimleri bağlamında meseleye bakılırsa: Yeryüzündeki hayat ve şartlar güneşle bağlantılı olduğu gibi ay ile de bağlıdır. Deniz kıyılarında meydana gelen med-cezir olayları ayın yakınlığı ile Allah’ın dünya üzerine koyduğu bir kanundur. Ay dünyaya yaklaştıkça, “cezir” (çekilme) olur; Ay uzaklaştıkça “med” (ilerleme) meydana gelir. Ayın dünyaya en yakın olduğu zamanlar ayın dolunay halinde gerçekleşir. Bu ise ay takvimi olan hicrî takvimde her ayın 13-14-15’ine bu tekabül eder. Bu med-cezir hadiseleri âfâki manada deniz, okyanus kıyılarında kendini net gösterir. Enfüsî manada insan bedeninde de etkisini gösterir. Çünkü insan vücudunun, çocuklukta %70-71’i, yetişkinlikte ise %60’ı, sudur. İnsanın kanı temelde suya dayanır. Bu noktada her ayın 13-14-15’inde insanın kanındaki çekilme ve dalgalanma zirveye varır. İnsanın kanındaki bu dalgalanma insanın psikolojisini etkiler. Bu durum ise insanı suça teşvik eden duygusal boyutları tetikler. Öfke ve şehvet gibi… Amerika’da yapılan bazı araştırmalar suç oranlarının ay takvimiyle bu günlerde zirve yaptığını göstermiştir. Tam bu noktada Hz. Peygamber’in o 3 gün art arda oruç tutulmasına yönelik tavsiyesi, tam manasıyla kasdî bir uygulama ve koruyucu bir hekimliktir. Bu noktada insan biyolojisi ile kâinat arasındaki ciddî bağlantı net olarak görünüyor.

Din felsefesi, fıkıh ve dinî yaşam bilimleri boyutuyla konuya bakılırsa: Ay ve insan psikolojisi ve neticede sosyal hayat problemleri arasındaki ilişki Kur’anda şöyle ifade edilir:

Felak suresi’nde “ve min şerri ğâsıkin iza vekab” âyeti bulunuyor. Bir gün dolunay zamanında veya ayın göründüğü başka bir vakitte Resulullah (ASM), Hz. Aişe’ye

-“Felak suresindeki ‘Ğâsık’ nedir, biliyor musun?” diye sorar. O da:

-Allah ve Resulü daha iyi bilir, der. Bunun üzerine Resulullah (ASM) parmağıyla ayı göstererek:

-“Ğâsık, odur” der.[1]

Felak suresini, bu hadisle beraber okuduğumuzda görüyoruz ki ayın şerri vardır ve insanı kötülüğe sevk eden güçlü bir bağlantısı bulunuyor. Resulullah ayın şerrinden korunma ve dolayısıyla İslamiyetin sosyal hayat düzenini koruma noktasında başta Ebu Hureyre (RA) olmak üzere bazı sahabelere her ayın 13-14-15’inde “Eyyâm-ı Bîyd” (Beyaz, parlak günler) adı altında oruç tutmalarını tavsiye eder. Onlar da bu tavsiyeye uyarak oruç tuttuklarını ifade ederler. Kendisi de bu oruca devam etmiştir. Eşi Hz. Hafsa bint-i Ömer (R.Anhuma) der ki:

“Dört şeyi Resûlüllah (asm) Efendimiz hemen hemen hiç terk etmedi diyebilirim: Âşûrâ orucu, Zilhicce’nin ilk on gününün orucu, her ayın 13, 14, 15. günlerinde oruç ve bir de sabah farzından önce iki rek’at namaz…”[2]

Arap dili ve edebiyatı noktasında eyyâm-ı bıyd tabirine bakılırsa: Arapça’da “eyyâm” özel günler için kullanılan bir tabirdir. Cahiliye döneminde eyyâm kelimesi, savaş, kıtlık ve benzeri önemli vak’aları ifadede kullanılmaktaydı. Bu yönden de bakılırsa, ayın 13-14-15’i o ay içindeki özel ve önemli günlerdir diye de anlaşılabilir. O günlerin gündüzünü oruçla değerlendirmek ve gecesini ise ilim, zikir ve ibadetle geçirmek dil felsefesi açısından da önem arz etmektedir.

Fıkıh bilimi açısından eyyâm-ı bıyda bakılırsa: Hadislerde vurgulandığı ve âyette ifade edildiği üzere, 1 iyilik 10 olarak yazılır.[3] Her ay ortalama 30 gündür. Bu durumda her aydan 3 gün oruç tutan kişi, 30 gün tutmuş olarak sevap alır. Her ay bu orucu tutan kişi ömür boyu oruç tutmuş gibi olur. Bu konuda Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurur:

“(Ramazan ayının dışında ) Oruç tutmak istediğin zaman, ayın 13, 14 ve 15. günlerinde oruç tut.”[4]

“Kim her aydan üç gün oruç tutarsa ömür boyu oruç tutmuş gibi olur.”[5]

Coğrafya ve kozmografya bilimleri noktasından bakılırsa burada senenin 365 gün olduğuna da bir işaret bulunuyor. Çünkü Hz. Peygamber’in ifade ettiği üzere Ramazan Bayramı’nın 1. Günü ve Kurban Bayramı’nın 4 günü oruç tutmak haramdır.[6] Bu durumda oruç tutulabilen ve her aydan eyyam-ı bıyd orucu tutmakla oruç tutulmuş sayılan 360 güne, 5 gün de oruç tutulması haram olan günlerin sayısı eklenirse bir yılın 365 gün olduğu sonucu ortaya çıkar. Bu ise, coğrafya ve kozmografya bilimine dair dinin bir nüktesi olur.

Psikoloji, psikoterapi, nefis tezkiyesi ve ahlak bilimi noktasından bakılırsa: Her ay bu 3 gün art arda oruç tutmak, insanın kanındaki faaliyetlerden beslenen nefs-i emmarenin[7] tezkiyesine yol açtığı gibi duygusal dalgalanmaları yol açacağı taşkınlıkları da kırar. Orucun periyodik olarak sürekliliği nefis tezkiyesinin sürekliliğine yol açıp şahsa tezkiye şuuru ve otokontrol mantığı verir. Bu 3 gün her ay nefsin öfke ve şehvetinin depreştiği zaman dilimi olduğu, bunun ay tarafından tetiklendiği ve bu depreşmeyi durdurmak için oruç iklimine girmek gerektiğini algısı kökleşir ve kemikleşir. Çünkü oruç, nefis tezkiyesi; namaz, enaniyet terbiyesi; zekât ise, mal tezkiyesidir. Bu orucu 3 ay tutmayıp 3 ay art arda tutan kişi o günlerdeki kendi psikolojilerini ve sonralarını kayıt altına alsa farklarını kendinde gözlemleyebilir. Orucun nefis tezkiyesi yönünü ve şerden insanın uzaklaştırmasını fark edebilir. Bu çerçevede eyyâm-ı bıyd tam bir psikolojik gözlem aracı, psikoterapik bir faaliyet olmaktadır. Ayrıca insanın ahlakı, kendinde aklî-gadabî-şehevî kuvvetlerin dengeye getirilmesi ile tahakkuk ettiğinden, bu kuvvetler ise oruç ve namaz gibi ibadetlerle kendilerine karşı bilgi ve hikmetle yapılan mücadelelerle dengelendiğinden, insanın bu kuvvetlerinin ayın 13-14-15. günlerinde dalgalanması zirve yaptığından eyyâm-ı bıyd orucu ahlakın tahakkukunda kilit rol oynar. Ahlakın sabitleşmesi ile seciye (karakter ve duygusal dinginlik) meydana gelir. Ahlakı gerçek ahlak kılan ise sabitleşmesidir. Bu sabitleşme ise kuvvetlerle mücadelenin sürekliliğini gerektirir. Bu durumda her ay periyodik olarak yenilen eyyâm-ı bıyd orucu ömür boyu süren bir ahlakî tahakkuk ve seciye kazanım yolculuğunu insana yaptırır. Bu çerçevede dinin tavsiye ettiği bu oruç ahlak felsefesi açısından tam bir mucizedir.

Usul-u fıkıh ilmi açısından bakılırsa: Hadislerde bildirildiği ve uyarıldığı üzere yalnızca Cuma, Cumartesi veya Pazar tutmak mekruhtur. Hz. Peygamber şöyle der: “Kimse Cuma günü oruç tutmasın. Ancak bir gün önceden veya sonradan oruç tutuyorsa bu takdirde Cuma günü de oruç tutabilir.”[8]

“Allah’ın farz kıldığı oruç dışında, sadece cumartesi günü oruç tutmayın. Eğer üzüm kabuğu ve ağaç dalından başka bir şey bulamazsanız bile o gün onları çiğneyerek oruç tutmadığınızı gösterin.”[9]

“Cumartesi ve pazar günleri müşriklerin bayram günleridir. Ben onlara muhalefet etmek isterim.”[10]

Cumartesi ve Pazar günleri orucunun bir hikmeti ise ehl-i kitaba muhalefettir. Tek Cumartesi orucu, Yahudilere benzemektir; Pazar orucu, Hıristiyanlara benzemektir. Cuma ise müminlerin bayramıdır. Bu 3 günden herhangi birini tutmak mekruhtur. Cumartesi-pazarı birleştirip tutmak ise müşriklere benzemektir. Bu da Allah resulü tarafından yasaklanmıştır. Fakat 3’ünü art arda tutmak dinen engel teşkil etmez. Bu çerçevede ayın 13-14-15’i hangi günlere gelirse gelsin nafile oruç tutmak caizdir. 13’ü cuma dahi olsa eyyâm-ı bıyd orucu tutulabilir. Ayrıca bir günlük orucun tesiri ile 3 gün art arda tutulan orucun şahıs üzerindeki etkisi arasında büyük fark olduğu tecrübelerle sabittir. Bu manada bir günlük orucun tesiri, 1 rakamı ile anlatılırsa 3 gün art arda oruç 111 etkisi uyandırır. Bu çerçevede eyyâm-ı bıyd orucu, orucun bağımlılık kırıcı yapısını ve ruhani etkisini gösteren bir paket programı ifade eder. Bu noktada hadis, sahih bir nafile oruç mantığını öğreterek fıkhî bir pencereyi de açar.

Sembolizm ve manevi ilimler noktasından bakılırsa: İnsan aklı bir ay gibidir. Kur’an ve vahiy ise bir güneş gibidir. Ayın kendine has ışığı yoktur. O, güneşten aldığı ışığı gösterir. Aynen bu ilişki gibi insanlar da bilgilerini, kâinattan veya doğrudan vahiyden alırlar. Akıl, bilgi üreten bir üreteç değil dıştan gelen bilgiyi işleyen, süzen ve ayrıştıran bir fabrikadır. Bu manada insanların akılları tam manasıyla bir ay gibidir. İnsan aklının bilgi kaynakları, yaşanan anda insanı çevreleyen âlemden “göz” ile alınan bilgiler; geçmiş zamandan nakledilen veya insanın bulunulan anda gözlemleyemediği olaylardan “kulağına” aktarılan haberler; kişini duygularıyla sezdiği veya “kalbine” doğan manalardır. Vahiy, kalbe doğan mana ve hakikatlerdir. Fenler ise, kevnî âyetlerden oluşan Kâinat Kitabı’ndan göze yansıyan ve kulağa gelen kanun ve hakikatlerdir. Bu manada ay ve insan aklı arasında tam bir örtüşme ve benzeşme vardır. Bu ilişki çerçevesinde bakılırsa aydaki ışığın sürekli değişimi gösteriyor ki, bir insan düzenli bir tefekkür yapsa, kâinat ve Kur’andan aldığı ve diğer insanlara yansıttığı ilim ve hikmet ışığı her ayın 13-14-15’inde tavan yapacak demektir. Yani insan zihninin her ay en keskin olduğu zaman dilimi, aynı zamanda öfke ve şehvet güçlerinin de tavan yaptığı dönemdir. Bu noktada din, insan aklı için bir fırsat olan bu günlerde öfke ve şehvetin dumanlarıyla onun bulanması ve kör olmasını engellemek için o günlerde oruç tutulmasını emretmesi muazzam bir keşif ve tavsiyedir. Eyyâm-ı bıyd orucu bu manada verimli sonuçlar doğurur. Bu çift taraflı mücadele her ay insana bir konuyu dolunay gibi parlak ve net bir ilim seviyesine ulaştırma imkanı verir. Bu noktada ayın 13-14-15. Günleri, tam manasıyla Risale-i Nur, Fütuhat-ı Mekkiyye ve benzerleri gibi tefekkür ederek okunacak kitapların okunacağı ve art arda toplu müzakere şeklinde incelenerek ders yapılacağı günlerdir.

[1] Tirmizî, Tefsir, Felak suresi.

[2] Ahmed bin Hanbel, Nesâi.

[3] En’am suresi, 160.

[4] Suyuti, el-Camiu’s-Sagir, 1/66 H. No: 892.

[5] Tirmizî, Savm, 54, III, 135.

[6] Buhârî, Savm, 66-67.

[7] Arapça’da nefis kelimesi, NFS kökünden gelmesiyle, kadınların doğum sonrası 40 gün süren kan gelmesi dönemine verilen “nifas” kavramıyla bağlantılıdır. Yani nefis, kandan meydana gelen, kandan beslenen canlı yapı demektir.

[8] Ebû Davud, ”Savm”, 50.

[9] Ahmed, Tirmizî, Nesâî, Îbn Mâce, Ebû Dâvûd ve Hâkim.

[10] Neseî, Cum’a: 1.