Güzel Huylar Nasıl Çirkinleşir?

O kadar güzel hasletler, o kadar güzel ahlâkî kurallar ve o kadar iyi huylar vardır fakat, bunlar yerli yerinde kullanıldığı zaman bir değer kazanır.

Yerinde ve zamanında kullanılmazsa değişir, o güzel haslet, çirkin bir kılıfa bürünür, tamamen farklı bir şekil alır.

Başka bir ifadeyle, güzel ahlâk ve faziletlerin; iyilik ve hayırların çoğu nisbîdir, izafidir, görecelidir. Yani insandan insana değişir, toplumdan topluma başkalaşır.

Meselâ, vakar ve tevazu güzel bir davranıştır. Bir valinin kendi makamında ciddi ve ağırbaşlı davranması vakarını gösterir. Bu yerinde bir harekettir. Fakat bunun yerine, memurlarına karşı mütevazi olayım derken el avuç ovuşturursa, o makamın hakkını vermemiş olur, dolayısıyla istenilen icraatı da yapamaz hale gelir.

Demek ki, makamında vakarlı olması, ciddiyeti ve ağırbaşlılığı güzel bir hasletken; tevazu yersizdir.

Aynı vali, aynı ciddiyeti kendi evinde sergilemeye kalkacak olsa, yani evine gelen misafirlerine, akrabalarına karşı makamındaki gibi resmi davranacak olsa, buradaki ciddiyeti vakar olmaktan çıkar, kibir ve gurur olur. Oysa evinde takınması gereken tavır tevazu ve mahviyettir.

Meselâ, kendi makamında misafirine bir çay ikram edecekse, odacısına söyler getirtir, evinde ise bizzat kendisi verir.

***

Bir başka örnek verelim: Tevekkül güzel bir haslettir, çok iyi bir huydur. Meşru bir sonuca ulaşmak için elinden geleni yaptıktan, her türlü sebep ve vasıtayı kullandıktan sonra neticeyi yaratacak olanın Allah olduğunun bilinciyle O’ndan beklemek tevekküldür.

Demek ki, istenilen bir şey için çalışmanın ardından tevekkül edilse, bu yerinde bir harekettir. Fakat hiçbir şey yapmadan, zahmete girmeden oturup sadece isteyip beklemek tevekkül değil, tembellik olur.

Tarlasını ekip biçen, gerekli işleri yapan bir çiftçinin tevekkül etmeye hakkı varken, arazisini işlemeyen bir adamın tevekkül etmeye hakkı yoktur.

Bu konu için bir başka örnek:

Bir insan kendi adına hoşgörülü davranabilir, fedakârlık yapabilir; bu hareketi takdir edilir. Fakat aynı hoşgörü ve fedakârlığı başkası adına, ya da devlet ve toplum adına yapamaz.

Meselâ bir haksızlık karşısında kendi hakkınızı affedebilirsiniz, fakat başkasının hakkını affetme yetkiniz yoktur. Kendi malınızdan istediğiniz gibi fedakârlık yapabilir verebilirsiniz; fakat başkasının malından onun izni olmadan veremezsiniz.

***

Meseleye şu örnekleri de verebiliriz:

Çalışmanın ardından Allah’ın takdir ettiği bir rızka ve kısmete razı olmak, şükretmek kanaattir ve güzel bir harekettir; insanı gayrete getirir. Çalışmadan elindekiyle yetinmek ise, kanaat değildir; çalışmayı ve gayreti azaltır insanı tembelliğe götürür.

Bir erkekte cesaretin bulunması, onun gayretini artırır; fakat aynı haslet kadında bulunsa ve bunu kocasına karşı kullansa, geçimsizliğe ve anlaşmazlığa sebep olur.

Mesela, hak bir amaç uğruna, din için, vatan için mücadele etmek, güzel ve değerli bir haslettir. Bu uğurda hayatını kaybetmek de insanı Allah’ın lütfuyla şehitlik mertebesine yükseltir. Ancak bu mücadele, Temmuz ayında yaşadığımız hain teşebbüs gibi neye hizmet ettiği belli olmayan bir dava içinse ve bâtıl inançlarla hareket ediliyorsa bu mücadele duygusu kötü bir ahlâk olur.

Bu misaller daha da zenginleştirilebilir. Bütün bu örneklerde açıkça görüleceği gibi, önemli olan bir huyun güzelliği değil, yerli yerinde kullanılmasıdır.

İşte o zaman Kur’ân’da imandan sonra sık sık tekrar edilen ve tavsiye olunan “sâlih amel” (iyi ve hayırlı iş) denen sır yakalanmış olur.

Mehmet Paksu – Zafer Dergisi