Gözün Misyonları

Bediüzzaman Altıncı Söz isimli büyük eserinde insanın hayatla ilişkilerini kuran duyularının müspet ve menfi kullanımlarını anlatır. Bunlardan biri gözdür.

Bediüzzaman’ın hayatında ve insan hayatında, sanatta, dinde, felsefede, ilimde göz çok önemli bir misyona sahiptir. Herşey onunla dış dünya ile ilişki kurar, Bediüzzaman bu ilişki sınıflarını Altıncı sözde anlatır.

“Göz bir hassedir ki ruh bu âlemi o PENCERE ile seyreder. Eğer Cenab-ı Hakk’a satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan, geçici devamsız bazı güzellikleri, manzaraları seyr ile şehvet ve heves-i nefsaniyeye bir kavvad derekesinde bir hizmetkâr olur. Eğer gözü gözün Sani-i Basir’ine satsan ve O’nun hesabına ve izni dairesinde çalıştırsan, o zaman şu göz, şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir MÜTALAACISI ve şu âlemdeki mucizat-ı sanat-ı Rabbaniyenin bir SEYİRCİSİ ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir ARISI derecesine çıkar.” (Sözler, 31)

İnsan ile âlem iki farklı oluşum, birinden birine açılan pencere, göz.
Aynı göz bir mütalaacı,
aynı göz bir seyirci,
aynı göz bir arı.
Eğer pencere kapalı ise veya iyi yerde kullanılmıyorsa insan bakar körler sınıfına girer. İnsanın bütün dini, ilmi ve sanatsal faaliyeti göz sayesindedir. Bütün Risale-i Nur mütalaa, seyir ve arı faaliyetleri ile doludur. Aslında bu göz Bediüzzaman’ın gözüdür. Bu gözü bütün eserlerinde kullanmış ve ortaya eserleri çıkmıştır. Çünkü risaleler çok zaman görsel daha sonra akli ve kalbidir.

Sanatın temel sorunlarından biri biçimdir. Bediüzzaman eserlerinde Tanrısal sanatın biçimleri üzerinde, renkleri üzerinde yorumlar yapar. Kâinat bir ilahi sanatlar galerisi olduğuna göre Bediüzzaman baktığı her şeyi önce ilahi, ondan hareketle beşeri sanatın normlarına göre anlatır.
Marksistlerin biçim teorisi vardır. Hatta meşhur Marksizm ve Biçime diye önemli bir kitap vardır. Zaten bu iki akım birbirine cevap veren akımlardır.

SURET VE MİKDARLARDA MASLAHAT

On İkinci Pencerede canlıların s u r e t lerini söz konusu eder.

Bu Allah’ın yarattığı canlılardaki biçimler üzerindeki ayrıntılı dikkatidir. “Umum eşyada hususan zihayat masnularda-canlı sanatlı mahluklarda-hikmetli bir kalıptan çıkmış gibi her şeye bir miktar-ı muntazam –düzenli bir miktar- ve bir suret hikmetle verildiği ve o suret ve miktarda maslahatlar ve faideler için eğri büğrü hudutlar bulunması hem müddet-i hayatlarında değiştirdikleri suret libasları –suret elbiseleri- ve miktarları yine hikmetlere, maslahatlara muvafık bir tarzda mukadderat-ı hayatiyeden terkip ve tanzim edilen manevi ve muntazam birer suret, birer miktar bulunması bilbedahe gösterir ki Bir Kadir-i Zülcelal’in bir Hakim-i Zülkemal’in kader dairesinde suretleri ve biçimleri tertip edilen ve kudretin destgahında vücutları verilen o hadsiz masnuat, O Zat’ın vücub-ı vücuduna delalet ve vahdetine ve kemal-i kudretine hadsiz lisan ile şehadet ederler.” (Sözler, 920)

Bu cümleler bir biçim estetiğinin ayrıntılarıdır. Çünkü biçim varlığın varlık alanına çıktığı şekildir. Her biçim, hem kendi içinde düzenli, hem toptan birlikte birbirine göre bir biçim uygulaması ile meydana getirilmişlerdir.

İNSANA GÖRE BİÇİMLENMİŞ ÂLEM

Arı, insan, ağaç, ceviz, kavun, at hep birlikte tasarlanmışlardır, çünkü birbiri ile iç içe biçimdirler. Atın vücudu insana göre, diğerleri de yine insana göre tasarlanmışlardır. Kâinat bütün biçimleri ile aynı anda yaratılmışlardır, görünüşte öncesi ve sonrası yok. Nasıl her şey bir cetvele göre yapılırsa insan da varlığın mikyasıdır, adeta metresi insan olan bir kâinattır. Bu ilgiyi Bediüzzaman insanın âleme bir mikyas ve mizan olmasını bu cetvel misali ile ortaya koyar. Yani âlem insana göre biçimlendirilmiştir. Adeta ona bakılıp ona göre bir kâinat biçimlendirilmiştir. Nasıl bir ressam bütün sanatını bir resme yüklerse, Allah da bütün isimlerini insana tahsis etmiştir. “İnsan öyle bir nüsha-i camiadır ki Cenab-ı Hak bütün esmasını insanın nefsi ile insana tahsis ediyor.” (İnsan Penceresi) Bütün esması onun hizmetine, onun varlığına tahsis edilmiştir. Hani şu tahsisat kelimesi var ya işte onun gibi. Bütün isimler insana ayrılmış, kalbim hissediyor ama kalemim ifade edemiyor. İşte kendisine bu kadar önem verilen insanlardan insanlığı anlayanlar bu tahsisat karşısında utançlarından ve mahcubiyetlerinden büyük efali küçültmemek için büyük olmuşlar. Bütün bunlar gözün, Bediüzzaman’ın gözünün ifade ettiği hakikatlerdir, okuduğu hakikatlerdir.

Mütalaanın arkasından insanın gözü, onu seyirci yapar.
Bediüzzaman’ın seyirleri nasıl anlatılabilir? Bütün eserleri onun seyirleridir.
Alvarlı Efe; “Seyreyle güzel kudreti Mevla neler eyler” derken seyretmeye teşvik eder müridanını.
Yahya Kemal Vuslat şiirinde, “seyretme cennetinde yoksul fakir yoktur” mealinde konuşur. Yani seyretmek ruhun cennetidir, orda sınıf farkı yoktur, der.

Gök kubbesi her lahza bütün gözlere mavi
Zenginler o cennette fakirlerle müsavi
(Kendi Gök Kubbemiz, 75)

“Ruhun en estetik faaliyeti seyretmektir” derken Kant bunu kasteder.
Bu dünyaya açılan terkibi ve görünüşü ile harika iki pencerenin sıradan seyirlerle bedavaya gitmesi ne korkunç akıbet. Bediüzzaman kâinat sinemasını bu hakikat iki gözü ile seyretmiş, bir de i m a n s i neması diye bir imaj kullanır. Ne derin adam, hayatın hiç kabuğuna iltifat etmemiş.
BEDİÜZZAMAN : ‘‘BAŞINI KALDIR!’’der

Bak şimdi o göze C e m a l l e r i seyreder. “ Şu kainatın mevcudatı yüzünde tazelenen ve gelip geçen cemaller ve hüsünler bir Cemal-i Sermedi cilvelerinin bir nevi gölgesi olduğunu gösterir” o kendisine hayran olunan güzellikler O’nun bir nevi gölgesidir. İnsan ona değil Ayet-i Hasbiyede dendiği gibi gölgeye aşık olmuştur. Gölgeden başını kaldırıp güneşe bakmak herkese nasib olmaz. Gölgede kaybolan bir gölge, ne hazin kaybolmak! Gölgenin gölgeye âşık olması, ama yapıyoruz işte. Bu yüzden Bediüzzaman “Başını kaldır” der. Gelip geçen cemalleri o kalbimizi bağladığımız güzellikleri, o içinde kaybolduğumuz güzellikleri nasıl yorumlar. “Evet ırmağın yüzündeki kabarcıkların parlayıp gitmesinden sonra arkadan gelenlerin gidenler gibi parlamaları, daimi bir şemsin şualarının âyineleri olduklarını gösterdikleri gibi, s e y y a l z a m a n ı r m a ğ ı n d a, s e y y a r m e v c u d a t ı n ü s t ü n d e parlayan lemaat-ı cemaliye dahi bir Cemal-i Sermediye işaret ederler ve O’nun bir nevi emareleridirler.” (Sözler, 943)

Seyyal zaman ırmağı, ne imaj.
Bergson Bediüzzaman’ı görseydi zaman kavramını nasıl anlattığına hayran olur parmağını ısırırdı.
Nerde Duree kavramı nerde seyyal zaman ırmağı.
İşte biz o seyyal zaman ırmağı üzerindeki kabarcıklarız. Kabarcık sonunda bir de “cık” eki var, küçültme eki.

TÜRKÇE LİSANI VE BEDİÜZZAMAN

Sanat demez Bediüzzaman insanın sanatına sanatçık der.
Türkçe onun elinde bir sanat diline dönüşür. Bir felsefe diline dönüşür.
Mardin’de beni etkileyen bir adam ismini unuttum, hanedan, cömert ama ruhu da cömert, yorumları da kalp, akıl, ruh ve hissiyat karışımında bir periyodik eğitim dışı kalmış, iyi ki de kalmış bir büyük adam dedi,
“Bediüzzaman hem Said-i Kürdidir, hem Said-i Nursi’dir, hem Said-i Arabi’dir, hem Said-i Farsidir. Hem Said-i bilcümle akvam-ı âdemdir.” Helal olsun bu kadar okudum ama bu kadar hissedemedim.
Gelin takılıp kalmayalım bu adam gibi bakalım.

Bediüzzaman gözü arıya benzetir. Ne kadar harika bir empati.
Arı bal yapar, göz de mana balları üretir. Bütün nurlar o balların tadlarıdır.
“Yunus Ballar balını buldum kovanım yağma olsun” derken herhalde onu kastetmiştir.
Ballar balı nurlar, biz de kötü bir kovan, at kovanı ballar balına koş.
İkinci şua bir mana balı,

“Bu risaleyi anlayarak okuyan imanını kurtarır inşallah” der. Ne harika bir söz!
Risale-i Nur bütün dünyanın tattığı bir bal okyanusudur, haydi ballara ballara…

Prof. Dr. Ahmet Nebil Soyer

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: