Gösteriş İçin Yapılan İbadet

Evet; Farz ve vaciplerde, şeâir-i İslamiyede, sünnet-i seniyeleri yapaya çalışmak ve haramlardan korunmaya gayret etmekte gösteriş yoktur ve olamaz. Sebebine gelince: Çünkü onlar Müslümanlığın alametleri. Müslüman onları yapmaya mecburdur. Meğer  bu işleri yapan kişinin imanı zayıf ise ve onun içinde gösteriş var ise, o başka mes’ele. Yoksa: Müslümanlık alametleri olan hasletler varsa; o ibadetleri yerine getirirken, Onda ki İman hissesini almak iktiza eder. Çünkü İslami şartlara temas eden ibadetleri yapmak, gösterişten çok daha sevaplıdır.

Bu hakikatleri tenvir eden: Hüccetül-İslam  İmamı Gazali (r.a.) gibi büyük zatlar, İslamın sünnetlerini de yerine getirmek çok sevaptır diyorlar. Nafile ibadetlerin gizlenmesi çok sevap olduğu halde; Bugün mademki; bid’alar çevremizi istila ettiği bir devirde ve haramların serbest yapıldığı bir zamandayız, sünnetleri terk etmek şöyle dursun onları yapmak,  çok büyük sevap olduğu gibi, bu işler yapan kimsede takva olduğunu gösterir. Çünkü sünneti yapmak şöyle dursun. Çevremizde küçük değil büyük günahların kol gezdiği bir devirde yaşıyoruz. 

Peki, ne sebepten insan gösteriş için ibadet yapar? Gösteriş: imanı zayıf olan yapar, sebeplere tapar, onun benliği kuvvetlidir ondan kendini göstermek ister, sonra halka kendini pahalıya satmaya uğraşırken gösteriş yapmiş olur. 

Risale-i Nur şakirtleri, Risale-i Nur’dan aldıkları kuvvetli iman-ı tahkiki dersiyle, esbaba ve nâsa (insanlara) ubudiyet noktasında bir kıymet, bir ehemmiyet vermiyorlar ki, ibadetlerini gösteriş  ve riya için yapmış olsunlar. Hırsın da kaynağı İmanın zayıflığındadır, onu da nur talebelerinden, Risale-i Nur kırmıştır Elhamdülillah. Nur Şakirtleri Nurlardan aldıkları izzeti İmaniye sayesinde İnşaallah gösteriş ve dünya menfaati onları aldatamaz.

Gösterişi takip eden: Hırsı şöhret, hubb-u cah, makam sahibi olmak, arkadaşlarından üstün olmak gibi duygular ve insanlara kendini iyi görünmek, tasannukârane (layık olmadığı yüksek makamlarda görünmek) tarzını takınmakla kişi riyakârlık yapar.

Risale-i Nur şakirtleri ene’yi nahnuy’a tebdil ederler, yani benliği, biz manasına, Yani Risale-i Nur hesabına çalışırlar, ben yerine biz diyebilmek hasleti onlarda canlanır. Tarikatçıların, fenâ fi’ş-şeyh, fenâ fi’r-resul davasını kabul edenler, nefsi emmareyi öldürme gibi bir iyi haslet, gösterişten kurtaran vasıtalardan oluyor. Bu hasleti Nurcular, fena fi’l-ihvan yerine onu istimal ederler. Yani şahsiyetini kardeşlerin şahsiyeti ma’neviyesine feda eder ve benlikten kurtulur. Bu yolda hareket eden ehli hakikat İnşaAllah riyadan kurtulurlar.

Bunu da anlatayım: Mühim bir vazife-i diniyede olan kimseyi makamından alçaltmamak için: İnsanlara karşı onu hüsn-ü kabul ettirmek, o makamın iktiza ettiği yüksek tavırlar ve vaziyetler, hodfuruşluk-gösteriş ve riya sayılmaz ve sayılmamalı. Meğer o adam, o işi, kendi enaniyetine tabi edip o yönde kullanmakla olur ise o başka mesele. Evet, bir imam, imamet vazifesinde tesbihatları izhar eder, duyurur; bunda hiçbir cihette gösteriş olamaz. Fakat vazife haricinde o tesbihatları âşikâre halklara işittirmeye  çalışanda riya girebildiği için, gizlemesi daha sevaplıdır.

Risale-i Nur’un hakikî şakirtleri, dini yaymaya çalıştıklarında ve ittibâ-ı sünnetteki ibadetlerinde ve içtinab-ı kebâirdeki takvâlarında, Kur’an hesabına vazifedar sayılırlar. Onların yaptıklarında İnşaallah riya yoktur. Meğer ki, Risale-i Nur’a, başka bir maksad-ı dünyeviye için girmiş iseler o başka mesele.

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır