Güzel görmekte Hz. Hatice’den daha delikanlımızı bulamazsın

‘Güzel görmek’ eşyayı olmadığı bir hale sokmak, bunun için kastırmak/zorlamak değil, olduğu hali görmektir. Yani zaten güzel olanı görmektir. (Varlık hayır üzere yaratılmıştır.) Fakat zaten güzel olanı güzel görmek de bir güzel nazar istiyor. Burada ayıklanmayı dilediğimiz şey nazar ettiklerimiz değil. Kem olanlardan gayrısını görmez oluştan, yani bütünden kopuştan, sıyrılmayı diliyoruz biz. Güzel görmek en azından bu.

Mürşidimin de dediği gibi: “Hayır küllî, şer cüz’îdir.” Mahluk olmamızdan gelen sınırlılık ve bu sınırlılığın bir türü olan eksik/kusurlu nazar eşyanın kapsamlı güzelliğini görmemize engel oluyor. İşte, nazarımız aklımızdan, aklımız da nazarımızdan böylece etkilenmiştir.

Akıl tahripçidir. Parçalayarak anlar. Birşeyi salt akılla anlamaya çalışmak onu varlıktan koparmak gibidir. Konsantrasyon dediğimiz hadise aslında bir nevi körleşme. Gayrısına körleşme. Sadece o olma. Sadece onda olma. Sadece onun sende olması. Bu noktada aklın tahripçiliğinin bir ölçüde insanın her duyusuna sirayet etmiş olduğunu söyleyebiliriz.

Dikkat etmemiz de bir ‘parçalama’mızdır bizim, dikkat çekmemiz de. Vurgu dediğiniz şey de aslında parçayı bütüne hâkim kılmaktır veya en azından daha görünür/ilk görünür kılmaktır. Bu yönüyle, yaratılmış olanın (mahlukun) mutlak olmamaktan kaynaklanan her kaydı ve bu kayıtla yaptığı her tasarrufu bir tür parçalamaktır. Bu halimizden korkmalıyız. İşte bu yüzden insan kendi parçasından vahyin bütünlüğüne kaçar/sığınır. Bir fikrin/tesbitin vahye ve sünnete uygunluğunu sınamak aynı zamanda parçamızın bütüne uyumunu sınamaktır. Bütüne uymayan parça fenadır.

Hodbin adam hem hodgâm, hem hodendiş, hem bedbin olduğundan, bedbinlik cezası olarak nazarında pek fena bir memlekete düşer. Bakar ki, her yerde âciz bîçâreler, zorba müthiş adamların ellerinden ve tahribatlarından vâveylâ ediyorlar. Bütün gezdiği yerlerde böyle hazin, elîm bir hali görür. Bütün memleket bir matemhane-i umumî şeklini almış. Kendisi şu elîm ve muzlim haleti hissetmemek için sarhoşluktan başka çare bulamaz. Çünkü herkes ona düşman ve ecnebî görünüyor. Ve ortalıkta dahi müthiş cenazeleri ve meyusâne ağlayan yetimleri görür. Vicdanı azap içinde kalır.

Tecrübe dediğimiz şey de aslında biraz buna bakıyor. İnsan neden/nasıl tecrübe sahibi olur? Bu sadece yaş almakla veya yaşamakla açıklanabilir birşey değil. Tecrübenin zamanla bağı aslında bütünle olan ilişkisiyle de ilgili. Tecrübe sahibi olan insan olayları ‘fiil’ olarak değil ‘kanun’ olarak okumayı öğrenmiş demektir. Fiilden isme değil sadece, şuunattan kanuna bakmayı da öğrenmiştir: “Bu böyle olduğunda mutlaka şöyle olur…” Tecrübe dediğiniz böylesi cümlelerinizin sayısının çokluğuna ve isabetine bakar. Bu bir emin olma halidir. Kainatta her zaman ‘böyle böyle olduğunda sonucun şöyle olduğunu’ öğrenmişsiniz demektir.

İşte böyle böyle olanın nihayetinde şöyle olduğu bilgisi biraz bütüne aşinalık istiyor. Daha çok zamanda varolmanın daha çok şeyin farkında olmakla ve dolayısıyla daha çok an ve fiilin şahidi olmakla bir ilgisi var. Daha çok anın ve fiilin şahidi olmak ve bu daha çok an ve fiilin farkında olmak, onlar arasında kıyaslamalarda bulunup kanunları keşfetmenizi sağlar. Benim mürşidim diyor ki mesela: Kanun bir silsiledir; ef’âl onunla bağlıdır. Ne zamanki fiilerin bağlı olduğu kanunu keşfettin, o zaman zamanın biraz daha ötesine uzanmış yargılarda bulunabilirsin. Çünkü bugün öyle olan muhtemelen yarın da öyle olacaktır. (Bugün göğe attığın taşların düştüğünü görüp yarın atacaklarının da düşeceğini tahmin etmek kehanetten sayılmaz. Sen kaderi değil bir kanunu okuyorsun.)

Peki kanun ne? Kanun Allah’ın sıfat derecesinde hep öyle yaptığını ve şuunat derecesinde hep öyle yapmayı sevdiğini farketmen. Allah’ın birşeyi hep öyle yapması veya çoğunlukla öyle yapması sana Allah’ın rızasının o fiile dönük olduğunu öğretiyor. “Hep öyle yapıyorsa öyle yapılmasını seviyordur!” diyebiliyorsun mesela. Tekrarını kastına yoruyorsun. Evet. Tekrar kastın delilidir. Seçmenin/iradenin işaretidir. İrade ve kast da bir muhabbet kokusu verir. Böylece fiillerden isimleri çıkardığın gibi kanunlardan da şuunatı okuyabiliyorsun.

Yahu, sen divane olmuşsun. Batnındaki çirkinlikler zahirine aksetmiş olmalı ki, gülmeyi ağlamak, terhisâtı soymak ve talan etmek tevehhüm etmişsin. Aklını başına al, kalbinitemizle—ta şu musibetli perde senin nazarından kalksın, hakikati görebilesin. Zira nihayet derecede âdil, merhametkâr, raiyetperver, muktedir, intizam perver, müşfik bir melikin memleketi, hem bu derece göz önünde âsâr-ı terakkiyat ve kemâlât gösteren bir memleket, senin vehminin gösterdiği surette olamaz.

Evet, fiil esma-i ilahiyeyi gösterir, kanunlar ise şuunat-ı ilahiyeyi. Şuunat okuması müminin tecrübesidir. Biz bu nevi tecrübeye marifet de diyoruz. Eğer Allah’tan kopuk bir şekilde kainattaki bir kısım kanunları keşfetmişse bir münkir veya gafil o da bir tecrübedir ama eksiktir/sınırlıdır. O tecrübeyi şahid olduğu kısım dışında kullanmaya yol bulamaz. Eğer tevhide imanı olsaydı, kanunlardan sonra şuunata oradan da Vahid olanın yarattığı herşeye oradan ulaşmaya bir yol bulabilirdi. Biz de imtihan sürecimizde bunun yollarını arıyoruz. Mürşidim yine diyor ki:Görüyoruz ki, herbir fiil-i icadî, ekser mevcudatı ihata edecek derecede geniş ve zerreden şümusa kadar uzun birer kanun-u hallâkıyetin ucu olarak görünüyor.” Fiilden kanuna, kanundan şuunata…

Şuunat bilgisi, yani Allah’ın hep öyle yapmayı sevdiğini öğrenme hali, müminin en büyük keşfidir. Statik esma bilgisinden dinamik bir şuunat düzeyine çıktığın zaman Allah rızası celbedilir bir Allah olur. Allah değişmez de senin kafandaki marifeti bir eşik atlamış olur. Tıpkı Fatiha’da atlanılan eşik gibi. ‘Hesap gününün sahibi’ olduğunu gördüğün Allah’a kendini sevdirmenin bir yolunu bulursun. “Hesap günü varsa, demek ki, hesaplanacak güzel şeyleri arttırmakta bir fayda var!” dersin. Bu da seni “Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz!” noktasına götürür.

Güzel görmek, işte, şuunatı böylesine bilinen bir Allah’ın öyle kötü şeyler eylemeyeceğini anlamaktır. Allah’tan (el-Emin’den) marifet ile emin olmaktır. Cümlelerimin kusuruna bakmayın. Başka nasıl söylenir bilemiyorum. Güzel görmek bahsinde kulun Allah’la olan hali, her ziyaretimde “Bana ne hediye getirdin?” diye soran yeğenimin haline benziyor. Elimdeki poşette hediye göremeyince ceplerimi karıştırıyor. Daha olmazsa, soruyor.

İşte, kötülük, yeğenimin hangi cebimde saklı olduğunu bilmediği hediyesini buluncaya kadar geçen zaman gibi. Güzel görmek de bana dair bir hüsnüzan. “Dayım böyle yapmaz. Kesinlikle bir hediye getirmiştir…” demek biraz. Bu kadar tanımak. Hüsnüzan bütüne yöneliktir. Suizan parçada boğulmaktır. Bir paketi açtığınızda ve hediye hemen gözünüze çarpmadığında kutuyu biraz daha karıştırmak; size kötü bir sözü nakledildiğinde sevdiğinizin “O öyle şey demez!” demek; davet edildiğiniz yerde kapıyı kimse açmadıysa, “Böyle yapmazlardı!” deyip sağa sola bakınmak; buluşmaya gittiğiniz emin arkadaşınız sizi beklettiğinde “Biraz daha bekleyeyim. Mutlaka gelir!” diyebilmek… Bu yaptıklarını Allah için de yaparsan işte o güzel görmek olur. el-Emin olan Allah’ın gölgesine sığınmak ‘güzel görmek’le olur. “Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.

Ey sabırlı okuyucum, buraya kadar bana iyi katlandın. Becerebilmişsem anlatmayı, güzel görmekle güzel düşünmenin bağlantısını birazcık anlamışsındır. Benim bu bahiste Bediüzzaman’dan önce mürşidim Hz. Hatice annemdir. (Allah ondan razı olsun.) Ki o, Allah Resulü aleyhissalatuvesselam nübüvvetin ilk müjdelerini aldığında cin çarpmasından endişelenince kendisine şöyle demişti:

Endişelenme! Yemin ederim ki Allah Teâlâ asla Sen’i mahcup etmez. Çünkü Sen akrabalık bağlarını gözetirsin, doğru konuşursun, zayıfların yükünü çekersin, yoksulların derdine derman olursun, misafirleri ağırlarsın, haksızlığa uğrayan kimselere yardım edersin.” Daha eşine nübüvvet gelmeden, devr-i cahiliye içinde böyle bir Allah marifeti olan, Onun şuunatı hakkında “O, senin gibi iyi olana kötülük edecek bir Allah değildir! Allah öyle değildir!” tesbitinde bulunabilen bir anne, elbette, Allah Resulünün eşi olmaya layıktır. Sana birşey daha diyeyim mi: Mevzu Allah hakkında hüsnüzan, yarattığı hakkında güzel görmekse, Hz. Hatice annemizden daha delikanlımızı bulamazsın.

Ahmet AY – Risale Haber

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: