FERT, AİLE VE TOPLUMDA BİR İNKILAP : NAMAZ

Namaz, küllî ve umumî bir şükrün anahtarıdır. Küllî ve umumî bir şükrün mükafatı olarak da Cenâb-ı Hak, kemal-i kereminden cennetini kullarına ihsan ediyor. “Cennetin anahtarı namazdır, namazın anahtarı ise abdesttir.” (1) hadîs-i serîfi de bu noktaya bakmaktadır.

اَلصَّلَاةُ عِمَادُ الدّ۪ينِ şeklinde yaygın olarak bilinen hadîs-i şerifte ise meâlen Fahr-i Âlem Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz “Namaz dinin direğidir.” (2) buyurarak, namazın ehemmiyetine işaret etmiştir.

Namaz, İslâm dininde bir kıstas hükmündedir. Dinin sağlamlığı konusunda namaz bir ölçü ve mizandır. “Namaz kılmayanın dini sağlam değildir. Dinde namazın yeri, vücutta başın yeri gibidir.” (3) hadîs-i şerîfi konumuza bakmaktadır. Başsız vücut düşünülemeyeceği gibi, namazsız bir dinî yaşayış da düşünelemez.

Namazın bir boyutu da vardır ki mânen yükselme, urûc etme gibi anlamlara gelen “mi’rac” kelimesi ile de tavsif edilmiştir, yani vasıflandırılmıştır. “Namaz, mü’minin mi’racıdır” (4) şeklindeki rivâyet bu hakikate bakmaktadır. “Bir nevi mi’rac hükmünde olan namaz” (5) diyerek de Bediüzzaman, bu rivâyete atıf yapmaktadır.

Şimdi de İslâm dininin üzerinde hassasiyetle durduğu namazın; fert, aile ve toplum üzerindeki maddî ve mânevî faydaları üzerinde duralım.

Namazın Fert Üzerindeki Faydaları

Cenâb-ı Hak, “yüzer âyât-ı Kur’âniyede Müslümanlar için en büyük hakikat, îmândan sonra namaz olduğunu mükerreren emrediyor.” (6) Yani; “İslâmiyet’te îmândan sonra en yüksek hakikat namazdır.” (7) Elbette ki, böyle yüksek bir hakikat olan namazın; fert üzerinde faydaları vardır.

Cenâb-ı Allah, kendisinden nasıl yardım talep edilmesini meâlen şöyle belirtmiştir; “Ey îmân edenler! Sabır ve namaz ile (Allah’dan) yardım isteyin! Muhakkak ki Allah, sabredenlerle berâberdir.” (8) İnsan fıtraten aciz ve zayıf yaratılmıştır. Ve İlâhî bir kudrete istinad edip dayanmak ve O’na güvenmek fıtratında yani yaratılışında vardır. O insana mânevî bir kuvvet ise ancak her şeye kuvveti yeten bir Ezelî Allah’ın emirlerini yerine getirmekle olur. Yani namaz, mânevî kuvvet vermesi ile o insana mânen fayda sağlamaktadır.

Bahsi geçen âyet-i kerimenin tefsiri sadedinde şunlar belirtilmektedir; “Âyette hangi konuda sabırlı olmak gerektiği belirtilmemiştir. Bu sebeple ibadetleri yerine getirmek, haramlardan kaçınmak, her türlü düşmanca hareketlere karşı direnmek, musibet ve acılara katlanmak gibi dayanıklılığı gerektiren her durumda sabretmek bu buyruğun kapsamına girer. Bunun yanında, kıble değişikliğinden sonra vuku bulan olaylar dikkate alındığında, burada özellikle İslâm’ın varlığına son verme kararında olan düşmanlara karşı verilecek mücadelelerde sabır ve metanet göstermenin kastedildiği de anlaşılmaktadır. Nitekim kıble değişikliğinden yaklaşık iki ay sonra Bedir Gazvesi vuku bulmuş, sonraki dönemlerde de müşriklere ve diğer gayri müslim unsurlara karşı silâhlı mücadeleler devam etmiştir. 153 ve devamındaki âyetler bir bakıma, müslümanları böyle bir sıkıntılı döneme hazırlıyor; bu dönemlerde sabır ve sebat göstererek, Allah’ın divanına durup namaz kılarak O’ndan yardım dilemelerini istiyor; Allah’ın sabredenlerin yanında olduğu müjdesini veriyor. Sabır, insanın bir amaç için ortaya koyduğu özverinin, kararlılığın, güçlü azim ve iradenin ürünüdür; dolayısıyla sabır, insanın kendi benliğiyle ilgili tavrıdır. Namaz ise onun bedeni, dili ve kalbiyle kısaca bütün varlığıyla Allah’a yönelmesi halidir; şu halde namaz da müminin Allah ile ilgili tutumudur. Böylece sabırla benliğini güçlendiren, namazla da Allah ile birliktelik kuran insan, başarının psikolojik şartlarını tamamlamış olur.” (9) Buradan da anlaşıldığı üzere insanın ibadetleri yapması, hususen namaz kılması; haramlardan kaçınma iradesi, her türlü düşmanca hareketlere karşı direnme gayreti, musibet ve acılara tahammül etme iktidarını da sağlamaktadır.

Aynı zamanda Kur’ân-ı Kerîm’de namaz için “Allah’ı anma” ifadesi de yer almaktadır. Yani namaz, zikrin bir çeşididir. Onun içindir ki âyet-i celîlede “Şübhe yok ki ben, (evet) ancak ben Allah’ım; benden başka ilâh yoktur; öyle ise bana kulluk et ve beni anmak için namaz kıl!” (10) buyurulmaktadır. Bir diğer âyet-i kerimede ise meâlen “Onlar, îmân edenler ve kalbleri
Allah’ın zikri ile mutmain olan kimselerdir. Bilesiniz ki, kalbler ancak Allah’ın zikri ile mutmain olur.” (11) buyurulur. Bu iki âyet-i kerîmeyi beraber düşününce namazın bir diğer faydası da, kalpleri mutmain ettiğidir. Mutmain etmek; yani yatıştırmak, tam bir kanaatle inanmak, kalbini ferahlandırmaktadır.

Namaz kılmakta insana herhangi bir meşakkat de bulunmamaktadır. Aksine “namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. Hem cisme de o kadar ağır bir iş değildir. Hem namaz kılanın diğer mubah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibadet hükmünü alır. Bu surette bütün sermaye-i ömrünü, âhirete mal edebilir. Fâni ömrünü, bir cihette ibka eder.” (12) Namaz; ruha, kalbe, akla büyük bir rahatlık verir. Aynı zamanda namaz sayesinde insanın diğer haram olmayan gündelik işlerini yapması ona, ibadet sevabını vermektedir. Bu şekilde bütün ömür sermayesini âhirete mal ederek, fâni örünü bir yönüyle ebedîleştirir. Namazın mânevî faydalarının yanında maddî faydaları da vardır. Konuyla ilgili bir âyet-i kerîme meâlen şöyle buyurulur; “(Ey Resûlüm!) Kitab’dan sana vahyedileni oku ve namazı hakkıyla edâ et! Şübhe yok ki namaz, çirkin işlerden ve kötülüklerden (insanı) alıkoyar. (Namaz kılarak) Allah’ı zikretmek ise, elbette (her şeyden) en büyük olandır. Ve Allah, ne yaparsanız bilir.” (13) Namazın çirkin işlerden ve kötülüklerden insanı alıkoyması buna misaldir. Fert bazında kişiyi kötülüklerden de muhafazayı sağlayan yine namazdır. “Muhakkak ki namaz, mü’minler üzerine vakitleri belirli (bir farz) olarak yazılıdır.” (14) şeklinde meâl verilen âyet-i celîlenin tefsirine dair Bediüzzaman Sözler eserinde şunları belirtmiştir;
“Ey birader! Benden, namazın şu muayyen beş vakte hikmet-i tahsisini soruyorsun. Pek çok hikmetlerinden yalnız birisine işaret ederiz.Evet, her bir namazın vakti, mühim bir inkılab başı olduğu gibi azîm bir tasarruf-u İlahînin âyinesi ve o tasarruf içinde ihsanat-ı külliye-i İlahiyenin birer ma’kesi olduğundan, Kadîr-i Zülcelal’e o vakitlerde daha ziyade tesbih ve tazim ve hadsiz nimetlerinin iki vakit ortasında toplanmış yekûnüne karşı şükür ve hamd demek olan namaza emredilmiştir.” (15) Namazın belli vakitlerde farz kılınması ve bu farzı îfa ederken, ruh mânen teneffüs etmekte yani nefes almaktadır. Ruha nefes aldıran bir ibadet elbetteki faydasız değildir ve olamaz!

Namazın her gün her gün beşer defa kılınmasından dolayı usanç verdiğini söyleyen ve yaş olarak, bedenen ve rütbe itibariyle büyük bir adamın sözü ve o söze Üstâd Bediüzzaman Hazretleri tarafından verilen cevaplar da mânevî faydaları içerisinde değerlendirilebilir; «Bir zaman sinnen, cismen, rütbeten büyük bir adam bana dedi: “Namaz iyidir. Fakat her gün her gün beşer defa kılmak çoktur. Bitmediğinden usanç veriyor.” O zâtın o sözünden hayli zaman geçtikten sonra, nefsimi dinledim. İşittim ki aynı sözleri söylüyor ve ona baktım gördüm ki tembellik kulağıyla şeytandan aynı dersi alıyor. O vakit anladım o zat o sözü, bütün nüfus-u emmarenin namına söylemiş gibidir veya söylettirilmiştir. O zaman ben dahi dedim: “Madem nefsim emmaredir. Nefsini ıslah etmeyen, başkasını ıslah edemez. Öyle ise nefsimden başlarım.”
Dedim: Ey nefis! Cehl-i mürekkeb içinde, tembellik döşeğinde, gaflet uykusunda söylediğin şu söze mukabil beş ikazı benden işit.» (16) Burada geçen beş ikazdan iki tanesini misal olarak verebiliriz. Şöyle ki;
“BİRİNCİ İKAZ Ey bedbaht nefsim! Acaba ömrün ebedî midir? Hiç kat’î senedin var mı ki gelecek seneye belki yarına kadar kalacaksın? Sana usanç veren, tevehhüm-ü ebediyettir. Keyif için ebedî dünyada kalacak gibi nazlanıyorsun. Eğer anlasa idin ki ömrün azdır hem faydasız gidiyor. Elbette onun yirmi dörtten birisini, hakiki bir hayat-ı ebediyenin saadetine medar olacak bir güzel ve hoş ve rahat ve rahmet bir hizmete sarf etmek; usanmak şöyle dursun, belki ciddi bir iştiyak ve hoş bir zevki tahrike sebep olur.” (17) Burada da namazın insanı, ciddi bir iştiyak ve hoş bir zevki tahrike sebep olduğu belirtilmiştir. Çünkü o namaz ki insanın hayat-ı ebediyesinin saadetine medar olacak bir güzel ve hoş ve rahat ve rahmet bir hizmettir. Bunlar insanın mânen ve ruhen faydasına olan şeylerdendir.

“İKİNCİ İKAZ Ey şikem-perver nefsim! Acaba her gün her gün ekmek yersin, su içersin, havayı teneffüs edersin; sana onlar usanç veriyor mu? Madem vermiyor çünkü ihtiyaç tekerrür ettiğinden usanç değil belki telezzüz ediyorsun. Öyle ise hane-i cismimde senin arkadaşların olan kalbimin gıdası, ruhumun âb-ı hayatı ve latîfe-i Rabbaniyemin hava-yı nesîmini cezb ve celbeden namaz dahi seni usandırmamak gerektir.
Evet, nihayetsiz teessürat ve elemlere maruz ve müptela ve nihayetsiz telezzüzata ve emellere meftun ve pür-sevda bir kalbin kut ve kuvveti, her şeye kàdir bir Rahîm-i Kerîm’in kapısını niyaz ile çalmakla elde edilebilir.
Evet, şu fâni dünyada kemal-i süratle vaveylâ-yı firakı koparan giden ekser mevcudatla alâkadar bir ruhun âb-ı hayatı ise her şeye bedel bir Mabud-u Bâki’nin, bir Mahbub-u Sermedî’nin çeşme-i rahmetine namaz ile teveccüh etmekle içilebilir.
Evet, fıtraten ebediyeti isteyen ve ebed için halk olunan ve ezelî ve ebedî bir zatın âyinesi olan ve nihayetsiz derecede nazik ve letafetli bulunan zîşuur bir sırr-ı insanî, zînur bir latîfe-i Rabbaniye; şu kasavetli, ezici ve sıkıntılı, geçici ve zulümatlı ve boğucu olan ahval-i dünyeviye içinde, elbette teneffüse pek çok muhtaçtır ve ancak namazın penceresiyle nefes alabilir.” (18) Burada da insanın namaz vasıtasıyla şu kasavetli, ezici ve sıkıntılı, geçici ve zulümatlı ve boğucu olan ahval-i dünyeviye içinde ancak namazın penceresiyle nefes alabileceği belirtilmiştir. Namaz ruhun penceresi vazifesini görmektedir.

İbn-i Mes’ud Radıyallâḥu Anh’tan rivâyet edildiğine göre, bir adam Rasûlullah Sallâllâhu Aleyhi Vesellem’e: “Amellerin/ibadetlerin en faziletlisi hangisidir?” diye sordu.
Rasûlullah (asm) Efendimiz: “Vaktinde kılınan namazdır.” buyurdu. (19) Bu hadîs-i şerîften anlaşılacağı üzere “vaktinde kılınan namaz” vesilesi ile kişi “en faziletli ameli” yapmış ve sevabına nail olmuş olacaktır. Bu da namazın kişiye sağladığı bir diğer mânevî faydasıdır.

Muaz bin Cebel (ra) anlatıyor: Rasûlullah (asm) ile birlikte bir yolculukta idim. O şöyle buyurdu:
“Dinin başı İslâm (kelime-i şehadet getirerek Allâh’a teslim olmak), direği ise namazdır.” (20) Demek ki namazını kılan kimse din çadırının direğini kurmuş demektir.

Nitekim bir diğer rivâyette ise Abdullah bin Mes’ud (ra) tarafından nakledildiğine göre, Rasûlullah (asm) şöyle buyurdu:
“(Kıyamet gününde) kulun ilk önce hesaba çekileceği şey, namazdır.” (21) Bu mânâyı da içinde barındıran bir diğer hadîs-i şerîf ise şudur;
Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Rasûlullah (asm) şöyle buyurmuştur:
“(Kıyamet günü) kulun ilk hesaba çekileceği şey, namazıdır. Eğer bunu tam olarak yapmışsa (ne âlâ!) Ama (farz namazları tamam) değilse, Allah Teâlâ: «Kulumun nâfilelerine bakın!» buyurur. Eğer nâfile namazı bulunursa, «Onunla farz namazları tamamlayın.» buyurur.” (22) Namazı kılan kişi hesaba çekileceği ilk şeyi ifa etmiş oluyor ki; bu da onun mânevî kazançlarındandır.

Namazın Aile Üzerindeki Faydaları

Cenâb-ı Allah Kur’ân-ı Azîm’de meâlen; “(Ey Resûlüm!) Âilene namazı emret, (kendin de) ona sabırla devâm et! Senden rızık istemiyoruz. (Bil’akis) seni biz rızıklandırıyoruz. (Güzel) âkıbet, takvâ (sâhibleri) içindir.” (23) buyuruyor. Namazı kendimiz kıldığımız gibi, ailemize namazı emretmemiz bize emredilmektedir. Nitekim bir başka âyet-i kerimede Rabbimiz (cc) şöyle buyurmaktadır; “Ey îmân edenler! Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan bir ateşten koruyun!” (24) Namaz demek ki sadece şahsî olarak yapıldıktan sonra bir mes’uliyeti olmayan bir ibadet değil; aynı zamanda aile halkına da emretmemiz gereken bir ibadettir.

Unutmamak gerekir ki; “her insanın küçük bir dünyası, belki küçük bir cenneti dahi kendi hanesidir.” (25) Bu “küçük cennetimizi” mânen huzur ile doldurmaya vesile olabiliriz. Bu vesileler ise başta namaz olarak diğer ibadetleri ailece îfa etmek ile olur.

“Nev-i beşerin hayat-ı dünyeviyesinde en cem’iyetli merkez ve en esaslı zemberek ve dünyevî saadet için bir cennet, bir melce, bir tahassungâh ise aile hayatıdır. Ve herkesin hanesi, küçük bir dünyasıdır.” (26) Aile hayatı “dünyevî saadet için bir cennet” olmasının yanında “bir melce” yani sığınak ve “bir tahassungâh” yani sağlam korunulacak yerdir. Aile hayatında namazı bir rükün haline getirmek; bütün aile bireylerini ruhen ve mânen ferahlandırır.

Cemaatle namazın faziletine dair şu hadîs-i şerîf aile ile de cemaat yapıp namaz kılmaya teşvik mahiyetindedir; “Kişinin bir başka kişi ile birlikte kıldığı namaz, tek başına kıldığı namazdan, iki kişi ile birlikte kıldığı namaz bir kişi ile birlikte kıldığı namazdan daha sevaptır. Cemaat ne kadar çok olursa bu namaz Allah’a o nispette sevimlidir.” (27)

Resulullah’a (asm) ‘namazın çocuğa ne zaman emredileceği’ sorulmuştu: “Çocuk sağını solundan ayırmasını bildi mi ona namazı emredin” buyurdu.” (28) Bu hadîs-i şerîfte anne babalara düşen bir vazifeyi belirtmektedir. Toplumun en küçük yapı taşı olan ailede dinî eğitimini alan bir çocuk, topluma da faydalı olacaktır. Aileler toplumu oluşturur, çünkü “memleket dahi bir hanedir ve vatan dahi bir millî ailenin hanesidir.” (29) Aile içinde cemaatle namaz kılınması ve çocuğa da namaz öğretilmesi; hem o aileyi hem de çocukları mânen yetiştirir ve dinî hayatlarına olumlu etkiler yapar.

Şu âyet-i kerîmede ise çocuklarımıza nasıl öğüt vermemeiz bize misalen gösterilmiştir;
«Kendine câhilce kötülük edenden başka kim İbrâhim’in inanç sistemini [*âyet-i kerimenin Arapçasında “milleti ibrâhîme” şeklinde geçmektedir. “İbrahim’in dinini” diye de meâl verilmiştir.] reddeder? Oysa biz, gerçekten onu dünyada seçkin kıldık; şüphesiz ki o, âhirette de iyiler arasında yer alacaktır. Çünkü rabbi ona, “Bana teslim ol” buyurmuş; o da,
“Âlemlerin rabbine teslim oldum” demişti. İbrâhim de bu dini oğullarına vasiyet etti, Ya‘kub da. “Oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti; öyleyse yalnız O’na teslim olmuş müminler olarak can verin!” (dediler).» (30) Ya’kub (as) nasıl ki oğullarına “Oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti; öyleyse yalnız O’na teslim olmuş müminler olarak can verin!” demiş ise bizlerin de dil ile bunu söylememiz gerektiği gibi; halimiz ve fiillerimiz ile de bunu göstermeliyiz.

Namazın Toplum Üzerindeki Faydaları

Namazın toplumsal faydalarından bir kaçına değineceğiz.

Namazın fert üzerindeki faydalarına da misal verdiğimiz; “(Ey Resûlüm!) Kitab’dan sana vahyedileni oku ve namazı hakkıyla edâ et! Şübhe yok ki namaz, çirkin işlerden ve kötülüklerden (insanı) alıkoyar. (Namaz kılarak) Allah’ı zikretmek ise, elbette (her şeyden) en büyük olandır. Ve Allah, ne yaparsanız bilir.” (31) şu âyet-i kerîme, aynı zamanda toplumsal bir faydayı da beraberinde getirmektedir. Günah olan şeyler aynı zamanda suç olan şeylerdir. Suç oranının düşmesi toplumun da, devletin de faydasına olur. Namaz; hem mânen refah, huzur ve sürûr kalplere verirken aynı zamanda da suç oranlarının düşmesini sağlayıp maddî olarak da fayda sağlamaktadır.

Mâun Sûresi’nde ise meâlen şöyle buyurulur; “Artık vay o namaz kılanların hâline! Ki onlar, namazlarından gaflet edenlerdir (ona ehemmiyet vermezler)! Onlar ki, riyâkârlık (gösteriş için ibâdet) ederler! Ve mâûn’u (zekâtı) men‘ ederler!” (32) فَوَيْلٌ لِلْمُصَلّ۪ينَۙ şeklinde geçen âyet-i kerîmeye şu şekilde mânâlar da vermişlerdir;
“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki…” (33)
“Fakat veyl o namaz kılanlara ki…” (34)
“İşte (bu vasıflarla beraber) namaz kılan (münafık) ların vay haaline ki…” (35)
Aynı zamanda âyet-i kerimede geçen “veyl” kelimesinin diğer anlamları ise şunlardır; “Cehennem’de bir çukurun ismi veya Cehennem’in bir kapısının ismi.” (36)

Aynı zamanda âyet-i kerimede geçen “(Maûn) zekât, sadaka, itâat, ihtiyaç maddeleri ma‘nâlarını taşır.” (37)

Mâun Sûresi’nde geçen bu âyet-i kerîmelerden hareketle namazın hakkını veren kişilerin; zekâtını, sadakasını veren ve ibadetini sırf Allah rızası için riyasız yapan kimseler olması gerekmektedir. Zekât bilindiği üzere toplumsal dayanışma ve yardımlaşma konusunda köprü vazifesi görmektedir. Bu konuya işaret olarak Resul-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz şöyle buyururlar; “Namaz dinin direği, zekât da köprüsüdür.” (38) Bir diğer hadîs-i şerîflerinde ise “Zekât, İslâm’ın köprüsüdür.” (39) buyuruyorlar. Namaz ve zekât ile ilgili bu hadîsleri Bediüzzaman, şu şekilde değerlendirir; “Namaz عِمَادُ الدّ۪ينِ yani dinin direği ve kıvamı olduğu gibi zekât da İslâm’ın kantarası yani köprüsüdür. Demek birisi dini, diğeri asayişi muhafaza eden İlâhî iki esastırlar. Bunun için birbiriyle bağlanmışlardır.” (40) Bu sebeplere mebnidir ki, Cenâb-ı Allah da Kur’ân-ı Hakîm’de İslâm dinin bu iki esasını art arda zikretmiştir. “Namazı hakkıyla edin, zekâtı verin ve peygambere itâat edin ki merhamet olunasınız!” (41) Buradan çıkan sonuca göre de, namaz kılan kişi toplumsal bir köprü vazifesi gören zekâtı edâ ederek; toplum içinde dayanışma ve yardımlaşma bilincini arttırmaktadır. Bu durum da namazın hem maddî hem de mânevî faydaları arasında zikredilebilir.

Mâun Sûresi’ndeki iligili âyet-i kerîmelerin tefsiri sadedinde şunlar söylenmiştir, “Burada namaz kılmalarına rağmen kınananların olumsuz tutumlarına üç örnek sıralanmıştır: a) Namazlarının özünden uzak olmaları, b) İbadetlerinde halka gösteriş yapmaları, c) Hayra engel olmaları. “(Namazlarının) özünden uzaktırlar” diye çevirdiğimiz sâhûn kelimesinin sözlük anlamı “unutanlar” olup bu bağlamda, “namazlarını vaktinde kılmayanlar” şeklinde yorumlayanlar bulunmuşsa da Taberî, bizim de meâlde esas aldığımız yorumunda sâhûn kelimesini, “namazı ciddiye almayanlar, başka şeylerle meşgul olmayı namaz kılmaya tercih edenler” şeklinde anlamanın daha isabetli olduğunu, bunun vaktinde kılınmaması veya büsbütün terkedilmesiyle ilgili yorumu da kapsadığını belirtmiştir (XXX, 312). Bir kimsenin namazı ciddiye almamasının, namaz kılıyor görünse bile onun özünden uzak kalmasının önemli bir sebebi, 6. Âyette riyâ kavramıyla ifade edilen “halka gösteriş yapma” eğilimidir. Riyâ, özellikle dinî davranışlarla ilgili bir terim olup “bir kimsenin, kendisinde bulunmayan dinî ve ahlâkî bir meziyeti, bir erdemi varmış gibi göstermesi, iyilik yapıyormuş gibi görünmesine rağmen yaptıklarıyla –iyiliğin din ve ahlâktaki karşılığından öte– maddî veya manevî bir çıkar amaçlaması” anlamına gelir. İşte âyette bu tutum eleştirilmektedir.

“Hayır” diye çevirdiğimiz son âyetteki mâûn kelimesini Taberî, “insanın yararına olan her şey” şeklinde tanımlar ve kelimenin âyetteki anlamının “zekât, farz olan sadaka, diğer malî yükümlülükler, insanların kendi aralarında birbirine yararlandırmadıkları nimetler, hak, ödünç, mal” gibi anlamlara geldiğine dair görüşler naklettikten sonra kendisi mâûn kelimesinin bu bağlamda insanlara iyilik, hayır, nimetlerin paylaşılması gibi anlamları kuşatan genel bir ifade olduğunu belirtir (XXX, 313-320). Bu sebeple biz de meâlde mâûnu geniş bir kavram olan “hayır” kelimesiyle ifade etmeyi uygun bulduk.

Sûrede dikkati çeken önemli bir nokta şudur: İbadetlerde şekil şartları da vazgeçilmez olmakla birlikte, en az şekil kadar özen gösterilmesi gereken husus, imanla birlikte niyet, ihlâs, huşû, takvâ gibi kavramlarla ifade edilen öz ve içeriktir. Kur’an’a göre ibadetlerde niyet ve ihlâs, tevhid ilkesinin ibadetteki yansımasıdır (meselâ bk. Fâtiha 1/5; Âl-i İmrân3/64).
Bunu Hz. Peygamber, “Allah’ı görüyormuşçasına ibadet etmek” şeklinde belirtmiştir (Buhârî, “Îmân”, 37). İşte 4-6. Âyetlerde, “Vay haline o namaz kılanlara ki, onlar namazlarının özünden uzaktırlar; halka gösteriş yaparlar” meâlindeki eleştiriyle verilmek istenen mesaj budur.

Sûrede dikkati çeken diğer önemli bir nokta da Allah’a gönülden ibadet etmekle yardımlaşma ve dayanışmanın dindarlıkta birbirinden ayrılmazlığının vurgulanmış olmasıdır. Buna göre gerçekten dine inanan ve âhiret sorumluluğu taşıyan insan hem Allah’a hem de yaratılmışlara karşı ödevlerinin bilincinde olup bunları tam bir ihlâs ve samimiyetle yerine getiren, kendisi iyilikler yaptığı gibi herkesin de iyilik yapmasına ön ayak olan, yardımlaşma ve dayanışmanın önünü tıkayan değil, aksine gelişip yaygınlaşmasına, bireyselliği aşarak toplumsal ve kurumsal bir yapı kazanmasına katkıda bulunan insandır. İslâm’ın hâkim kılmak istediği gerçek ahlâk ve üstün insanlık işte budur.” (42)

Abdullah bin Ömer’den (r.anhüma) rivâyet edildiğine göre, Resûl-i Kibriya (asm);
“Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan yirmi yedi kat daha faziletlidir.” buyurmuştur. (43) Cemaatle namaz kılmanın faziletine dair bu ve benzeri hadîs-i şerîfler toplumsal dayanışma ve uhuvvet yani kardeşlik ruhunu pekiştirmektedir.

Bu hadîs-i şerîfe bir şerh mahiyetinde Bediüzzaman şöyle demiştir; “Taat ise, cemaat ile daha efdal ve daha ahsendir.” (44) İslâm dininde ibadetleri cemaat halinde yapmak, her zaman için daha faziletli ve daha güzel kabul edilmiştir.

Ebû Hüreyre’nin (ra) naklettiğine göre, Fahr-i Kâinat (asm) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Bir kimse câmiye gitme niyetiyle evinden çıktığında, attığı (her) bir adımla kendisine bir sevap yazılır, diğer adımıyla bir günahı silinir.” (45) Bu hadîs-i şerîfte de Müslümanların bir araya gelip cemaatle kılmalarının yanı sıra camiye giderken attığı her adıma sevap verildiği ifade edilmiştir. Bu hadîs-i şerîfler teşvik bakımından mühimdir.

Resûl-i Sakkaleyn yani hem cinlerin hem de insanların Resûlü (asm), bir gün Ebu’d-Derdâ’ya (ra); bir yerde üç kişi bulunduğu hâlde cemaatle namaz kılmazlarsa, şeytanın onları kuşatıp yeneceğini söylemiş, ardından da şöyle buyurmuştur:
“Cemaate devam et. Çünkü kurt, sürüden ayrılanı yer!..” (46) Müslümanların topluluk halinde, birlik ve beraberlik içinde olması ve cemaat halinde bulunmalarına dikkat çeken bu hadîs, mühim bir hadîs-i şerîftir. Namaz konusunda cemaatle kılmaları onları şeytanın yenemeyeceğine de bir işarettir.

Mü’min ve Müslümanların cemaat olmaları ve birlik olmaları ile ilgili hadîsleri izah mahiyetinde Bediüzzaman şöyle demiştir; “Zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet, şahs-ı manevîye göre olur. Maddî ve ferdî ve fâni şahsın mahiyeti nazara alınmamalı.” (47)

Bir başka hadîs-i şerîflerinde Habibullah (asm) Efendimiz şöyle buyurmuştur:“Eğer (insanlar) yatsı ve sabah namazlarındaki fazileti bilselerdi, sürünerek de olsa o ikisini cemaatle kılmaya gelirlerdi.” (48) Burada da cemaatle namaza dikkat çekilmiştir.

Yatsı ve sabah namazının faziletine dair ise şöyle buyurmuştur Seyyidü’l-Enbiya (asm) Efendimiz; “Yatsı namazını cemaatle kılan, gecenin yarısını, sabahı da cemaatle kılan, gecenin tamamını ibâdetle geçirmiş sayılır.” (49)

Camiye giderken atılan her bir adıma sevap verilmesi, cemaatle kılınan namaza yirmi yedi kat sevap verilmesi ve çeşitli faziletler ile ilgili hadîs-i şeriflerin yanı sıra camide veya mescidde ön safta bulunmanın ve ezan okumanın da faziletini beyan buyurmuşlardır Efendimiz (asm); “İnsanlar ezan okumanın ve namazda birinci safta bulunmanın ne kadar faziletli olduğunu bilselerdi, sonra bunları yapabilmek için kur’a çekmek zorunda kalsalardı kur’a çekerlerdi. Şayet camide cemaate erken yetişmenin ne kadar faziletli olduğunu bilselerdi, birbirleriyle yarışa girerlerdi. Eğer yatsı namazı ile sabah namazındaki fazileti bilselerdi, emekleyerek ve sürünerek de olsa bu iki namaza gelirlerdi.” (50)

Cemaatle namaza giden kişinin aldığı sevaba dair bir diğer hadîs-i şerîf ise şudur; “Bir kimse evinde güzelce temizlenir, sonra Allah’ın farzlarından bir farzı yerine getirmek için Allah’ın evlerinden birine giderse, attığı adımlardan her biri bir günahı silip yok eder; diğer adımı da onu bir derece yükseltir.” (51)

Ayet-i kerîmelerde de cem’ yani çoğul kullanım söz konusudur. Bu âyet-i kerîmelerden birirsi şudur; “Hem namazı hakkıyla edâ edin, zekâtı verin ve rükû’ edenlerle berâber rükû’ edin! Hem namazı hakkıyla edâ edin, zekâtı verin ve rükû’ edenlerle berâber rükû’ edin!” (52)

Ayetteki “Rükû edenlerle birlikte rükû edin” emri zorunluluk mu ifade eder? Başka bir ifade ile cemaatle namaz kılmanın hükmü nedir? Farz mı, vacip mi, sünnet mi? Beş vakit namazı cemaatle kılmanın, peygamberin emri, imanın alâmeti, İslâm’ın şiarı ve sembolü olduğu konusunda ittifak etmekle birlikte İslâm bilginleri, ayetteki emrin zorunluluk ifade edip etmediği konusunda ihtilâf etmişlerdir. Cemaatle namaz kılmanın önemine dair hadislerden (53) hareketle Hanbelî âlimleri, cemaatle namaz kılmanın erkekler için “farz-ı ayn”, Şafiî âlimleri, “farz-ı kifâye”, Hanefî ve Malikî âlimleri ise “sünnet-i müekkede” olduğu içtihadında bulunmuşlardır. Şu hadîs-i şerîf, namazı camilerde cemaatle kılmanın sünnet olduğuna delâlet eder: “Ezan okunan camilerde namaz kılmak sünen-i hüdâdandır.” (54)

İslâm bilginleri namazı camilerde cemaatle kılmanın hükmü konusunda ihtilâf etmekle birlikte camilerin cemaatsiz bırakılmasının asla caiz olmadığı, namazların cemaatle kılınmasının daha sevap olduğu, mazeretsiz cemaatin terk edilmesinin doğru olmadığı konusunda ittifak etmişlerdir. (55)

İbadetin Faydaları ve Hikmetleri Tercih Ettiren Sebep Olabilirler, Asıl Sebep ve Maksad Olamazlar

Yanlış anlaşılmaması gereken nokta şudur ki; namazın maddî ve mânevî faydaları illet değildir ve olamaz. Yani asıl sebep ve maksad bu faydalar değildir. Namazın faydaları ve hikmetleri ancak müreccih yani tercih ettiren sebep olabilirler. Bu konuyu daha geniş ve kapsamlı bir şekilde “ibadet”lerin tamamına şamil olarak Bediüzzaman şu şekilde ele almıştır;
“İbadetin ruhu, ihlastır. İhlas ise yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir fayda ibadete illet gösterilse o ibadet bâtıldır. Faydalar, hikmetler yalnız müreccih olabilirler, illet olamazlar.” (56)

Rıza-yı İlâhî’yi yani Allah’ın rızasını kazanmak için yapılan ibadetler, ibadetlerin en kamili, en ihlaslısı ve yükseğidir. Lakin hubb-u cennet (cennet sevgisi) ya da havf-ı cahîm (cehennem korkusu) ile yapılan ibadetler de meşru sayılmıştır. İmanın kuvvet ve mertebesine göre kimisi sadece Allah’ın rızasını arar kimisi cennette girmek için kimisi de cehennemden kurtulmak için ibadet eder. Bu yüzden “Cennete gitmek için iyilik yapanlar veya ibadet edenler cennete gidemez.” diye bir hükme gidilemez. Böyle denilmesi yanlıştır.

İhlası kaçıran, ameli iptal eden, ibadeti bütünü ile değersizleştiren, hatta günaha dönüştüren hata ve hatta şirke kadar götüren dünyevi menfaatler ve kaygılar ile yapılan ibadetlerdir.

“Falanca kişi bana cömert desin.” diye zekât veren birisinin zekâtı, değil ibadet olmak insanı ateşe sürükleyen bir amele dönüşür. Bu durum darb-ı mesel yani atasözünde de geçtiği üzere “Dost pazarda görsün.” kabilindendir. Ama zekâtı cennete girmek ya da cehennemden kurtulmak için verse, bu düşüncesi uhrevi olduğundan meşru ve sevaplıdır.

Niyete dünyevi bir gaile girdi mi amel bütünü ile iptal olur. Hatta bunun yüzdesi bile olmaz, yani “Şu ibadetimin yüzde doksan dokuzunu Allah için, kalan yüzde birini de halk için yapıyorum.” dese, o ibadet batıl olur ve hiçbir değeri kalmaz.

İbadetler yüzde yüz uhrevî yani âhiret için olmalıdır. Uhrevî de ancak ya Allah’ın rızasını kazanmak ya cennete girmek ya da cehennemden kurtulmak için olur. Dördüncü bir ihtimal yoktur.

Netice olarak; Namazın maddî ve mânevî faydaları inkâr edilemez derecededir. Kat’îdir ve su götürmez bir gerçektir. Ama bu faydalar için o ibadetler yapılmaz. İbadetler yalnız ve yalnız Cenâb-ı Hakk’ın rızasını tahsil için yapılır.

Namazlarını hakkıyla ifa eden kullardan olmak dua ve temennisiyle..
Vesselâm..

Abdulkadir Çelebioğlu

Dipnotlar

1-Tabeanî, El-Mu’cemu’l-Evsat, 5/186, Hadîs no: 4361
2- Tirmizî, İmân: 8; İbni Mâce, Fiten: 12; Müsned, 5:231, 237; el-Hâkim, el-Müstedrek, II/76
3- Taberanî, Mu’cemu’s-Sağîr, Hadîs no: 107
4- El-Munavî, Feyzü’l-Kadir, 1/497; El-Alusî, 6/361; Râzî, 1/226
5- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, 16. Söz, 4. Şua, s. 220
6- Bediüzzaman Said Nursî, Âsâr-ı Bediîye, s. 702
7-Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s. 139
8- Hayrat Neşriyat Meâli, Kur’ân-ı Kerîm, Bakara Sûresi, 153. Âyet-i Kerîme
9- Kur’an Yolu Tefsiri, c. 1 s. 239-240
10- Hayrat Neşriyat Meâli, Kur’ân-ı Kerîm, Taha Sûresi, 14. Âyet-i Kerîme
11- Hayrat Neşriyat Meâli, Kur’ân-ı Kerîm, Ra’d Sûresi, 28. Âyet-i Kerîme
12- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, 4. Söz, s. 25
13- Hayrat Neşriyat Meâli, Kur’ân-ı Kerîm, Ankebut Sûresi, 45. Âyet-i Kerîme
14- Hayrat Neşriyat Meâli, Kur’ân-ı Kerîm, Nisa Sûresi, 103. Âyet-i Kerîme
15- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, 9. Söz, s. 46
16- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, 21. Söz’ün 1. Makamı, s. 295
17- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, 21. Söz’ün 1. Makamı, s. 295-296
18- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, 21. Söz’ün 1. Makamı, s. 296
19- Buhârî, Tevhid, 48
20- Tirmizî, Îmân, 1; Ahmed bin Hanbel, Müsned, V, 231
21- Nesâî, Muhârebe, 2
22- Nesâî, Salât, 9
23- Hayrat Neşriyat Meâli, Kur’ân-ı Kerîm, Taha Sûresi, 132. Âyet-i Kerîme
24- Hayrat Neşriyat Meâli, Kur’ân-ı Kerîm, Tahrim Sûresi, 6. Âyet-i Kerîme
25- Bediüzzaman Said Nursî, Şualar, 11. Şua, 8. Meselenin Bir Hülasası, s. 228
26- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, 10. Söz, Mukaddime, 1. Nokta, 4. Delil, s. 109
27- Ebu Dâvûd, Salât, 47
28- Ebû Dâvûd, Salat 26, 497
29- Bediüzzaman Said Nursî, Şualar, 11. Şua, 8. Meselenin Bir Hülasası, s. 228
30- Diyanet İşleri Meâli, Kur’ân-ı Kerîm, Bakara 130-132. Âyet-i Kerîmeler
31- Hayrat Neşriyat Meâli, Kur’ân-ı Kerîm, Ankebut Sûresi, 45. Âyet-i Kerîme
32- Hayrat Neşriyat Meâli, Kur’ân-ı Kerîm, Mâun Sûresi, 4-7. Âyet-i Kerîmeler
33- Diyanet İşleri Meâli Yeni, Kur’ân-ı Kerîm, Mâun Sûresi, 4. Âyet-i Kerîme
34- Elmalılı Meâli Orijinal, Kur’ân-ı Kerîm, Mâun Sûresi, 4. Âyet-i Kerîme
35- Hasan Basri Çantay Meâli, Kur’ân-ı Kerîm, Mâun Sûresi, 4. Âyet-i Kerîme
36- bkz. Abdullah Yeğin, Yeni Lügât, Veyl maddesi
37- İbn-i Kesîr, c. 3, s. 682
38- bkz. Aclûnî, Keşfu’l-Hâfâ, 1/530
39- Et-Terğîb ve’t-Terhîb, c.1, s.517
40- Bediüzzaman Said Nursî, İşârâtü’l-İ’câz, s.48
41- Hayrat Neşriyat Meâli, Kur’ân-ı Kerîm, Nur Sûresi, 56. Âyet-i Kerîme
42- Kur’an Yolu Tefsiri, c. 5 s. 697-698
43- Buhârî, Ezan, 30; Müslim, Mesâcid, 249
44- Bediüzzaman Said Nursî, Muhâkemat, 1. Makale 1. Mesele, s. 58
45- Nesâî, Mesâcid, 14; Ahmed bin Hanbel, Müsned, II, 320
46- Ebû Dâvud, Salât, 46; Nesâî, İmamet, 48
47- Kastamonu Lâhikası, s. 11
48- Buhârî, Ezan, 9; Müslim, Salât, 129
49- Ebû Davûd, Salat, 45
50- Buhârî, Ezân 9, 32, Şehâdât 30; Müslim, Salât 129
51- Müslim, Mesâcid 282
52- Hayrat Neşriyat Meâli, Kur’ân-ı Kerîm, Bakara Sûresi, 43. Âyet-i Kerîme
53- Meselâ bkz. Ebu Dâvûd, Salât, 47–51, IV, 371–381
54- Müslim, Mesâcid, 256, I, 453
55- Kurtubî, I, 348
56- Bediüzzaman Said Nursî, İşârâtü’l-İ’caz, s. 154