Git Bediüzzaman Sana Nasihat Etsin…

Eski Van Müftüsü Abdürrahim Kaya:

“Efendimiz (a.s.m.) bana “Git Bediüzzaman sana nasihat etsin!” dedi

Bediüzzaman Said Nursî’yi Isparta’da ziyaret ederek görüşen, uzun yıllar Van’ın çeşitli ilçelerinde müftülük yapan Abdürrahim Kaya, bu ziyaretini Efendimizin (a.s.m.) tavsiyesi üzerine gerçekleştirdiğini söylüyor.

Uzun yıllar Van’ın çeşitli ilçelerinde müftülük yapan Abdürrahim Kaya, Bediüzzaman Said Nursî’yi Isparta’da ziyaret ederek kendisiyle görüşmüş birisidir.

Geçtiğimiz ay yaptığımız Van ziyaretinde kendisiyle görüştüğümüz Abdürrahim Kaya, bize Üstad’ı nasıl ziyaret ettiğini anlattı. Kaya’nın anlatımıyla Üstad’ı ziyaret etmesi şöyle:

Ben 1955’ten 1958’e kadar Van’da imamdım. Akşam ile yatsı arasında camide Risale-i Nur okurdum. Cemaat da dinlerdi. Caminin bir hücresi vardı, orada okurduk. Hatta o odanın ismine guref-i cinan derdik. Benim talebelerim de orada Arapça ders okurdu.

Bir gün ders okurken bazıları dediler ki:

“Biz Üstad’ı Mehdi olarak biliyoruz.”

“Valla dünyada en büyük âlim olduğunu biliyorum, ama Mehdi olduğunu bilmiyorum” dedim.

O gece yattım, rüyada çok susamışım. Su arıyorum. Bulanık su buluyorum ama içilecek gibi değil. Yine gidiyorum, büyük havuzlar görüyorum, yine bulanık içilmez sular. Gittim bir bağ evine, baktım bir testi su, testinin dışına da sızmış, oturdum, testiyi ağzıma kaldırdım. O kadar hoş bir suydu ki, hayatımda öyle tatlı ve hoş bir su içmemiştim. Uykumda rüyayı “Üstad Hazretleri’nin kitaplarının yanında çok kitaplar var. Ama Üstad’ın kitabı o testideki tatlı su, diğer kitaplar da havuzlardaki bulanık suya benziyor. Öteki sular bana yaramadı, o bana yaradı” şeklinde tabir ediyordum. Uyandım, dedim bu rüyanın tabirini rüyada iken yapmışım.

Bediüzzaman, nasihat etsin

Aradan birkaç gün geçtikten sonra bir kitabında diyor ki: “Beni on dört kere zehirlediler. Ecel birdir, tagayyür etmez, hastalık ise devam ediyor!” Buna da bir türlü inanamadım. Dedim belki bunu talebeler yazmıştır. Bunun üzerine bir rüya daha gördüm.

Rüyada Devr-i Saadet’teyiz. Peygamberimiz (a.s.m.) hayatta… Bir şehre gidiyor. Ben tek başıma ziyaret etmek istiyorum. Şehrin ortasında bir tepe var. Bir yol o tepeden aşağı gidiyor, biri geliyor. Bir dere kenarında bir katlı ev, iki oda bir salonu var. Yolun üstündeki bu evin Peygamber Efendimizin (a.s.m.) evi olduğunu biliyorum. Dedim, gidip ziyaret edeyim. Fakat orda bir çimenlik vardı. Elli-altmış metre, tek olduğum için utanıyorum gitmeye… Baktım yukarı yoldan iki kişi geliyor. Birisi sarıklı sakallı, evin içinde bir tarafa geçti. Dedim bu peygamber değildir. Baktım bir tane daha geldi, tam pencerenin önüne sakallı sarıklı, içimden onun Peygamber Efendimiz (a.s.m.) olduğuna kanaat getirdim. İkisi birbiriyle musafaha yaptılar. Ben dört-beş metre yaklaştım. Baktım onlar dere kenarındaki yola girdiler, gidiyorlar. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) beni görünce geldi. O çimende oturdu, “Sen de otur” dedi. Ama yine ziyaret edemedim. Sohbete başladı. Tam bir saat sohbet yaptı. Uyandım, o bir saatlik sohbetinde bir cümleden başka hiçbir şey hatırımda kalmadı. O da şuydu: ‘Bediüzzaman’a git, sana nasihat etsin!

Bediüzzaman’ı ziyaret

O sıralar her ayın başında Ankara’da diyanette müftülük imtihanları vardı. Nurşin Camii imamı Molla Ali ile beraber imtihan için Ankara’ya gittik. O zaman Diyanet İşleri Başkanı Eyüp Sabri Hayırlıoğlu idi. Makamına girdik, ikramda bulundu. “Zahmet etmiş gelmişsiniz. Şimdiye kadar her ayın başında imtihan yapılıyordu, Fakat şimdi her altı ayda bir yapılacak. Ankara dışında on bir vilayette olacak. Altı ay sonra nerede isterseniz imtihana girebilirsiniz” diyerek personel müdürünü çağırdı. “Bunların imtihan giriş vesikalarını yap ver, altı ay sonra nerede isterlerse orada girsinler” dedi. Biz giriş vesikalarını aldık.

Ayrılacağımız sırada arkadaşa, “Molla Ali, biz Ankara’ya gelmişken Üstad’ı ziyaret edelim!” dedim.

“Valla çok iyi olur” dedi. Orada bulunan talebelere “Nerededir?” diye sorduk. “Bir hafta önce buraya gelmişti. Buradan Eskişehir’e gitmiş” dediler.

Biz biletimizi Eskişehir’e kestik, gittik. O gece orada kaldık. Bize orada, “Bir gece burada kaldı, ertesi gün Emirdağ’a gitti” dediler. Sabahleyin Emirdağ’a gittik. Bir kahvede oturduk. Yaşlı bir adam vardı, ona sordum. Bir yer gösterdi, “Bak bu oda ona mahsustur. Bir hafta önce gelmiş, bir gece kalmış, Afyon’a gitmiş” dedi.

Biz kalktık Afyon’a gittik. Otelci gence sorduk. “Valla bir hafta önce gelmiş, benim otelin odasında bir gece yatmış, onun yattığı odayı ben size vereyim” dedi.

O gece orada kaldık. Sabah erkenden namazdan sonra tren istasyonuna gittik. Biletimizi Isparta’ya kestik. Biz bir otele valizimizi bıraktık. Birkaç gün burada kalırız diye düşünüyorduk. Bir kaç sefer gidip ziyaret ederiz diyorduk. Rüştü Çakın Bey’in adresi vardı. Gittik onu bulduk. Çay ısmarladı, çay içtik.

“Üstad burada mı?” diye sorduk. “Buradadır, ama ben heyecandan gidip ziyaret edemiyorum!” dedi. Üstad’ın kaldığı yeri tarif etti, gittik. Baktım çocuklar orada oynuyorlar. Onlara “Şark’tan gelen çok derin bir âlim var. İsmi Molla Said-i Meşhur, siz tanıyor musunuz, nerede oturuyor?” diye sordum. “Biz tanımıyoruz!” dediler. Baktık bir hanım başını çıkararak, “Ağabey kimi soruyorsunuz?” dedi.

“Derin bir hocadır onu arıyoruz” dedik. “Siz Üstad Bediüzzaman Said Nursi’yi arıyorsunuz. Bediüzzaman’ı yediden yetmişe herkes bilir, gidin orada bir sokak var, kime rastlarsanız size gösterirler.”

Hakikaten oraya vardık, “Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin evi nerededir?” diye sorduk, bize “Numaraları say, 36 numaradadır” dediler.

Gittik 36 numarayı bulduk. Kapıyı çaldık, Allah rahmet etsin Bayram Yüksel açtı. Kapıya bir levha yapıştırmışlar, onu bize okudu. Levhada, “Bugünlerde ben çok hastayım. Beni takip etmektedirler. Risale-i Nur’un talebeleri dünyanın her yerinde bulunmaktadır. Uzaktakiler ve yakındakiler ziyarette birdir. Beni ziyaret etmek isteyen Risale-i Nur okusun. Her bir risale bir Said hükmündedir!” yazıyordu.

Bu yazıyı okudu bitirdi. Ben gördüğüm rüyaya güvenerek, “Sen lütfen git söyle, bakalım ne diyecek” dedim. “İsminiz nedir, nereden geliyorsunuz?” dedi. “Van’dan geliyoruz, imamız” dedik. “Orada bir cami var, kapalıdır, gidin on beş dakika orada bekleyin, gelin zili çalın!” dedi.

Gittik, geldik, zili çaldık. İkinci kattan pencereden başını çıkararak, “Gidin on dakika daha bekleyin!” dedi. Gittik on dakika daha bekledik. Ceylan ismindeki talebesi gelerek, “Üstad sizi bekliyor” dedi.

Gittik içeri girdik. Üstad somyada iki yastık arkasında yarım yatmış gibi duruyor. “Gelin oturun” dedi. Oturduk. Tıpkı Peygamberimizi (a.s.m.) tam ziyaret edip elini öpemediğim gibi onun da elini öpemeden oturdum. Zübeyir Ağabey yanına çağırdı. Üstad, “Konuşmalarımı anlamayabilirler, sen tekrar et” dedi. Gerçi ben yüzde doksanını anlıyordum ama yine de Zübeyir Ağabey hepsini bize tekrarlıyordu. Derken konuşma sırasında, “Zındıklar beni on dokuz kere zehirlediler!” dedi. Demek okuduğum kitaptan sonra beş defa daha da zehirlemişler, on dokuz olmuş. Eğer Peygamberimiz, rüyada “Git Bediüzzaman sana nasihat etsin!” demeseydi, ben buna tesadüf diyecektim. Peygamber Efendimiz beni gönderdiği için tam kanaatim geldi ki bu bir keramettir.

Ben sormadan cevap verdi. Epey daha sohbet etti. Van’da Nurşin’de, Erek’te kaldığını söyledi. Arvasileri sordu, kim var, kim yok dedi. Duvarda bir resim asılıydı. “Bunlar Avrupa’da Risale-i Nur’un bereketiyle hidayete gelen kimselerdir!” dedi. Bize “Paranız var mı?” diye sordu. “Var” dedik. “Bizi zındıklar çok takip ediyorlar, bu gece kalmayın, gidin istasyona, ikindi namazını kılın, tren gelecek, binin gidin. Beni soranlara da selamımı tebliğ edin!” dedi.

Zübeyir Ağabey’e Üstad’ı ziyaret edemediğimi söyledim, “Yaklaş” dedi. Tam elini öpeceğim sırada o benim alnımı öptü. Arkadaşımın da alnını öptü. “Ben sizi buradaki talebelerim gibi talebeliğe kabul ettim! Fakat o şartla ki daima beni duanızda dâhil edeceksiniz” dedi. O şekilde çıktık geldik.

İhsan Atasoy / Moral Dünyası