Hacı Hulusi Yahyagil Kimdir?

Hulusi Bey, 1896 yılında Elazığ/Harput’ta dünyaya geldi. 25 Temmuz 1986 yılında Elazığ’da

vefat etti. Kabri Harput’taki aile mezarlığındadır.

Hulusi Bey, Kuleli Askerî Lisesi’nden sonra Harp Okuluna devam etti. Bu arada çıkan I.

Dünya Savaşına Çanakkale ve Kafkas savaşına katıldı. Çanakkale Cephesinde yüzünden,

kolundan, göğsünden yaralandı. 1 Ocak 1916’da Çanakkale’den ayrıldı ve Kafkas Cephesine

gitti.

Hulusi Bey, I. Dünya Savaşı dolayısıyla yarım kalan eğitimini savaş sonrası tamamlayabildi.

17 Ocak 1928’de Manisa’dan Eğirdir’e tayini çıktı. Yüzbaşı rütbesiyle görev yaparken 14

Nisan 1929’da Bediüzzaman ile tanıştı. Hayatının sonuna kadar ondan ve eserlerinden

ayrılmadı.

Bediüzzaman Said Nursî’yi ilk duyduğunda şeyh zanneden Hulusi bey ona intisap etmek

amacıyla ziyaretine gitmişti. Bu esnada “Kardaşım, ben şeyh değilim, ben imamım, ben

imamım; hani İmam-ı Rabbânî, İmam-ı Gazâlî gibi” dedi. 1

Hulusi Bey 1944’te albaylığa terfi etti ve 1950’de Denizli Askerlik Şubesi Başkanlığından

albay rütbesiyle emekli oldu. Hulusi Bey ilk görüşmenin üzerinden yaklaşık yirmi yıl

geçtikten sonra 1950’de Bediüzzaman’ı Emirdağ’da ziyaret etti.

Hulusi Bey’in Üstadla en son görüşmesi ise 1957 yılında yine Emirdağ’da gerçekleşti.

Bediüzzaman, Hulusi Bey hakkında “Nurun eskiden hiç sarsılmayan muhlis bir kahramanı,

elbette dünyanın geçici, kıymetsiz, fani vaziyetleri karşısında telâş etmez, mağlûp olmaz

İnşâallah” demektedir. 2

Hulusi Bey, Bediüzzaman’a sorduğu sorularla ilim-ve irfan sarayının kapılarının açılmasına

vesile olmuştu. Bediüzzaman bir mektubunda şunları yazıyordu:

“Siz maddî rütbenizden çok yüksek mânevî rütbeniz iktizasıyla ayrı ayrı yerlere

gönderiliyorsun. O yerlerin sana ihtiyacı var. Hiç merak etme. Senin Risâletü’n-Nur hakkında

mektupların, çok talebe yerinde, senin bedeline hizmet-i Nuriyede çalışıyorlar. Birinciliği

daima sana kazandırıyorlar.” 3

Bediüzzaman hazretleri: “Hulûsi bey, benim yegâne manevî evlâdım ve medar-ı tesellîm ve

hakikî vârisim ve bir dehâ-yı nuranî sahibi olacağı muhtemel olan biraderzadem

Abdurrahman’ın vefatından sonra, Hulûsi aynen yerine geçip o merhumdan beklediğim

hizmeti, onun gibi ifâya başlamasıyla ve ben onu görmeden epey zaman evvel Sözler’i

yazarken, onun aynı vazifesiyle muvazzaf bir şahs-ı mânevî bana muhatap olmuşcasına,

ekseriyet-i mutlaka ile temsilâtım onun vazifesine ve mesleğine göre olmuştur. Demek oluyor

ki, bu şahsı, Cenâb-ı Hak bana hizmet-i Kur’ân ve imanda bir talebe, bir muin tayin etmiş.

Ben de bilmeyerek onunla onu görmeden evvel konuşuyormuşum, ders veriyormuşum.” 4

Üstad hayatının son senelerinde Hulusi beye, “Kardaşım, sen ilk zamanlarda çekirdektin.

Şimdi ağaç oldun” demiştir. Haşir Risâlesi’nin ilk sayfasında ise Üstad Bediüzzaman, ilk

talebe ve ilk muhatabına hitaben şöyle diyordu: “Uhrevî kardeşim Hulusi Bey’e hediyemdir.” 5

Son olarak 1957’de Emirdağ’da Üstad’ı ziyaretine gittiğinde odasında bütün Risâle-i Nur Külliyatının masasının üzerinde olduğunu görür. Üstad, Hulusi Beye hitaben: “Kardeşim, ben bu risâleleri saklasam belâ ve musîbet gelir. Onun için ne olursa olsun, daima Risâle-i Nur’u yanımda bulunduruyorum” demiştir. Görüldüğü üzere Risale-i Nur’u saklamak kadar yayın ve neşrine engel olmakta belâ ve musibetlerin gelmesine vesiledir. Hulusi ağabeyden, Üstatla ilgili hatıralar: “Kendilerini ziyaretim hayatımda inkılâp yapmıştı. Öyle bir hâlet-i ruhiye içindeydim ki, yazdığım mektuplardaki şevki, cevabî mektuplarında şu suretle ifade ediyordu:

“Neşr-i envar-ı Kur’âniyedeki muvaffakiyetin ve gayretin ve şevkin bir ikram-ı İlâhîdir, bir keramet-i Kur’âniyedir, bir inayet-i Rabbaniyedir. Sizi tebrik ediyorum.” “Ufak hizmetleri bile büyük görüyordu. Bunlar bizi teşvik etmek içindi. Hâlbukî istidadımız nakıs olduğu halde çok teveccüh ediyordu “Eğridir’den tayinim çıkmış. Doğuya gidiyordum, Hazret-i Üstad’dan ayrılacağım için çok üzgündüm. Üstad Hazretleri çok üzüldüğümü anlamıştı. Bir gün yanına ziyaretine gittiğimde (askerce): ‘Emrediyorum, merak etmeyeceksin! Üzülmeyeceksin!’ dedi. O anda bütün üzüntüm, gam ve kederim yok oldu. “l938’de bizi Dersim isyanını önlemeye ve bastırmaya memur etmişlerdi. İsyan dedikleri şey de, bazı dağ köyleri o yıl vergi verememişti. Bize verilen emir ise tek kelime idi: ‘İmha!.. “Canlı bir şey bırakmayınız; genç-ihtiyar, çocuk-kadın ve saire.” “Bunların çoğu Rafızî idi. Fakat bu tarz bir muamele ile bunlar salâh mı bulacaklardı? Ben kıt’a komutanı idim. En çetin ve zor vazifeyi de bize verdiler. “Sen piyadesin, seni topla takviye etmek gerektir’ dediler. “Müthiş bir hüzün ve ızrıdap içinde idim. Hz. Üstad benim bu hüznümü hissetmiş. Bu durumu kendisine yazıp soramadım. Nasıl yazabilirdim? Bu ızdırabımı kâğıda nasıl dökebilirdim? Tam merhum pederimle vedalaştım. Hayvana bindim gidiyordum. Bir de baktım, hizmet eri koşarak geldi. Elime bir mektup verdi. Mektubu açtım. Mektubu Üstad Kastamonu’dan Ürgüp Müftüsü olan kardeşi Abdülmecid vasıtasiyle gönderiyordu: “Hulusi’nin bir gailesi var, diye hissediyorum. Merak etmesin. Risale-i Nur’un şakirdlerine inayet ve rahmet, nezaret ve himayet ederler. Dünyanın meşakkatleri madem sevap verir, geçerler; o musibetlere karşı sabır içinde, şükür ile, metanetle mukabele edilmek gerekir. Hem o, hem sizler, bütün dualarımda ve kazançlarımda benimle berabersiniz.”6,

“Az sonra isyân olan bölgeye gittik. Döndük dolaştık. O bölgeyi terk etmişler, dağlara mağaralara çekilmişler. Rahmet-i İlâhîye yardımımıza yetişti. Elimizi kirletmeden ve kana bulaştırmadan bizi kurtardı.” Hulusi ağabey, bu ve bunlara benzer birçok hatıra ve mektupları ile mü’minlere ışık tutmuştur.

1980’li yıllarda birkaç kez Hulusi ağabeyin ziyaretine gider, ikindi namazından sonra sohbetlerine katılırdım. Vefatına yakın bir gün akşam üzeri ziyaretine gittim, O sırada abdest almak üzereymiş, onunla görüşme talebinde bulundum, hizmetçisi “bu saatte görüşme olmaz,” dedi. Ben de, “bu kadar yol kastetmiş buraya kadar gelmişim Hulusi ağabeyi görmeden geri dönmem.” Dedim.

Hizmetçi, Hulusi ağabeye durumu intikal edince beni huzura kabul buyurdular. Hulusi ağabey bedenen zayıflamış, beli bükülmüş, 90 yaşlarında yaşlı; ama nuranî bir siması vardı. Çok hafif bir sesle konuşuyordu. Hizmetçisine “şeker ikram et” dedi. Fazla meşgul etmek, daha doğrusu onu rahatsız etmemek için tekrar elini öptüm, dua talebinde bulunarak Diyarbakır’a geri döndüm. Bana ikram ettiği misafir şekeri teberrüken yıllarca evde sakladım, daha sonra bir şekilde kayboldu.

Bir ara görev icabı Malatya’da bulunuyordum, bir çay sohbetinde değerli kardeşim Doktor Nihat bey, değişik bir ses ve değişik bir sima olarak beni  sohbet rahlesine dâvet etti. Tabiî Malatya’da birden sohbet kürsüsünde oturup kitap okumak pek kolay olmuyor. Bir taraftan üniversite öğrencisi Kadir kardeşimizin konu içerisinde seçtiği en muğlak ve derin sualler, bir diğer taraftan cemaatin tetkik ve seçkin bireylerinden Abdullah Levent ve diğer kardeşlerimizin yüksek ferasetleri ile ders ile ilgili suallerine hazırlıklı olmak lâzımdır.

Hacı Hulûsî  ağabey ile alakalı bir mevzu geçince Abdullah Levent kardeşimiz dedi ki: Hulûsî ağabey seyit mi?

“Evet” dedim. Kaynak var mı? “Evet var” Bedîüzzamân Hazretleri Lem’alar eserinde  9.cu Lem’a’nın, Birinci sualinde diyor ki: (..) Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın iki âli var. Biri: Nesebî âldir. Biri de Şahs-ı mânevîsi ve nûrânisinin risalet noktasındaki âli var. Bu ikinci âlde kat’iyyen sen dâhil olmakla beraber, birinci âlde dahi delilsiz bir kanâatim var ki ceddinin imzası sebepsiz değildir.” Her hâlde bu kanaat yeterli olması gerekir diye düşünüyorum.

Her sene Elazığ’da Hulûsî ağabeyin adına tertiplenen Mevlid-i Şerif, busene de 26 Temmuz 2015 Pazar günü okutulacaktır. Cenab-ı Allah rahmet etsin, ağabeyimizin mekânı cennet-ı âlâ olsun. Âmin…

Rüstem Garzanlı

www.NurNet.org

Dipnotlar:

1-A.V. Ünlü, Bediüzzaman’ın ilk Taleb. Dinle. s. 50-51.

2- Son Şahitler 1. Cild s. 318.

3- Barla Lâhikası, s. 165.

4- Barla Lâhikası, s. 49-50.

5- Son Şahitler, c. 1, s. 316.

6- Son Şahitler, c. 1, s. 325-326.

Not: Tarih ve hatıraların bir kısmı

Risale-i Nur Enstitüsünden iktisap edilmiş.