Fatih Sultan Mehmet’in Gayreti

Fatih, Allahın yardımı ile, bu halkla ben İstanbul’u fethederim diyerek, Orduyu hümayun’u İstanbul’un fethi için hazırlamaya başlıyor ve hazırlıyor.  İstanbul’un surlarını kırabilecek güçte topu kendi icat ediyor. Ve gemiler yapıp Edirne’den Halice kadar öküz ve mandalarla getiriyor. Kendisi de Ordu-i Hümayunla yarı gecede Surların kapısına geliyor. O esnada askerine: Yatıp biraz istirahat etmelerini emrediyor. Sabaha karşı, Ateş et emri için de, yanağını sağ avucuna koyup sünnete uygun yatanları kaldırıp, ilk olarak onlarla harekete başlıyor ve bildiğiniz gibi Düşman Ulubatlı Hasanın bir elini koparıyor, Ulubatlı öteki eli ile “Lailahe illallah Muhammedürresülullah” yazılı Hilafetin bayrağını Surlara dikiyor. Nihayet İstanbul fethediliyor.

Sonra İstanbul’daki papazlar, hakimiyetimiz elimizden gitti deyip dışarı çıkmamaya karar veriyorlar. Fatih Hazretleri bunu öğrenince, zaptiyelerini  gönderip papazları yanına getirtiyor ve onlara diyor ki: Size işte birer kağıt gidin mahkemelere serbest girin ve görün İslam adaletini. Ve  oralarda İslam adaletini gördükten sonra, yakininiz hasil olacak ki, bizim idaremiz altında ki hayatınız, öncekinden daha rahat olacaktır. Onlarda oradan çıkarlar ve İstanbul da daha mahkemeler kurulmayıp, mahkemeler ancak Edirne ve Bursa’da bulunduğu için, Papazlar vapura binip Bursa’ya gidiyorlar ve orada bir mahkemeye giriyorlar. Girdikleri mahkêmede Kadının huzurunda şöyle bir davadan iki kişi mahkeme olduklarını görüyorlar: Birisi bir vatandaşa bir tarla satmış,  tarlayı alan adam, tarlayı sürerken, sabanın demiri, altınla dolu küpün kapağını kaldırmış, bunu gören tarla sahibi, hemen küpü tuttuğu gibi tarlayı aldığı adama götürüyor ve diyor ki: Kardeşim al altınlarını, ben tarla aldım altın almadım. Oda ona cevaben, ben içinde ne varsa sattım, ben alamam bana haram olur diyorlar. Kadı de adaletli kararını vermek için,  her ikisini nüfuslarını teker teker sorar ve öğrenir ki, birinin bir kızı, ötekinin de bir oğlu bekâr varmış.  Nihayet Kadının hükmü, bu çocukları evlendirin de bunları beraber harcasınlar der. Bu hükmü dinleyen Papazlar, hayran hayran oradan ayrılırlar.

Şimdi biz tarihimizden bu adaleti öğrenince, düşünüp yakinen inanmamız lazım ki, insan Allahına ne kadar sağlam bağlanırsa o kadar mükemmel iş yapar ve Allahın rızasına muvaffak olur.

Biliyor musunuz Fatih Sultan Mehmedin başarılarının sırrı nerede yatıyor?   

Başta, Allaha harfiyen itaat eden Fatihın annesi, Mübarek Valide Sultanla babası Sultan ikinci Murat Hazretleridir. Çünkü o mübarekler, her anne ile babanın en büyük derdi olması lazım olan, Allah onlara hediye olarak  ihsan ettiği evlatlarını, Allahın rızası dairesinde yetiştirmeye titizlik göstermeleridir. Bu mübarekler de küçük yaştan Fatih Hazretlerinin kendilerine layık evlat yetiştirmeleri için mükemmel gayret göstermeleridir. İşte görün Fatih hocasından iptidai dersini alırken vuku bulan hadiseyi:

Fatihin Babası İkinci Murad Hazretleri iptidai derslerini almak için Hocasına  götürmüş. Küçük Fatih orada ders alırken, Padişahın oğlu olduğu için, Fatih kendine güvenerek, hocasının sertliğini babasına şikayet etmiş. Babası de, hocasını ikaz edeceğini, ve sen padişahın oğluna nasıl öyle davranırsın diyerek, hacasına lazım olan dersi vereceğini Fatiha söylemiş. Bu şekilde oğlu küçük Fatihi rahatlatmış. Öbür yandan hocasına gidip demiş: Hocam Bizim küçük Mehmet biraz şımarıyor, fakat, tedbirimizi şöyle alacağız: Bir gün ben mektebe geleceğim ve sana niye oğlumu rahatsız etmişsin diye çekişeceğim, sende eline sopayı alıp bana, al oğlunu ikiniz de buradan defolun derken, birkaç sopa sırtıma vurup bizi mektepten kovacaksın. Ondan sonra ben küçük Mehmede: İşte ne yaptın? Arkadaşların okurken sen kaldın diyerek ikna ettikten sonra, elinden tutup okutmanız için Zatı âlinizin huzuruna yalvarmaya geleceğim. Nitekim öyle yapmış. Ve Fatihin uslulaşmasını temin etmiş. İşte Fatihin anne ve babası Sultan Mehmedin anne ve babası, anlattığım gibi işle makbul duayı yaptıktan sonra, en azından her namazlarında ağızlarıyla duaları neticesinde Fatih O hale gelmiştir. Anne babanın evlatları için bu kadar ciddi uğraşmaları neticesinde, bakın Fatihin Takvasına:  

İstanbul’un fethinden sonra Ayasofyayı cami yapıp ilk Cuma namazını orada kılmaya hazırlandıklarında,  Fatihin Hocaları Aralarında böyle bir karar vermişler. Yatsı ve ikindi namazının sünnetini terk etmeyen, Ayasofyada ilk Cuma namazını kıldıracak. ” vakit gelmiş bu kelimeler ile seslenerek imam ararken,  yine İstanbul’un Fethi ile müjdelenen Fatih Sultan Mehmet Han Hazretlerine o şeref nasip olmuş. Böylece Fatih, Sünneti gayri müekked olan Yatsı ve İkindi namazlarının Sünnetlerini de terk etmediği ortaya çıkıyor. Ve Cuma namazını Fatih kıldırıyor.(Haşiye) İşte, Fatih Sultan Mehmet Hanın başarısının sırlarından bir tanesini de bu.

Evet! Kâinatın yaratıcısı olan Allaha c.c. ve Onun Mükâfat ve mücazat yeri olan  Cennet ve Cehenneme  sağlam inananların yapacağı budur. Onlar böyle sağlam imanla dünyaya meydan okumuşlar. Osmanlının o parlak devrinden sonra duraklama ve dış düşmanlarla içteki münafikların gayretleri ile işte 300 senedir yavaş yavaş müslümanları yıpratmaya çalışmışlar ve asıl hedeflerine 20. asırda ulaştılar. Tahribatlarının en büyüğü olan sefahetlerini teknikle ve fen ilimleri ile sarıp biz Müslümanlara kabul ettirdiler. Fakat onların o sahtekarlıkları günden güne, Yalnız Müslümanların nefretlerini kazanmakla da kalmayıp, o düşmanların kendi memleketlerindeki insanlarda dahi, insanlığın fıtri ihtiyacı olan hak dine meyil artıyor. Ve bizim için çok üzücüdür ki, onlar Müslümanlığı kabul ettikten sonra, noksansız yaşayıp numune-i imtisal olurken, zavallı bizimkiler, dinlerini tam yaşamadıkları için faydasını hikmet yeri olan bu dünyada görmedikleri gibi, Allahtan ümit kesilmez ama, korkuyorum ki orada da, göremeyecekler. Çünkü bir bütün olan İslamiyet ten, kendilerine hafif taraflarını alıp yalnız o kadarını yaşayan şehit dedenin torunu bizi çok üzüyor. Evet! bu bize gösteriyor ki, bir insanın imanı ne kadar zayıflarsa o, o kadar dini hayatından taviz verebilir. Öyle ki, ufak bir iş bahanesi ile, benim Müslüman vatandaşım namazını terk edebiliyor. Benim işim yorucu veya midemde biraz rahatsızlık var diyerek orucunu bozabiliyor. Veya, bir imansız doktorun, sen oruç tutamazsın demesi ile orucunu bozabiliyor ve saire.. Allah bizi ve din kardeşlerimizi bu gaflet uykusundan uyandırsın.                                                                                                      

“Bugün örnek insana çok ihtiyacımız var. Bu iş yalnız bilmekle olmuyor ve bozmak kolay yapmak zor olduğu için, “yirmi günde yirmi kişinin yapamayacağı bir binayı bir kişi  bir günde harap edebiliyor”. Biz batı diye diye ahlakımızı atarak battık. Çünkü biz batıdan tekniğini değil, gayri meşru hal ve davranışlarını aldık. O hale geldik ki televizyonda, Kadın taytla kilotla namaz kılabilir mi? Kadın erkekle aynı safta, başı açık namaz kılabilir mi? meselesini tartışma konusu yapıyoruz.

Tekrar ediyorum, Dini bilgilerden habersiz, dinden uzak bir haldeyiz ki, ecnebiler bir kaç kuruş paraya gafillerimizi satın alıp menfaat için onların dinlerine muvakkaten de olsa sokabiliyorlar. Halbuki, kat’i surette, dinine bağlı bir Müslüman, mantığını kullanarak kendi dinini   terk edip, hükmü geçmiş başka bir dine giremez. Eğer girse mantığın değil, duygularının ve hislerinin mahkûm olmanın neticesinde girer. Yani ya para için veya başka bir menfaat için girer. Çünkü dinsiz olmak için düşünmek lazım değil. Fakat dinine sahip çıkmak ve dindar olmak, mantığın kendi eseridir. Dindar olmakta iş var görev var, fakat onunla beraber, onun mantığı, aldığı o manevi bilgiler onu, o mes’uliyeti taşımağa mecbur ediyor ve ne pahasına olursa olsun bildiğini uygulamaktan geri kalamıyor. Çünkü, vazifesini yapmazsa karşıda nasıl zararla karşılaşacağını kesin olarak inanıyor ve inandığının gereğini yapıyor.

 Ne yazık ki düşmanların gayreti ile, bugün sağlam dindar olanların sayısı azaldıysa da, bereket için bazısında, sağlam iman kendini gösteriyor. Ve onların sayesinde kıyamet kopmuyor.

(Haşiye (Bazısı bunun hakikatını bilmediği için, Yatsı ve İkindinin sünnetini Peygamberimiz A.S.M. terk etmiştir, terk etmek sünnettir diyor. Fakat bilmiyorlar ki: Takva cihetine bakılırsa Peygamberimizin A.S.M. yaptıklarının hafif taraflarını değil, ağır taraflarını almak daha iyi olur. Hatta takvayla amel edenler başka mezhebin hafif tarafını alamazlar,  fakat ağır tarafını rahat rahat alabilirler. Mesela Hanefi mezhebinde olanlar. Şafilerin kan akınca abdesti bozmama meselesini alamazlar. Fakat evlenmesi caiz olan kadına temas etse abdesti bozulur, meselesini rahatlıkla alabilirler ve tatbik de edebilirler.)

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır