Güzel ve çirkin

Çirkin estetik tarihinde ondokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde ve daha sonra anlaşılmıştır. Charles Lalo isimli faransız estetikçisi tıpkı Bediüzzaman gibi çirkinin güzelin meratibini ortaya çıkardığını söyleyerek hep banal telakki edilen çirkini kategorize edip güzelin yanına ve onsuz olmazına koymuştur.

Hem madem her senede, öyle bir Kadîr-i Mutlak, haşrin ve Cennetin nümunelerini binler tarzda icad ediyor. Hem madem bütün semâvî fermanlarıyla saadet-i ebediyeyi vaad edip Cenneti müjde veriyor. Hem madem bütün icraatı ve şuûnâtı hak ve hakikattir ve sıdk ve ciddiyetledir. Hem madem, âsârının şehadetiyle, bütün kemâlât Onun nihayetsiz kemâline delâlet ve şehadet eder. Ve hiçbir cihette naks ve kusur Onda yoktur. Hem madem hulfülvaad ve hilâf ve kizb ve aldatmak, en çirkin bir haslet ve naks ve kusurdur. Elbette ve elbette, o Kadîr-i Zülcelâl, O Hakîm-i Zülkemal, o Rahîm-i Zülcemal, vaadini yerine getirecek, saadet-i ebediye kapısını açacak, Âdem babanızın vatan-ı aslîsi olan Cennete sizleri, ey ehl-i iman, ithâl edecektir. Ahireti getirmemek çirkindir, çünkü bu kadar harika bir kainat ve onda kendini gören insanı yaratan  Allah bu birbiriyle özdeş olan güzelliği ahireti getirmemekle çirkin yapmaz, dün ya ve ahiret bir aynanın iki yüzü gibidir. Ne arkasını reddedebilirsiniz ne yüzünü , ikisi birbirini tamamlar, ve ortaktırlar. Bu yüzden Ahiretin yaratılmaması hem noksan , yani nakıs hem kusur  hem de çirkinliktir.

Güzel dinin her alanında vardır, bütün bu güzellikleri esması ile yaratan elbette güzelin kaynağı olmakla sınırsız güzeldir, dolayısla bu güzellikleri seyreden Allah’ın da cemalini güzelliğini görmek zorundadır. Çünkü Allah cemil-i zülcelaldir, yani güzelliği ile azameti birliktedir, gözyüzünün azameti, güneşin haşmeti bir papatyada güzelliğe dönüşür güzel olur . Bu yüzden o azameti ve haşmeti ile güzeldir.  İncizap ve cazibe de güzelin unsurlarıdır, onlar sayesinde güzele gidebiliriz.  Çünkü çekicilik cazime ikisi de bizi güzele götürür, varlıkların güzellik ve cazibesi bizi bütün güzelliklerin kaynağı olan cennete görürür. İnsan meşru güzelliğe ilgi duyarsa bu ilgi onu güzelin asıl kaynağına götürür, ama çirkinliklerle uğraşırsa onlar da onu cehenneme yani çirkinliğin başkentine götürür.

Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun? Otuz İkinci Sözün âhirinde denildiği gibi, dünyanın bin sene mes’udâne hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının; ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rüyet-i cemâline mukabil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâlin daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun. Müptelâ ve meftun ve müştak olduğunuz mecazî mahbuplarda ve bütün mevcudat-ı dünyeviyedeki hüsün ve cemal, Onun cilve-i cemâlinin ve hüsn-ü esmâsının bir nevi gölgesi; ve bütün Cennet, bütün letâfetiyle, bir cilve-i rahmeti; ve bütün iştiyaklar ve muhabbetler ve incizaplar ve câzibeler, bir lem’a-i muhabbeti olan bir Mâbud-u Lemyezelin, bir Mahbub-u Lâyezâlin daire-i huzuruna gidiyorsunuz. Ve ziyafetgâh-ı ebedîsi olan Cennete çağırılıyorsunuz. Öyleyse, kabir kapısına ağlayarak değil, gülerek giriniz.

Taha Akyol Bediüzzaman’ın istibdad konusundaki fikirlerini izah etmediklerini ve topluma yansıtmadıklarını söylüyür, ve üzülüyor. İstibdadın çirkinliğini anlatıyor. Mehmet Akif ‘de istibdad hikayesinde yaşlı ve hasta oğlu Yemende şehit olmuş bir babanın hafiyelerle götürülmesine  rahatsız olur ve bunu yapana şiir lisanı ile beddua eder. Mülahaza ve fikirlere süreklilik getirmek okuyanların tekelindedir, yapmazlarsa bir bildikleri vardır.””İstibdadın çirkinliğine, meşrûtiyetin bu derece iyiliğine delilin nedir?”Cevap : Siz avam olduğunuzdan hayalinizle tefekkür, gözünüzle taakkul ettiğinizden, temsil size bürhan-ı nazarîden daha ziyade muknîdir. İşte, ikisinin mahiyetlerini misalle tasvir edip göstereceğim.

Bediüzaman baskının çirkinliğini kabul eder, bizim özellikle siyasi tarihimiz istibdad örnekleri ile doludur. Akif Abdülhamit’in zulmünü hicveder, sahneli olarak , ama ondan sonraki ömründe de hep istibdad ve aşağılanma görmüştür. Bizim son yüzyıl tarihimizde fikri ne olursa olsun yazarlar aydınlar istibdadla aşağılanmışlardır. Bediüzzaman Burdur sürgününde o kadar yorgundur ki bahçede mir hizmetçi ve işci gibi bir yere düşer uyur, biri birazdan gelir buraya Bediüzzaman’ın geldiğini söyler, ordaki görevli galiba şu yerde yatan der, adam çok garipser.

“Zira biliyoruz ki,  Fakat, meşrû, hakikî meşrûtiyetin müsemmasına ahd ü peyman ettiğimden, istibdat ne şekilde olursa olsun, meşrûtiyet libası giysin ve ismini taksın; rast gelsem sille vuracağım. Fikrimce meşrûtiyetin düşmanı; meşrûtiyeti gaddar, çirkin ve hilaf-ı Şeriat göstermekle meşveretin de düşmanlarını çok edenlerdir. “Tebeddül-ü esma ile hakaik tebeddül etmez.” Bediüzzaman istibdadı hep eleştirmiştir. Bediüzzaman’ı tam yansıtmak kimseye menfaat için eğilmemek ile mümkündür, talebeleri bunu yaparlarsa onların bir fikri yansıtmadaki samimiyetlerini gösterir. Korku eleştiride olmaz, ama insanlar menfaatlerini kaybederse, o zaman düşünmek lazım gelir.

Prof. Dr. Himmet Uç

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: