Hadislerden Psikolojik, Sosyolojik, Teolojik ve Sembolik Nükteler

           Hadisler, Hz. Peygamber’in (ASM) Kur’an medresesinden aldığı derslere dair kısa notlar ve çeşitli âyetlere dair sözlü ve fiilî tefsirlerdir. Kur’an kâinat ve insanlık dünyasında geçerli İlâhî kanunların tercümesi ve fıtratın dili olduğundan her bir hadis çeşitli fenlerin inceleme sahasına dair sabit hakikatlerin ilancısı hükmündedir. Bu makalede bazı hadis-i şeriflerin psikoloji, sosyoloji, teoloji ve sembol ilmi sahasına dair tespitlerini nükteler halinde göstermeye çalışacağız:

Psikoloji Sahasında

  1. Nükte

Nefs-i emmâre (ilkel kendilik), şahsiyet (kişilik) ve enâniyet (benlik) insanın 3 cephesidir. İnsanın geçmiş zaman, şimdi ve gelecek zamana açılan pencereleridir. Nefs-i emmâre, “ menfaatçi ” dir. Şahsiyet, “ meziyetperest ” tir. Enaniyet ise “ faziletfuruş ” tur.[1] Onların kendilerini gösterdikleri ve kişi için tehlike arz ettikleri noktaları birçok hadis bildirir. En kapsamlı bir hadis-i şerif şudur: “ Kim bana, iki çene ve apış arası mevzuunda söz verir kefil olursa, ben de ona Cennet için kefil olurum. [2]

Dil ve konuşma, enâniyet ve şahsiyetin; ferc ve şehvet ise, nefsâniyetin belirdiği ve tehlikeli oldukları noktalardır. 2 hadis-i şerif ise bu tehlikelerden kurtuluş çarelerini sunuyor:

Kişi evlendiği zaman dininin yarısını korumuş olur.  ”[3] ( Nefsâniyetin ilacı )

Allah’a ve Âhiret gününe iman eden ya hayır söylesin ya sussun![4] ( Şahsiyet ve enâniyetin ilacı )

  1. Nükte

Bir sahabe Hz. Peygamber’e gelerek dedi:

-“ Bana tavsiyede bulun, ey Allah’ın elçisi! ” O Tabib-i kulûb (ASM) dedi ki:

-“ Kızma![5] Soru tekrarlanınca O (ASM) da cevabı tekrarladı. Soru yine tekrarlanınca, O (ASM) da cevabı tekrarladı. Bu cevap ve cevaptaki ısrar 2 yön içerir:

  1. a) Bu soruyu soran kişinin zaaf noktası, “ öfke ” dir. Bu manada verilen cevap hastalığın teşhisini gösterir. Ayrıca verilen cevapta ısrar ilacın yalnızca o olduğunu ifade eder. Evet kimi insanlarda zaaf noktası “ şehvet ” olduğu gibi kimisinde de öfkedir. Öfkesi, o kişiyi etrafına zarar verici bir ateşe çeviriyor. Cevaptaki ısrar, bu yönü fark ettirmek için…
  2. b) Bu kişi ve her kişi, ne kadar öfkeli olursa olsun o öfkeyi kontrol altına alabilir. Eğer alamayacağı bir yapıda ise “ Allah kimseye kaldıramayacağı yük yüklemez ”[6] sırrınca o kişi sorumluluktan çıkar. Zaten öfkesini ve şehvetini kontrol altına alıp teskin edemeyecek hiçbir insan yeryüzüne gelmemiştir. Yeter ki o kişi savaşını versin.

İnsanların şuur-altı imtihan merkezleri “ öfke ” ve “ şehvet ” tir. Dışa dönük ve baskın karakterliler için “ öfke ”; içe dönük ve pasif karakterliler içinse “ şehvet ” imtihan unsurudur. Dışa dönük Hz. Musa’nın (AS) Mısır’da bir İsrailoğlu ile bir Kıptî’nin kavgasının ayırmak isterken istemeden Kıptî’nin ölümüne sebep olması, öfkeyle imtihanına delil olduğu gibi[7], içe dönük Hz. Yusuf’un (AS) Züleyha ile yaşadığı şehvet imtihanı bu meseleye bir delildir.[8]

Öfkeyle mücadelede mazhar-ı Şâfi-i Hakîm (ASM) şöyle der:

Sizden birisi öfkelendiğinde ayakta ise otursun; oturuyorsa yatsın[9] hadisi, öfke ile mücadelede ipucu verir. Hem “ Sizden birisi öfkelendiği zaman su ile abdest alsın. Hiddet, şeytandandır. Şeytan ise, ateştendir[10] hadisi, diğer bir mücadele tarzını ders verir. Fakat bunlar içinde en keskin tavsiye, “ Susmak ” tır. Çünkü insanlar arası öfkenin çoğunlukla sebebi yersiz ve dengesiz konuşmalardır. Susmak, bu noktada öfkeyi önleyici en tesirli ilaçtır.

  1. Nükte

Resul-ü Ekrem Aleyhissalatu Vesselam dedi ki: “ Dünyâda zühd ve az konuşma (nimeti) verilene yaklaşınız. Zîra o kimseye hikmet verilmiştir.[11] Bu hadis-i şerif, kişinin iç dünyasının temizliğini bildiriyor. Nefs-i emmâre, madde ve mal aşığıdır. Hadisteki “ zühde erişmek ” ifadesi, nefsin dünya ve mal aşkını aşmayı ifade ediyor. Enâniyet ise, mana ve ilim âşığıdır. Bunu da çok konuşma ile etrafına bildirir. Bu noktada “ kıllet-i kelam ” ( az konuşma ) ene’nin hastalıklarını aşmayı ifade eder. Bu iki ciheti aşan kişi, hakka mazhar olur. Onun dili, hikmetin pınarı olur. Onun kalbi, kudsiyetin çeşmesi olur. O konuştuğu zaman kalplere tesir eden veciz, kudsî hikmetin tercümanı olur. Kur’anın, “ Hakîm ” cephesini böyle bir kudsiyet mazharı tefsir edebilir.

Ehl-i ilmin kelamı, ehl-i hikmetin kelamından daha çok olur. Hikmet arttıkça, ağızdan çıkan sözler azalır. Fakat sözleri, vecizleşir ve daha çok manaları câmi olur. “ Bana cevâmiü’l-kelîm verildi[12] hadis-i şerifi bu ufku bildirir. Bu sülukun son noktası “ mutlak sükût hali ” dir.          “ Susmak, hikmettir. Susan ise pek azdır[13] hadis-i şerifi bu zirve hali bildirir.

  1. Nükte

Resul-ü Ekrem Aleyhissalatu Vesselam dedi ki: “ Enne’l-cennete tahte zılâli’s-süyûf[14] ( Cennet, kılıçların gölgesi altındadır. ) Bu hadis manevi ve maddi cihad ve harb ile Cennetin yakınlığını, sebep-sonuç bağını bariz olarak gösterir. Cennet, Arapça’da, gözlerden saklı bahçe demektir. Cenîn, cin, cinnet ile aynı köktendir. Maddi kılıçlar, bu saklı bahçeye girmeye vesiledir. Kılıçların gölgesi altında Cennet yoluna girilip Cennete girişi engelleyen hal ve sıfatlar aşılır.

Hadisin bâtın ve hakikat cephesi noktasında Bediüzzaman Said Nursi şöyle der: “ Kişinin, cünnet ( kalkan ) gibi kendini savunma yapısı kırılınca Cennetin kapıları açılır. O kalkan kırılmadan Cennete girilmez. ”[15] Münafıklar, bu kendini aklama ve savunma işinde yeminlerini cünnet yapıyorlar diye âyet bildiriyor.[16] Necm suresinde Allah der ki: “ Kendinizi aklamayın. Allah hanginizin daha takvalı olduğunu çok iyi biliyor.[17]

Maddi Cennete girmek için, maddi şehadet gerekip cisim denilen kalkanın ruh denilen gövdenin üzerinden kırılması gerektiği gibi; manevi Cennete girmek için de, manevi şehadet gerekir. Bu ise hakikatin elmas kılıçları olan bürhanlar altında kalb ve ruh üstündeki nefsâniyet ve enâniyet kalkanlarının kırılmaları ile olur.

Teoloji ve Sembol İlmi Sahasında

  1. Nükte:

“ Kabir azabının çoğu, üzerine idrar sıçratmaktan olacaktır. ”[18] Bu hadisin zâhir manası, beden ve kıyafet temizliği konusuna vurgu yapmaktadır. “ Ve siyâbeke ve tahhir[19] ( Ve elbiseni temizle ) âyetinin tefsiri mahiyetinde… Bu hadis kirliliğin, kabir azabına yol açmasını bildiriyor. Azap, günahlardan kaynaklandığına göre o halde zâhirî temizliğe riayet etmemek günahtır, şeklinde anlaşılır.

Hadisin bâtınî manası ve hakikat boyutu ise şudur: İdrar, rüya ve misal âlemlerinde boş ve çok konuşma demektir. Meni ise, ruhlu ve hakikatli konuşma demektir. Kur’an der: “ Onlar boş sözlerle karşılaştıklarında şereflerine uygun şekilde geçer giderler ”[20] veya “ Selam, der geçerler ”[21] veya “ O müminler boş sözlerden yüz çevirirler. ”[22] Bu âyetlerdeki tekrar ve konuya dair ısrar gösterir ki, hadisteki asıl murad idrar hükmünde kişinin takva elbisesini[23] kirleten malayani konuşmalar yapması veyahut başkalarının malayani konuşmalarına katılmasıdır. Bir hadis bu manayı iöyle ifade eder: “ Kişinin mâlâyâniyi terketmesi müslümanlığının güzelliğindendir. ”[24]

Kur’anın bu ikazlarına, rüya ve misal âleminin diline bakıp hadisi ele alırsak görürüz ki: “ Kabir azabının çoğu boş ve lüzumsuz konuşmaya veya böyle konuşmaları dinlemeye dayanır. ”

  1. Nükte:

“Müezzinler kıyamet günü insanların en uzun boylu olanlarıdır.”[25] Bu hadis-i şerifin zâhir manası, ezan okumakla insanlara Allah’ı hatırlatan ve insanları camiye namaza davet eden kişilerin mahşer günü diğer insanlara göre daha uzun boylu olacağını bildiriyor.

Mahşer ve Âhiretin kanunları, rüya, misal ve berzah âlemleri ile aynıdır.[26] Rüya âleminde boy uzunluğu kişinin fikren, ilme ve nura ermesi ile bağlantılıdır. En nurlu kim ise, en uzun odur. Beden iriliği ise, kişinin manevi kuvveti ile ilgilidir. Bu açıdan müezzin olup ahlaksız ve edepsiz olan kişiler için bu hadis geçerli olamaz. Fakat hak ve hakikati tebliğ eden resuller, Âl-i İmran sûresindeki âyete göre bir “ müezzin ” ve “ münâdi ”dir.[27] Kur’anda namaza çağıran müezzinler, “ münâdi ” olarak ifade edilir.[28] Bu manada ihlaslı ehl-i tebliğ insanları hakka davet eder, nura çağırır. Ömrü boyunca bu manada risalet hizmeti yapmış gibi, ihlas ve sıdkı, uhuvvet ve sadakati ile gittikçe terakki eder. Hassas bir takva ve güçlü bir salih ameli elde edeceğinden mahşer günü boy uzunluğunu hak eder.

Hadis-i şerifin bu batınî manası hakikate en uygun ve tekellüflü te’villerden en uzak manadır. Her hak elçisi ve hakikat hizmetkarı hakkında da câridir.

  1. Nükte:

Hadis-i Şerif: “ Âlimin âbide üstünlüğü gece vaktinde kamerin yıldızlara üstünlüğü gibidir.[29] Âlim, aklını kullanarak dine hizmet edendir. Âbid, cismini kullanarak dine hizmet edendir. Fakat cisim, kendi adına çalışır. Akıl ise, hem kendine hem başkasına hizmet eder.

Akıl, Hakikat Güneşi olan Kur’andan ziya alır, fakat halka nur verir. Kur’an, güneş ışığına “ ziya ”; ay ışığına  “ nur ” adını verir.[30] Bu çerçevede diyebiliriz ki âlim, halkın zihnine hitap eder; fakat hislerine işleyemez. Kur’an böyle âlimlere “ Ahbar ” ( ilimle, dolunay gibi parlayan kişiler ) der.[31] Bunlar, “ Tâlim ” yaparlar. Oysa peygamberler gibi bütün din hizmetkârları da âlimdi. Fakat onlar fikre ve hisse, zihne ve gönüle birden hitap eden hakiki âlim idiler. Onlar, “ Rabbânîler ” idi. Yani Allah’ın, kendileriyle halkı terbiye ettiği kişiler… Bunlar, güneş gibidirler. Âbidler ise, halka çok çok uzak bir yıldız gibidir. Onun aklı büyüyemez. Verdiği ışık da, zifiri karanlık içinde ancak kendi varlığını göstermeye yarar. Başkalarına zihnen bir hayrı yoktur. Bu noktadan dolayı çoğu münzevî olan âbidler, yıldızlara benzetilmişler.

Rabbânîleri, Rabbânî yapan öncelikle kendilerinin terbiye olmalarıdır. Bunu da sağlayan sır, ilim değil “ amel ” dir. Yani “ hayat ” ve “ ihlas ”… Terbiyeye uğrayan birisi, ilme göre kendini şekillendirir. Onu kendi aklı değil, hakikat yönetir. Ahlak-ı kalbî ve edeb-i ruhî kârlarını elde eder. Sonra ihlas ile, halkın tâlim ve terbiyesine yönelir. Bu manada, her bir mürşid, Rabb ismine mazhardır. İnsan için kemal seviye, ilim ve ibadeti cem etmektir.

  1. Nükte:

Hadis-i şerifinde Efendimiz (ASM) diyor ki: “ Kardeşlerime selam olsun. [32] Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’ın diğer hadisleri de nazara alınınca, bu hadisteki “ kardeşlerim ” hitabı özel bir ümmet sınıfıdır. Çünkü “ Bütün müminler, kardeştirler ”[33] âyeti gereğince her bir mümin, iman noktasında Efendimiz’in (ASM) kardeşidir. Fakat kendisinden sonra gelecek, özellikle Vakıa suresinin işaret ettiği üzere Ahirzaman’da gelip Mukarrebûn ve Ashab-ı Meymene makamına[34] çıkacak bazı kardeşlerine “ Selam olsun ” denilmesi gösterir ki bunlar özel sınıftır. Buna işaret eden 2 kelime hadiste mevcud: “ Kardeşlerim ” ve “ Selam olsun. ”

Resulullah (ASM), diğer hadislerinde hep şöyle der: “ Kardeşim Yunus ”[35], “ Kardeşim, İsa ”[36] ve genel olarak der: “ Biz peygamberler anaları ayrı kardeşler hükmündeyiz.[37] Bu hadisler gösterir ki, ilk hadiste söz konusu selama mazhar olan kişiler, Âhirzaman döneminde nübüvvet ve risalet hizmetinin varisleri olanlardır. Onlar insanlık âleminde ilim ve hikmet, iman ve islam hizmeti yapan din hameleleridir. İnsanların zayıflayan imanlarını takviye eden; yaralanan kalplerini tedaviye çalışan; dalalette ve bâtılda boğulan akıllarına hidayet ve ilim nurunu taşıyan Kur’an hizmetkarlarıdırlar.

Onalr bir peygamber gibi dine hizmet ettikleri için ve Kur’anda bahsi geçen 28 peygamberden birisine meşrep ve meslek olarak benzediği için O peygamberin aynası konumunda olur. Bu manada, o da O peygamberin muhatabı olduğu İlahî selama mazhar olur.

Mesela: “ Selâmun alâ Nûhi fi’l-âlemîn[38] ( Âlemler içinde Nûh’a selam olsun ) âyetinde aslî ve 1. Derece muhatap Hz. Nûh (AS) olduğu gibi, tâli derecede Hz. Nûh’a (AS) meşrep ve meslek olarak benzeyen Âhirzaman hizmetkarları da hissedardır, diye Hz. Peygamber (ASM) “ Selam olsun kardeşlerime ” diyor, bu sırrı ifşa ediyor. Bu hakikati te’yid eder mahiyette Kur’an, Hz. İlyas’ın (AS) kıssasını anlattıktan sorra “ Selâmun alâ ilyâsîn ” der. Dikkat edilirse âyette İlyas kelimesi çoğul olarak “ İlyâsîn ” olarak kullanılmıştır.[39] Bu âyet, risalet hizmeti yapanları “ selam-ı İlâhîye mazhar bir Hz. İlyas (AS) ” olarak görüyor ve gösteriyor.[40] Ehl-i tasavvuf, her bir Peygamber’in Allah’ın bir kemal sıfatına ayna olduğunu, bu aynalığın en külli seviyede o peygamberle tecelli ettiği için o peygamberin o sahada sembolleştiğini ifade ederler. Maneviyat yolunda ilerleyip aynı o peygamber gibi Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellilerine mazhar olmaya başlan evliyaullahın o sıfatla meşhur olan peygamber gibi olmaya, onun ahlakını sergilemeye başladığını “ makam-ı İsa ”, “ makam-ı Musa ”,  “ makam-ı Hızır ”,     “ makam-ı İlyas ” gibi ifadelerle isimlendirmişlerdir. Maneviyat kanunlarını bilmeyen acemi ehl-i süluk kendilerini o makamın sahibi olan şahsiyetle aynîleşmiş zannederek vartaya düşmüşlerdir. Fakat meseleye ârif olanlar bu tehlikeli vadide durmadan geçmiş, Allah’ın rızasına kilitlenmişlerdir.[41]

  1. Nükte:

Mâl, Arapça’da, kişinin kendisine meylettiği, kendisini şiddetle arzuladığı şey demektir. İnsan fıtratının kendisine mâil olduğu en kıymetli ve bâki mal, ilimdir. İlimler içinde en mükemmeli ise, hikmettir. Çöl ahalisi için maddeten en kıymetli mal ise, devedir. Bu manada hadis-i şerif 2 yönlü benzetme ile: “ Hikmetli söz müminin dâllesidir (yitik malı ve devesidir). Nerede bulursa onu almaya en liyakatli odur[42] der.

Neden Hz. Peygamber (ASM) ilim değil de hikmet diyor? Çünkü hikmet, maddi dünyayı okuma ile elde edilir. Bu hadis o an ümmet-i Muhammed’in (ASM) bu mevzuda hem eksik olduğunu hem de ileride eksik kalacağını ifade ediyor. İlm-i hakikat ile maneviyata değer veren bu ümmet, hikmeti binlerce yıldır dünyayı okuyan dünyacı kişilerden alıp kullanacak diye haber veriyor. Hem tavsiye ediyor. Hakikaten hikmetse çekinmeden alın, diyor. Bu manada hadiste, bir ihbar-ı gaybî bulunuyor. Tarih şahid ki, aynen tahakkuk etti ve ediyor.

Sosyoloji Sahasında

  1. Nükte:

“Resul-u Ekrem (ASM) diyor: “ Men lem yüvekkır kebîrena ve yerham sağîrena fe leyse minnâ[43] ( Her kim ki bizim büyüklerimize hürmet etmez, onların ağırlığını ve vakarını takdir etmezse; hem her kim bizim küçüklerimize merhamet etmez ve onların ihtiyaçlarını tatmin etmezse; o hemen bilsin ki bizden değildir. ) Bu hadis, Üstad Bediüzzaman’ın izah ettiği üzere içtimai noktada şöyle anlaşılır: “ Kibriya hakikati, ulviyet ve azameti içerir.[44] Ulviyet, ilim ve nurla elde edilir; azamet ise, kudret ve kuvvet ile… Maddi dünya şartlarında ve içtimai husus noktasında zihin ve zekâsını kullanıp ilim ve maharet elde eden; sonra cesaret ve teşebbüs yoluyla bu ilmi ve mahareti kullanıp zenginleşen bir Müslüman, hadise göre “ kebîr ” dir. O, “ vakar ” (sosyal ağırlık) sahibidir. Onun büyüklüğünü kabullenmemek, hakka karşı hürmetsizlik ve “ kibir ” dir. Karşısındaki bu haklı hale hürmet etmek ise, “ tevazu ” dur.

Bu hadis, ilme ve helal kazanca hürmetsizlik etmeyi İslam dairesi dışına çıkmak olarak gösteriyor. Zenginleşen, büyüklük kazanan bir kişiye veyahut fakir ve yokluk çekenlere göre izafi bir tarzda da olsa zenginlik taşıyan kişilere de şöyle diyor: “ Allah, o zavallılara güçlü bir zekâ vermemiş ki, ilim sahibi olsunlar. Sağlam ve cesur bir irade vermemiş ki, cesaretle atılgan bir hal sergileyip zenginleşsinler. Onların o fakir, miskin ve yoksul halleri de merhamet, acıma ve yufka yürekliliği celb edecek bir manzaradır. Onların fakirliklerine rağmen durmayan ve sürekli yenilenen ihtiyaçları var. Mülkün gerçek maliki olan Allah, bir hak olarak o zenginleşenin bir kısım malından %10, bir kısmından ise %2,5 lik bir kısmı o fakire tayin ediyor. Ta ki, bu hak zekâtı vermekle siz de nefsinizi tezkiye edesiniz. ”[45]

Bu hadisin açtığı pencere şu hakikati güneş gibi gösteriyor: “ Nefsini, zekât ve infâk ile tezkiye etmeyen; fakir ve miskinlere, merhamet etmeyen bizim yolumuzdan ayrılır. ” Bu hadis, zengin ve fakirin, vaziyetleri ile hak ettikleri özellikleri bildirip o haklara riayetin zaruriyetini bildiriyor. “ Her hangi bir konuda Hakka hürmet etmeyen, hak yolu olan bizim yolumuzdan ayrılmıştır. O, bir zâlimdir. ”

  1. Nükte:

Kiyâset, ön görü sahibi bir akıl demektir. Bir sahabe Hz. Peygamber’e (ASM) sordu:

-” Ya Resulallah! İnsanların en kiyâsetlisi kimdir? ” O Hazret-i Sâhib-i Kiyaset (ASM) dedi ki:

-” Ölümünü en çok düşünen ve ona göre yaşayandır. “[46]

Demek gerçek öngörü, rızık garantisi olan ölüme kadarki dünya istikbalini düşünmek değil; ölümden sonra başlayan ve gâfiller için garantisi olmayan Âhiretini düşünmektir. Bu şekilde Âhiretini yakinen gören bir kişinin sosyal hayatı, insanlar arası ilişkileri uhrevi bir boyu kazanacaktır. Bu ise, İslam toplumunun ihyâsı demektir. “ Allah bütün müslümanlara kiyâset versin ” şeklinde sürekli bir dua ümmet-i Muhammed (ASM) ve insanlık için çok önemli bir manevi faaliyettir.

  1. Nükte:

Hadis-i şerifte “ Üç defa kapıyı çalın. İzin verilirse girin; aksi halde dönün. ”[47] deniliyor. Bu hadis insanlar arası ilişkide bir edep olarak ele alınabildiği ve bir sosyal hakikati ifade ettiği gibi insanın Allah rızasına erişme yolculuğu açısından da bir edebi ve bir hakikati bildiriyor. Şöyle ki:

Allah Rızası, 1001 kapılı bir saraydır. Bu sarayın kapıları arasında mesafeler bulunuyor. Bir insan tefekkür, tezekkür vesaire yöntemlerle o Rıza Sarayının bir kapısını 3 defa çalar da halen ona feyz, nuraniyet, ilim gibi mukabele[48] tarzlarından birisiyle bir cevap gelmezse o kapıda durması bir israftan ibarettir. O kapıyı çalmaya devam etmesi, istenilmediği yerde ısrarla durmaya çalışan birisinin hal ve tavrına benzer bir edepsizliktir.

Özetle dersek, “ Allah’ın istediği yol kolaylığıyla kendini hissettirir. Allah istemediği yolu kişiye zorlaştırır. ” Müsehhil ve Muassir ism-i İlâhileri gereği…

[1] Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, 21. Lem’a, 2-4. Düsturlar.

[2] Buhârî, Rikak 23.

[3] Heysemi, Mecme’u’z Zevaid, No: 7310; Aclûnî, Keşfu’l-Hafa, 2/239

[4] Buhârî, Nikâh 80, Edeb 31, 85, Rikak 23; Müslim, Îmân 74, 75.

[5] Buharî, Edep, 76.

[6] Bakara suresi, 286.

[7] Kasas suresi, 15-16.

[8] Yusuf suresi, 23-34.

[9] Ebu Davud, Edep 4; Ahmed b. Hanbel, Müsned 7,152.

[10] Ebu Davud, Edep 3

[11] Sünen-i İbn-i Mâce.

[12] Müslim b. el-Haccâc b. Müslim el-Kuşeyrî, el-Câmiu’s-Sahih, nşr. Muhammed FuadAbdulbaki, Beyrut, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, ty.,“Mesâcid”, 8.

[13] Deylemî.

[14] Sahih-i Buhari.

[15] Mesnevi-i Nuriye, Zerre.

[16] Münâfikun suresi, 2.

[17] Necm suresi, 32.

[18] İ.Mace, Nesai, Hakim, Dare Kutni.

[19] Müddessir suresi, 4.

[20] Furkan suresi, 72.

[21] Furkan suresi, 63.

[22] Mu’minun suresi, 3.

[23] A’raf suresi, 26.

[24] Müsned, I, 201; İbn Mâce, “Fiten”, 12; Tirmizî, “Zühd”, 11.

[25] Müslim ve Ahmed b. Hanbel’den Mansur Ali Nâsıf et-Tâc, el-Câmiu’l-Usûl fi Ehâdis er Rasûl, I/161.

[26] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Lemeat, “ Mevt, Tevehhüm Edildiği Gibi Dehşetli Değil. ”

[27] Âl-i İmran suresi, 193.

[28] Cuma suresi, 9.

[29] Ebu Davud,1; Tirmizi, İlim, 19; İbn Mace, Mukaddime, 17; İbn Hanbel, 5/196; Kenzu’l-Ummal, h. no:28746.

[30] Yunus suresi, 5.

[31] Mâide suresi, 44. Kur’an, Tevrat modelinde, vahye muhatap olan âlimleri 2 sınıfa ayırır:

  1. a) İhlaslı âlimler. Bunlara “ Rabbânî ” der. b) İhlassız âlimler. Bunlara ise “ Ahbâr ” der. Ahbarlar için Kur’an “ Yahudiler onları Rabb edindiler ” ( Tevbe suresi, 31) gibi bir ithamda bulunurken Rabbaniler için sadece “ Âyetlerimi az bir dünya menfaati için satmayın ” ( Maide suresi, 44 ) şeklinde ikaz tarzı uyarılarda bulunur.

[32] Müslim 1/150, 151, Malik 1/49, 50, Nesei 1/35, İbni Mace 2/580, Beyhaki 4/78, Ahmed 2/300, 408.

[33] Hucurat suresi, 10.

[34] Vakıa suresi, 8-24 ve 90-91.

[35] Tirmizi, Dua, 82.

[36] Müsned, 4/127, 128, 5/262; Hâkim, el-Müstedrek, 2/656.

[37] Sahihu’l-Buhari, IV, 142, Enbiya, 48.

[38] Saffât suresi, 79.

[39] Saffat suresi, 130.

[40] Saffat suresi, 123.

[41] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, 29. Mektub, 9. Kısım, 4. Telvih.

[42] Tirmizi, İlm 19, (2688).

[43] Tirmizî, Birr, 15; Ebu Davud, Edeb, 66.

[44] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, 10. Söz, 11. Sûret.

[45] Sözler, Lemeat, “ Beşer Hayatını İsterse Envâ-ı Ribâyı Öldürmeli. ”

[46]Taberânî.

[47] Riyazü’s Salihin, 2/874.

[48] Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, 29. Lem’a, 4. Bab, 1. Fasıl.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: