Fıtratın Bozulması ve Manevi Hastalıklar-4

6) Kendini Tanımamak… Kendini tanımayan bir kişi, Allah’ın onun fıtratına, ruh programına koyduğu potansiyel yetenekleri bilemez. Bu potansiyelleri bilmeyen bir kişi, bunları alacağı öğrenim ve eğitim ile açamaz. Kurak arazide çay yetiştirmeye çalışan bir çiftçinin bütün emeklerinin zayi olması gibi ömrü ve emekleri zayi olur gider. Aslî yetenekleri açılamadan kalır. Bu şekilde ruhu ve fıtratı kilitlenen bir kişi fıtratına uygun ne bir meslek, ne bir sanat, ne de uygun bir sosyal çevre edinemez. Bunlar ise, bu kişinin mutsuz, huzursuz, rahatsız ve kararsız bir yapı almasına yol açar. Böyle biri kendini ifade edebileceği, kendini yaşayacağı, manasını bulacağı ve hissedeceği bir zemin bulamamış bir çiçek tohumuna, bir ağaç çekirdeğine benzer. Bu iğreti hal ise, fıtratı bozar. Hayat ve dünya ona manasız, karanlık ve abes gelir.

Bu mevzuu hem bildirme, hem ilacını sunma sadedinde Allah’ın Elçisi (ASM) şöyle der: “Kur’an, kalplerin baharıdır.[1] Kalb, akıl ve fuat (gönül) hakikatlerinin toplamına verilen Kur’ani bir isimdir.[2] Nasıl ki ilkbaharda tohumlar, çiçek olur; çekirdekler, fidan olmaya yürür. Aynen öyle de kişinin zihnî ve duygusal bütün yetenekleri Kur’an baharında beslenir, gelişir, büyür ve kendilerini ifade edecek hale gelirler. Aynı Kur’anı Bediüzzaman, Gazzali, İbn-i Arabi, İbn-i Sina, Kindî, İbn-i Rüşd gibi hikmet, ilim ve irfan erbabı da okuyor, besleniyor; Celaleddin-i Rumi, Geylani, Mevlana Cami, Cezeri, Ahmet-i Hani gibi aşk, muhabbet ve cezbe sahipleri de okuyor, besleniyorlar.[3] Demek herkes Kur’an’da kendini buluyor.

7) Yanlış Din Algısı… Din, fıtrattır. Fıtrat ise ruh–beden, madde–mana beraberliği ve etkileşmesi esasına dayanır. Bu etkileşimi Bediüzzaman Said Nursi şöyle anlatır: “Cesed ruhla mültezdir (lezzet alır); ruh, vicdanla mütelezziz.[4] Hem aynı kitapta mealen yine der ki: “Ceseddeki israf, ruh sıkıntısına yol açar.” Bu etkileşimi unutarak dinin sırf zâhirini, lafzını ve maddi dünyaya bakan yönünü baz alarak Yahudileşmek nasıl fıtratı bozuyorsa; dinin sırf bâtınını, mânâsını ve ruhani hayata bakan yönünü temel almakla Hıristiyanlaşmak da aynen fıtratı bozar. Mecusiler gibi laik ve “Din, dünya ayrıdır” şeklinde bir bakış daha köklü bir yanlıştır; fıtratı parçalayan bir şizofrenidir. Oysa din, İslam’dır. Yani barıştırmaktır. İslam madde–mana, beden–ruh evliliği ve beraberliğidir.

Bu noktada “Dinin temeli olan ruhanilik ve hazları bize yeter. Maddi hayatı Allah adına yaşamasak da olur” diyen bir grup sahabeye Allah’ın Elçisi (ASM) şöyle der: “Sizler böyle böyle söylemişsiniz. Halbuki Allah’a yemin olsun Allah’tan en çok korkanınız ve yasaklarından en ziyade kaçınanınız benim. Fakat buna rağmen, bazen oruç tutar, bazen yerim; namaz kılarım, uyurum da; kadınlarla beraber de olurum. (Benim sünnetim budur). Kim benim sünnetimi beğenmezse benden değildir.[5]

Bu gruptaki sahabelerden evli olan Osman bin Maz’un’a (R.Anh) özel tavsiyesi şudur: “Bil ki, ben, hem uyurum, hem namaz kılarım; oruç da tutarım, kadınlarla evlenirim de… Ey Osman, Allah’tan kork! Zira ailenin senin üzerinde hakkı var, misafirin senin üzerinde hakkı var, nefsinin senin üzerinde hakkı var. Öyle ise bazen oruç tut, bazen ye. Namaz da kıl, uykunu da al.”[6]

Demek ki din, her hak sahibine hakkını vererek itidal ve fıtrat üzere yaşamaktır. Bu açıdan bakılınca şunu rahatlıkla diyebiliriz: Dinin sırf zahirini baz alan Haricilerin ve takipçilerinin dengesiz, Kur’ana ve Sünnet’e aykırı tavırları bozulmuş fıtratlara nasıl misalse, riyaya girmeyeyim diye şarap içen hak yolundan sapmış bazı tarikatların Kur’an ve Sünnet’e zıt tavırları da aynen öyle bozulmuş fıtrat belirtisidir.

8) Fakir Düşme Korkusu… Ailesinde veya yakın çevresinde cimri birisi bulunan, küçüklüğünden itibaren sık sık “Harcama! Dur! Sonra muhtaç duruma düşersin…” sözlerini telkin-vari duyan birisinde böyle bir hastalık kaçınılmazdır. Bu telkinlerin arkasında, madde aşkı ve ruhanilikten uzaklık vardır. Fakir düşme korkusu, böyle bir şahsın iç dünyasında şeytanın yayın yaptığı bir kötülük merkezi halini alır.

İslam tarihine baktığımızda görüyoruz ki kendisinde böyle bir yön olduğunu, fıtratının bu noktada yaralanmış olduğunu hisseden aklı başında kişiler bu olumsuz duyguya karşı sınır tanımayan bir cömertlik anlayışıyla bir iç savaş başlatmışlar. Cömertlik kişiyi fakir etmediğini, verene Allah’ın daha çok verdiğini, fakir düşme korkusunun yersiz bir kuruntu olduğunu tecrübe ede ede görmüşler; madde âşığı nefislerine dahi göstermişler. Bu konuda Hz. Ebu Bekir’i (RA) misal verebiliriz. Sahabe hayatına dair Tabakat kitaplarını incelediğimizde Onun babasının fakir düşme korkusu taşıdığını, evladını da bu korkuya dair telkinler altında büyüttüğünü görebiliyoruz.

Hz. Peygamber (ASM) cömertlik hakkında şöyle der: “Cömert, Allah’a yakındır, Cennete yakındır, insanlara yakındır, ateşten uzaktır; cimri ise Allah’tan uzaktır, Cennetten uzaktır, insanlardan uzaktır, ateşe yakındır. Muhakkak cömert bir câhil, Allah Teâlâ’ya cimri bir ibadet ehlinden daha sevimlidir.[7]

Hem Hz. Peygamber (ASM) cömertlik edene Allah’ın daha çok verdiğinden o kadar emindir ki, arkadaşı Ebu Zerr’e (R.A) şöyle der: “Yanımda şu Uhud dağı kadar altın olsa bu beni sevindirmez. Bir borcu ödemek için ayırdığımdan başka da yanımda bir dinar ( altın para ) bulunarak üç gün geçmesini istemem. –Resulullah önüne sağına soluna ve arkasına elleriyle verme işareti yaparak– yanımda bulunanı Allah’ın kullarına şöyle şöyle dağıtmak isterim.[8]

Hem diğer bir hadisinde de şöyle der: “Bir müminde 4 vasıf bir araya geldiğinde Allah ona Cenneti vâcib kılar: Dilinde doğruluk, malında cömertlik, kalbinde şiddetli hak sevgisi, halk içinde veya yalnızken samimiyet.[9]

[1] Mecmeu’z-Zevâid, 10:136; Hâkim, Müstedrek, 1:509.

[2] Bediüzzaman Said Nursi, İşârâtü’l-İ’caz, Bakara Sûresi Tefsiri, 7. Âyet.

[3] Bu Allah dostlarını akıl ve gönül erbabı olarak sınıflandırmamız, ağırlıklı yönleri itibariyledir. Aşk ehli dediklerimizde de irfan vardır; irfan ehli dediklerimizde de aşk ve muhabbet vardır.

[4]Hakiki Bütün Elem Dalalette, Bütün Lezzet İmandadır” bahsi. (Sözler, Lemeat)

[5] Buhari, Nikah 1; Müslim, Nikah 5, (1401); Nesai, Nikah 4, (6, 60).

[6] Ebu Davud, Salat 317 (1369).

[7] Tirmizî, Birr, 40.

[8] Buhârî İstikrâz 3 Rikak 14; Müslim Zekât 32.

[9] Ramuzu’l-Hadis, 2:438.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: