Hadislerden Psikolojik, Sosyolojik, Teolojik ve Sembolik Nükteler-2

  1. Teolojik ve Sembolik Nükte:

“Kabir azabının çoğu, üzerine idrar sıçratmaktan olacaktır.”[1] Bu hadisin zâhir manası, beden ve kıyafet temizliği konusuna vurgu yapmaktadır. “Ve siyâbeke ve tahhir[2] ( Ve elbiseni temizle ) âyetinin tefsiri mahiyetinde… Bu hadis kirliliğin, kabir azabına yol açmasını bildiriyor. Azap, günahlardan kaynaklandığına göre o halde zâhirî temizliğe riayet etmemek günahtır, şeklinde anlaşılır.

Hadisin bâtınî manası ve hakikat boyutu ise şudur: İdrar, rüya ve misal âlemlerinde boş ve çok konuşma demektir. Meni ise, ruhlu ve hakikatli konuşma demektir. Kur’an der: “ Onlar boş sözlerle karşılaştıklarında şereflerine uygun şekilde geçer giderler ”[3] veya “ Selam, der geçerler ”[4] veya “ O müminler boş sözlerden yüz çevirirler. ”[5] Bu âyetlerdeki tekrar ve konuya dair ısrar gösterir ki, hadisteki asıl murad idrar hükmünde kişinin takva elbisesini[6] kirleten malayani konuşmalar yapması veyahut başkalarının malayani konuşmalarına katılmasıdır. Bir hadis bu manayı şöyle ifade eder: “ Kişinin mâlâyâniyi terketmesi müslümanlığının güzelliğindendir. ”[7]

Kur’anın bu ikazlarına, rüya ve misal âleminin diline bakıp hadisi ele alırsak görürüz ki: “ Kabir azabının çoğu boş ve lüzumsuz konuşmaya veya böyle konuşmaları dinlemeye dayanır. ”

  1. Teolojik ve Sembolik Nükte:

“Müezzinler kıyamet günü insanların en uzun boylu olanlarıdır.”[8] Bu hadis-i şerifin zâhir manası, ezan okumakla insanlara Allah’ı hatırlatan ve insanları camiye namaza davet eden kişilerin mahşer günü diğer insanlara göre daha uzun boylu olacağını bildiriyor.

Mahşer ve Âhiretin kanunları, rüya, misal ve berzah âlemleri ile aynıdır.[9] Rüya âleminde boy uzunluğu kişinin fikren, ilme ve nura ermesi ile bağlantılıdır. En nurlu kim ise, en uzun odur. Beden iriliği ise, kişinin manevi kuvveti ile ilgilidir. Bu açıdan müezzin olup ahlaksız ve edepsiz olan kişiler için bu hadis geçerli olamaz. Fakat hak ve hakikati tebliğ eden resuller, Âl-i İmran sûresindeki âyete göre bir “ müezzin ” ve “ münâdi ”dir.[10] Kur’anda namaza çağıran müezzinler, “ münâdi ” olarak ifade edilir.[11] Bu manada ihlaslı ehl-i tebliğ insanları hakka davet eder, nura çağırır. Ömrü boyunca bu manada risalet hizmeti yapmış gibi, ihlas ve sıdkı, uhuvvet ve sadakati ile gittikçe terakki eder. Hassas bir takva ve güçlü bir salih ameli elde edeceğinden mahşer günü boy uzunluğunu hak eder.

Hadis-i şerifin bu batınî manası hakikate en uygun ve tekellüflü te’villerden en uzak manadır. Her hak elçisi ve hakikat hizmetkarı hakkında da câridir.

  1. Teolojik ve Sembolik Nükte:

Hadis-i Şerif: “ Âlimin âbide üstünlüğü gece vaktinde kamerin yıldızlara üstünlüğü gibidir.[12] Âlim, aklını kullanarak dine hizmet edendir. Âbid, cismini kullanarak dine hizmet edendir. Fakat cisim, kendi adına çalışır. Akıl ise, hem kendine hem başkasına hizmet eder.

Akıl, Hakikat Güneşi olan Kur’andan ziya alır, fakat halka nur verir. Kur’an, güneş ışığına “ ziya ”; ay ışığına  “ nur ” adını verir.[13] Bu çerçevede diyebiliriz ki âlim, halkın zihnine hitap eder; fakat hislerine işleyemez. Kur’an böyle âlimlere “ Ahbar ” ( ilimle, dolunay gibi parlayan kişiler ) der.[14] Bunlar, “ Tâlim ” yaparlar. Oysa peygamberler gibi bütün din hizmetkârları da âlimdi. Fakat onlar fikre ve hisse, zihne ve gönüle birden hitap eden hakiki âlim idiler. Onlar, “ Rabbânîler ” idi. Yani Allah’ın, kendileriyle halkı terbiye ettiği kişiler… Bunlar, güneş gibidirler. Âbidler ise, halka çok çok uzak bir yıldız gibidir. Onun aklı büyüyemez. Verdiği ışık da, zifiri karanlık içinde ancak kendi varlığını göstermeye yarar. Başkalarına zihnen bir hayrı yoktur. Bu noktadan dolayı çoğu münzevî olan âbidler, yıldızlara benzetilmişler.

Rabbânîleri, Rabbânî yapan öncelikle kendilerinin terbiye olmalarıdır. Bunu da sağlayan sır, ilim değil “ amel ” dir. Yani “ hayat ” ve “ ihlas ”… Terbiyeye uğrayan birisi, ilme göre kendini şekillendirir. Onu kendi aklı değil, hakikat yönetir. Ahlak-ı kalbî ve edeb-i ruhî kârlarını elde eder. Sonra ihlas ile, halkın tâlim ve terbiyesine yönelir. Bu manada, her bir mürşid, Rabb ismine mazhardır. İnsan için kemal seviye, ilim ve ibadeti cem etmektir.

  1. Teolojik ve Sembolik Nükte:

Hadis-i şerifinde Efendimiz (ASM) diyor ki: “ Kardeşlerime selam olsun. [15] Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’ın diğer hadisleri de nazara alınınca, bu hadisteki “ kardeşlerim ” hitabı özel bir ümmet sınıfıdır. Çünkü “ Bütün müminler, kardeştirler ”[16] âyeti gereğince her bir mümin, iman noktasında Efendimiz’in (ASM) kardeşidir. Fakat kendisinden sonra gelecek, özellikle Vakıa suresinin işaret ettiği üzere Ahirzaman’da gelip Mukarrebûn ve Ashab-ı Meymene makamına[17] çıkacak bazı kardeşlerine “ Selam olsun ” denilmesi gösterir ki bunlar özel sınıftır. Buna işaret eden 2 kelime hadiste mevcud: “ Kardeşlerim ” ve “ Selam olsun. ”

Resulullah (ASM), diğer hadislerinde hep şöyle der: “ Kardeşim Yunus ”[18], “ Kardeşim, İsa ”[19] ve genel olarak der: “ Biz peygamberler anaları ayrı kardeşler hükmündeyiz.[20] Bu hadisler gösterir ki, ilk hadiste söz konusu selama mazhar olan kişiler, Âhirzaman döneminde nübüvvet ve risalet hizmetinin varisleri olanlardır. Onlar insanlık âleminde ilim ve hikmet, iman ve islam hizmeti yapan din hameleleridir. İnsanların zayıflayan imanlarını takviye eden; yaralanan kalplerini tedaviye çalışan; dalalette ve bâtılda boğulan akıllarına hidayet ve ilim nurunu taşıyan Kur’an hizmetkarlarıdırlar.

Onlar bir peygamber gibi dine hizmet ettikleri için ve Kur’anda bahsi geçen 28 peygamberden birisine meşrep ve meslek olarak benzediği için O peygamberin aynası konumunda olur. Bu manada, o da O peygamberin muhatabı olduğu İlahî selama mazhar olur.

Mesela: “ Selâmun alâ Nûhi fi’l-âlemîn[21] ( Âlemler içinde Nûh’a selam olsun ) âyetinde aslî ve 1. Derece muhatap Hz. Nûh (AS) olduğu gibi, tâli derecede Hz. Nûh’a (AS) meşrep ve meslek olarak benzeyen Âhirzaman hizmetkarları da hissedardır, diye Hz. Peygamber (ASM) “ Selam olsun kardeşlerime ” diyor, bu sırrı ifşa ediyor. Bu hakikati te’yid eder mahiyette Kur’an, Hz. İlyas’ın (AS) kıssasını anlattıktan sorra “ Selâmun alâ ilyâsîn ” der. Dikkat edilirse âyette İlyas kelimesi çoğul olarak “ İlyâsîn ” olarak kullanılmıştır.[22] Bu âyet, risalet hizmeti yapanları “ selam-ı İlâhîye mazhar ” bir Hz. İlyas (AS) olarak görüyor ve gösteriyor.[23]

  1. Teolojik ve Sembolik Nükte:

Mâl, Arapça’da, kişinin kendisine meylettiği, kendisini şiddetle arzuladığı şey demektir. İnsan fıtratının kendisine mâil olduğu en kıymetli ve bâki mal, ilimdir. İlimler içinde en mükemmeli ise, hikmettir. Çöl ahalisi için maddeten en kıymetli mal ise, devedir. Bu manada hadis-i şerif 2 yönlü benzetme ile: “ Hikmetli söz müminin dâllesidir (yitik malı ve devesidir). Nerede bulursa onu almaya en liyakatli odur[24] der.

Neden Hz. Peygamber (ASM) ilim değil de hikmet diyor? Çünkü hikmet, maddi dünyayı okuma ile elde edilir. Bu hadis o an ümmet-i Muhammed’in (ASM) bu mevzuda hem eksik olduğunu hem de ileride eksik kalacağını ifade ediyor.

İlm-i hakikat ile maneviyata değer veren bu ümmet, hikmeti binlerce yıldır dünyayı okuyan dünyacı kişilerden alıp kullanacak diye haber veriyor. Hem tavsiye ediyor. Hakikaten hikmetse çekinmeden alın, diyor. Bu manada hadiste, bir ihbar-ı gaybî bulunuyor. Tarih şahid ki, aynen tahakkuk etti ve ediyor.

  1. Sosyolojik Nükte:

“Resul-u Ekrem (ASM) diyor: “ Men lem yüvekkır kebîrena ve yerham sağîrena fe leyse minnâ[25] ( Her kim ki bizim büyüklerimize hürmet etmez, onların ağırlığını ve vakarını takdir etmezse; hem her kim bizim küçüklerimize merhamet etmez ve onların ihtiyaçlarını tatmin etmezse; o hemen bilsin ki bizden değildir. ) Bu hadis, Üstad Bediüzzaman’ın izah ettiği üzere içtimai noktada şöyle anlaşılır: “ Kibriya hakikati, ulviyet ve azameti içerir.[26] Ulviyet, ilim ve nurla elde edilir; azamet ise, kudret ve kuvvet ile… Maddi dünya şartlarında ve içtimai husus noktasında zihin ve zekâsını kullanıp ilim ve maharet elde eden; sonra cesaret ve teşebbüs yoluyla bu ilmi ve mahareti kullanıp zenginleşen bir Müslüman, hadise göre “ kebîr ” dir. O, “ vakar ” (sosyal ağırlık) sahibidir. Onun büyüklüğünü kabullenmemek, hakka karşı hürmetsizlik ve “ kibir ” dir. Karşısındaki bu haklı hale hürmet etmek ise, “ tevazu ” dur.

Bu hadis, ilme ve helal kazanca hürmetsizlik etmeyi İslam dairesi dışına çıkmak olarak gösteriyor. Zenginleşen, büyüklük kazanan bir kişiye veyahut fakir ve yokluk çekenlere göre izafi bir tarzda da olsa zenginlik taşıyan kişilere de şöyle diyor: “ Allah, o zavallılara güçlü bir zekâ vermemiş ki, ilim sahibi olsunlar. Sağlam ve cesur bir irade vermemiş ki, cesaretle atılgan bir hal sergileyip zenginleşsinler. Onların o fakir, miskin ve yoksul halleri de merhamet, acıma ve yufka yürekliliği celb edecek bir manzaradır. Onların fakirliklerine rağmen durmayan ve sürekli yenilenen ihtiyaçları var. Mülkün gerçek maliki olan Allah, bir hak olarak o zenginleşenin bir kısım malından %10, bir kısmından ise %2,5 lik bir kısmı o fakire tayin ediyor. Ta ki, bu hak zekâtı vermekle siz de nefsinizi tezkiye edesiniz. ”[27]

Bu hadisin açtığı pencere şu hakikati güneş gibi gösteriyor: “ Nefsini, zekât ve infâk ile tezkiye etmeyen; fakir ve miskinlere, merhamet etmeyen bizim yolumuzdan ayrılır. ” Bu hadis, zengin ve fakirin, vaziyetleri ile hak ettikleri özellikleri bildirip o haklara riayetin zaruriyetini bildiriyor. “ Her hangi bir konuda Hakka hürmet etmeyen, hak yolu olan bizim yolumuzdan ayrılmıştır. O, bir zâlimdir. ”

  1. Sosyolojik Nükte:

Kiyâset, ön görü sahibi bir akıl demektir. Sahabe sordu:

-” Ya Resulallah! İnsanların en kiyâsetlisi kimdir? ” O Hazret-i Sâhib-i Kiyaset (ASM) dedi ki:

-” Ölümünü en çok düşünen ve ona göre yaşayandır. “[28]

Demek gerçek öngörü, rızık garantisi olan ölüme kadarki dünya istikbalini düşünmek değil; ölümden sonra başlayan ve gâfiller için garantisi olmayan Âhiretini düşünmektir. Bu şekilde Âhiretini yakinen gören bir kişinin sosyal hayatı, insanlar arası ilişkileri uhrevi bir boyut kazanacaktır. Bu ise, İslam toplumunun ihyâsı demektir. “ Allah bütün müslümanlara kiyâset versin ” şeklinde sürekli bir dua ümmet-i Muhammed (ASM) ve insanlık için çok önemli bir manevi faaliyettir.

  1. Sosyolojik Nükte:

Hadis-i şerifte “ Üç defa kapıyı çalın. İzin verilirse girin; aksi halde dönün. ”[29] deniliyor. Bu hadis insanlar arası ilişkide bir edep olarak ele alınabildiği ve bir sosyal hakikati ifade ettiği gibi insanın Allah rızasına erişme yolculuğu açısından da bir edebi ve bir hakikati bildiriyor. Şöyle ki:

Allah Rızası, 1001 kapılı bir saraydır. Bu sarayın kapıları arasında mesafeler var. Bir insan tefekkür veyahut tezekkür vesaire yöntemlerle o Rıza Sarayının bir kapısını 3 defa çalar da halen ona feyz, nuraniyet, ilim gibi mukabele[30] tarzlarından birisiyle bir cevap gelmezse o kapıda durması bir israftan ibarettir. O kapıyı çalmaya devam etmesi istenilmediği yerde ısrarla durmaya çalışan birisinin hal ve tavrına benzer bir edepsizliktir. Tabir caizse manevi hırsın kişiyi saplantılı bir hale dönüştürmesi ve manevi açıdan öküzleştirmesidir.[31] “ Dünya, Sevr (öküz) ve Hut (büyük balık) üzerindedir ”[32] hadisinin bir nüktesine göre…

Özetle dersek, “ Allah’ın istediği yol kolaylığıyla kendini hissettirir. Allah istemediği yolu kişiye zorlaştırır. ” Müsehhil ism-i İlahisi gereği…

Erdem AKÇA                                                                                                       

[1] İ.Mace, Nesai, Hakim, Dare Kutni.

[2] Müddessir suresi, 4.

[3] Furkan suresi, 72.

[4] Furkan suresi, 63.

[5] Mu’minun suresi, 3.

[6] A’raf suresi, 26.

[7] Müsned, I, 201; İbn Mâce, “Fiten”, 12; Tirmizî, “Zühd”, 11.

[8] Müslim ve Ahmed b. Hanbel’den Mansur Ali Nâsıf et-Tâc, el-Câmiu’l-Usûl fi Ehâdis er Rasûl, I/161.

[9] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Lemeat, “ Mevt, Tevehhüm Edildiği Gibi Dehşetli Değil. ”

[10] Âl-i İmran suresi, 193.

[11] Cuma suresi, 9.

[12] Ebu Davud,1; Tirmizi, İlim, 19; İbn Mace, Mukaddime, 17; İbn Hanbel, 5/196; Kenzu’l-Ummal, h. no:28746.

[13] Yunus suresi, 5.

[14] Mâide suresi, 44. Kur’an, Tevrat modelinde, vahye muhatap olan âlimleri 2 sınıfa ayırır:

  1. İhlaslı âlimler. Bunlara “ Rabbânî ” der.
  2. İhlassız âlimler. Bunlara ise “ Ahbâr ” der. Ahbarlar için Kur’an “ Yahudiler onları Rabb edindiler ” ( Tevbe suresi, 31) gibi bir ithamda bulunurken Rabbaniler için sadece “ Âyetlerimi az bir dünya menfaati için satmayın ” ( Maide suresi, 44 ) şeklinde ikaz tarzı uyarılarda bulunur.

[15] Müslim 1/150, 151, Malik 1/49, 50, Nesei 1/35, İbni Mace 2/580, Beyhaki 4/78, Ahmed 2/300, 408.

[16] Hucurat suresi, 10.

[17] Vakıa suresi, 8-24 ve 90-91.

[18] Tirmizi, Dua, 82.

[19] Müsned, 4/127, 128, 5/262; Hâkim, el-Müstedrek, 2/656.

[20] Sahihu’l-Buhari, IV, 142, Enbiya, 48.

[21] Saffât suresi, 79.

[22] Saffat suresi, 130.

[23] Saffat suresi, 123.

[24] Tirmizi, İlm 19, (2688).

[25] Tirmizî, Birr, 15; Ebu Davud, Edeb, 66.

[26] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, 10. Söz, 11. Sûret.

[27] Sözler, Lemeat, “ Beşer Hayatını İsterse Envâ-ı Ribâyı Öldürmeli. ”

[28]Taberânî.

[29] Riyazü’s Salihin, 2/874.

[30] Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, 29. Lem’a, 4. Bab, 1. Fasıl.

[31] Bediüzzaman Said Nursi, Lemeat, “ Bir Meclis-i Misalîde, Şeriatle Medeniyet-i Hazıra, Dehâ-i Fennî İle Hüdâ-yı Şer’î Muvazeneleri ”

[32] Hâkim, el-Müstedrek: 4:636; el-Münzirî, et-Terğib ve’t-terhîb: 4:257; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid: 8:131; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam: 1:172.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: