Genç Neslin Terbiyesi ve Eğitimi

“Eğitim” kelimesinin asıl manâsı, eski dilimizdeki “terbiye” kelimesiyle kastedilen manâdır. Eğitim kelimesinin geçtiği her yerde, onun “terbiye” kelimesiyle eşmanâlı olduğunun da hatırlanmasında fayda vardır.

İnsanların genç yaşlarından itibaren terbiye ve eğitimleri, şimdiye kadar çok tartışmalı olmuş; tartışmaları şimdi de devam eden ve bundan sonra da devam edecek olan çok mühim bir mevzudur.

Genç yaşlarından itibaren insanların hayatlarındaki faaliyetlerinde olan yanlışlarının ve eksiklerinin belirtileri, onların çeşitli bunalımları halinde kendini göstermektedir.

Bir insan cemiyetinin fertlerindeki ve bilhassa o cemiyetin genç neslindeki bunalımları endişe ile müşahede ettikten sonra, sadece hastalık belirtilerinin (tıp deyimiyle, “semptomların”) giderilmesi değil; o hastalıkların esas sebeblerine inilerek, tam teşhislerinin ve o teşhislere göre de iyi tedavilerinin yapılması icabeder. 

Bunun için temel bir prensip olarak, genç neslin manevî ihtiyaçları da iyi anlaşılmalı ve o ihtiyaçların da iyi karşılanmasına çalışılmalıdır.

  *  *  *  

İnsanlar, hem maddî ve hem de manevî gıdalara muhtaçtırlar. Onların ekseriya “maddî gıda rejimleri” incelenerek üzerlerinde ehemmiyetle, geniş şekilde ve teferruatlı olarak durulurken manevî gıdalarının temininde ve onlara arzlarında ihmaller, eksiklikler olursa, o sebeblerle görülebilecek hastalık belirtilerinden ve neticelerinden de şikâyet edilmemesi gerekir. 

Sadece maddeten doyurulmağa çalışılan fakat “manevî açlığa” mahkûm edilen her yaştaki insanlar, bu açlıklarının tesiriyle âdeta şuursuzlaşmış bir halde, ya vücutlarına rastgele birşeyler almaya çalışırlar veyahut da bu açlıklarının tahammülü güç sancılarını dindirecek bazı uyuşturucularda çareyi ararlar. Bu uyuşturucular, onların sindirim sistemleri veya dolaşım sistemleriyle vücutlarına aldıkları kimyevî maddeler olabileceği gibi; daha geniş manâda, onların akıllarını uyuşturarak veya geçici olarak gidererek, manevî açlıklarının sancılı âlemlerinden başka sanal âlemlere onları muvakkaten götürecek çeşitli sunî vasıtalar da olabilir. 

  *  *  *  

Türkiye’de halen ulusal, mahallî veya sadece internet üzerinden yayın yapan TV kanallarının toplam sayısının 1200 kadar olduğu söylenilmektedir. TV yayınları hem gözlere ve hem de kulaklara hitap ettiği için en tesirli eğitim vasıtaları olmalarına rağmen, maalesef çoğu faydasız ve bazıları da zararlıdır. Futbol maçlarına, o maçlarla ilgili haberlere ve yorumlara, İslâm dininin seyredilmesine ve dinlenmesine cevaz vermediği çeşitli cinsten müzik ve ses yayınlarına, bazı sinema, tiyatro, televizyon dizilerine v.b. seyirciliklerine ve dinleyiciliklerine odaklanmak halleri, manevî açlıkların giderilebilmesi için bu sunî vasıtalardan -çeşitli günahlara da girerek- medet umulmasının misalleri olarak verilebilir.

  *  *  *  

Tıp ilmi varken bu ilmi hiçe sayanların, sahte veya kifayetsiz doktorların sözlerine ve reçetelerine itibar edilemez. Bir makinenin imalatçısı tarafından verilen “Kullanma Talimatı”na aykırı hareket edilmesi o makineden verim ve fayda sağlanamayışına; bazen onun arızalanmasına, bunun da ötesinde organ, can veya mal kaybı ile ilgili çeşitli kazalara da sebeb olabilir. Modern makine ve araçlardaki “beyin” denilen kontrol sistemlerine kaba-saba müdahale edilmesi de o makine ve araçlarda büyük arızalara ve kazalara davetiye çıkarır. 

İnsan, aslında kâinatın en mükemmel makinesidir. Onun bir makinenin kaporta, motor, güç aktarma vd organlarına benzetilebilecek olan maddî yapısından başka, benzeri ve daha iyisi başka hiçbir mahlukta bulunmayan harika bir beyni vardır. İnsanın beynindeki arızalara meydan verilmemeli; bir arıza olursa, ona kaba-saba metotlarla müdahaleye teşebbüs edilmemelidir!.

  *  *  *  

Genç neslimizde, bazı yabancı ülkelerin gençlerindeki kadar olmasa da,bunalıma gidiş” vakalarının artışı, hepimizi ciddî şekilde düşündürmeli ve üzmelidir. Bunun en basit bir delili de, çeşitli seviyelerdeki okullarda öğrenim gören gençlerimizde uyuşturucuların kullanılması yaşının ve çokluğunun, zamanla maalesef daha da küçük yaşlara inmesiyle alâkalı rakamlardır. 

Bu uyuşturucu maddeleri temin edip kullanmanın hem zor ve pahalı, hem de sıhhî ve cezaî bakımdan tehlikeli olduğunu idrak etmesini beklediğimiz her yaş ve tahsil kademesindeki, bilhassa yüksek tahsildeki gençlerimizden bu canavara teslim olanların artmasının sebebi acaba nedir?

Uyuşturucu maddeleri kullanmanın zararları mevzuunda ülkemizin her tarafında konferanslar, seminerler, açık oturumlar vb yapılmasına; basın, radyo ve televizyon yayınları ile de uyuşturucuların zararlarına karşı ikaz edici neşriyatta bulunulmasına rağmen, bu faaliyetlerin gençliğin uyuşturucu kullanmasındaki artış hızını frenlemekte başarıya ulaştığı söylenemiyor. Çünkü bu faaliyetlerin başarısı, sadece “yasakçılık” yapmakla kalmayıp, kötüden alıkoyabilmek için onun yerine iyiyi maharetle koyabilmeğe büyük ölçüde bağlıdır. 

  *  *  *  

Genç yaştaki insanlarımızın dimağları “temiz bir sayfa” veya “boş bir kap” gibidir; o yaşlardayken onların içini en iyi şeylerle doldurmağa çalışmak gerekir. Kötüyü benliklerinde kabul etmeyecekleri şekilde iyiyi ve doğruyu, hakikî şekliyle ve kâfi muhtevasıyla mümkün olduğu kadar erken yaşlarda onlara verebilmek, onların “eğitimlerinin ilk kuralı” olarak uygulanmalıdır. Bunu yapmaktaki ihmaller ile geçen her an, bir kısım gencimizin daha insanî şahsiyet kaybına sebep olabilmektedir.

 Bu sebeble, “Genç neslin terbiyesi ve eğitimi” mevzuunda “hakikî teşhis ve tedavi”den yanlış bir çekingenlikle uzak durmağa çalışmak suretiyle tıp ilmini inkâr ile, üstünkörü ve yanlış “kocakarı ilaçları” gibi bazı vasıtalarla hastalıkların sadece belirtilerini gidermeye çalışır şekilde hareket etmeyerek, insan kaynaklarımızla ilgili güç ve imkânlarımızı israf etmemeye önemle dikkat çekmemiz icab ediyor.

  *  *  *  

Genç neslin terbiyesi ve eğitimi ile alâkalı olarak sporun, kültür ve sanat faaliyetlerinin bu çok mühim derde “tam deva” olabileceği de asla söylenemez. 

“Dünyayı yıllardır sarmış salgın bir manevî hastalık” haline gelmiş olan “futbol hastalığı” ile, genç neslin küçük yaşlarından itibaren, içi atmosfer basıncından biraz daha fazla basınçtaki hava ile doldurulmuş meşin bir topun ardından ruhuyla, aklıyla, kalbiyle ve diğer bazı organlarıyla, merakıyla, alâkasıyla, çeşitli kabiliyetleri ve hissiyâtıyla vd ile sürüklenerek en kıymetli sermayeleri olan hayat müddetlerini israf etmelerine “Daha kötü şeylerle uğraşmaktansa futbolla uğraşsın..”(!) denilerek hoşgörü ile bakılmamalıdır!. 

Spor bizzat usulüne göre yapılsa bile beden sağlığı için faydasına rağmen ruh sağlığı için derde deva olmaktan çok, “tabiî bir uyuşturucu” gibidir; beden hareketleri esnasında ve sonrasında, vücudun rahatlatıcı bir kimyevî maddeyi (hormonu) ifraz ettiği tıbben tesbit edilmiştir. Genç neslin, “futbol sektöründe çok yüksek paralar var” denilerek, onların küçük yaşlarından itibaren alâkalarının futbola yöneltilmesi; bunun için de bilhassa yaz tatillerinde camilerdeki Kur’an Kursları yerine ülkemizde sayıları gittikçe artan futbol okullarına gönderilmeleri çok yanlıştır. “Ağaç yaşken eğilir” atasözümüzle de ifade edildiği gibi, “bir insana çocukluk yaşlarından itibaren İslâmî terbiye gerekli ve yeterli şekilde verilemezse, sonradan o terbiyeyi verebilmenin bir gayrimüslimin Müslüman yapılması kadar zor olacağı” dinî kitaplarımızda belirtilmektedir. Bu sebeble, genç neslimizin terbiyesi ve eğitimi için, bilhassa dinî vakıflarımız onların alâkalarını İslâm dinine yöneltmek, onları hem bâtılın ve hem de malâyânînin tahribatından korumak için gereken çalışmaların üzerine önemle yoğunlaşmalıdırlar. 

Dinî vakıflarımız bu faydalı icraatın yapılmasını İslâm düşmanı şer güçler tarafından dayatılmış İslâm dışı kanun ve anlaşmaların esareti ve “resmî ideoloji” bağımlılığı içindekilerden beklemeyerek, şimdikinden daha az ücretle veya ücretsiz olarak tüm ülkemizde “özel anaokullarının” sayılarını çok arttırmalı; kız öğrencileri dünyevî daha çok kazançlarla ilgili meslekler yerine, uhrevî kazançlarının çok olabileceği şekilde icra edebilecekleri bu okullarda “anaokulu öğretmenliği”ne teşvik etmelidirler. Ebeveynleri de “çocuklarını istikbale hazırlamak” düşüncesiyle öncelikle onların dünyevî istikballerini düşünerek onlara dünyevî menfaatleri değil; uhrevî menfaatleri hedef göstermelidirler. Çünkü dinî kaynaklarımızda da açıkça ve defalarca belirtildiği gibi,  “asıl hayat”, âhiret hayatı ve “asıl istikbal” de âhirettir!.

Gerekçelerinin kuvvetli dayanakları mevcut olmadığı halde genç neslin yönlendirildiği “bazı kültür ve sanat faaliyetleri” de, onların “manevî açlıklarını gidermek” için -dengeli ve iyi beslemek yerine- onlara “rastgele atıştırma yapmak” malzemesi sunmaya benzetilebilir!.

  *  *  *  

Çok tartışması yapılan, “Genç neslin terbiyesi ve eğitimi” mevzuunda özetle ve daha önce belirttiklerimizi tekrar ile denilebilir ki: Onlar eğitilmeğe çalışılırken maddî bünyelerinin ihtiyaçları yanında, manevî bünyelerinin ihtiyaçları da mutlaka göz önüne alınmalıdır; manevî bünyeleri açlığa mahkûm edilerek, “ne bulurlarsa atıştıran” veya manevî açlıklarının sancılarını yatıştırabilmek için çeşitli uyuşturuculara, “denize düşenin yılana sarılması” gibi müptelâ olmuş hallere asla düşürülmemelidirler!.

  *  *  *  

Bu mevzuda yukarıda söylenenler, söylenilmesi gerekenlerin ancak az bir kısmıdır; söylenebilecek daha çok şey vardır. Bizim rehberimiz: Zevcesi Hz. Aişe (r.a.) tarafından “Yaşayan Kur’an” sözleriyle bize tanıtılmış olan Peygamberimiz (a.s.m) ve onun Sünnet-i Seniyyesidir.

Genç neslin terbiyesi ve eğitimi mevzuunda yıllardır “Genç nesil nereye gidiyor?” sorusunu cevapsız olarak tekrarlamakla kalmayarak (!), “çözüm odaklı” hareket edilmelidir. Bunun için de, “en büyük öğretmen” olarak Peygamberimiz’in (a.s.m) sünnetinde terbiyenin ve eğitimin önemi, terbiyenin safhaları (aşamaları); ahlâkî, bedenî ve sosyal terbiyenin nasıl kazanılacağı ve bu terbiyenin edinilmesi için gereken çevresel şartlarla ilgili bilgiler araştırılmaya, uygulanmaya, neşredilmeye ve tavsiye edilmeye çalışılmalıdır.  

Prof. Dr. Mustafa Nutku

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: