Hayat ve Ölüm

Hayat, yaşamak demektir. Yaşam ise doğumla başlayıp ölüme kadar devam eden bir yolculuktur. Her canlı varlığın yaşayabilmesi için hayat lüzumludur. Yaşayan her canlının da bir ömr-i tabiîsi vardır. Günü, saati hatta saniyesi tamamlandığı zaman ebedî hayata kavuşmak üzere ölür.

Pek yakında birçok dost ve yakınlarımız (genç-yaşlı) rahmete kavuştular. Tûl-i Emel hayaliyle yaşayan gençler; hayatın ağır şartları altında yorulan ihtiyarlar bir bir aramızdan ayrılıp berzâh âlemine gittiler.

Kudret sahibi Yüce Mevlâmız, Âyet-î Kerime’de şöyle buyurur: “Hâlbuki sizin hayatınız yoktu; O size hayatı verdi. Sonra sizi öldürecek, sonra yine hayat verecektir. Sonra O’na rücu edip gideceksiniz.” 1

Âyet-i Kerîme’de, hayatın Allah tarafından verildiğini, ölümden sonra ahirette tekrar Allah tarafından hayat verileceği ve O’na dönüleceğini belirtmektedir. Kıyamette sebep ve perdeler tamamen ortadan kalkacak, herkes Kudret sahibi olan Yüce Mevlâyı bilecek ve görecektir.

“Evet, hayat Kudret-i Ezeliyenin en büyük ve en ince ve en acip bir mu’cizesidir ve bütün nimetlerden üstündür ve mebde (başlangıç) ve meadın (ahiret) bürhanlarından en zahir bürhandır.” 2

Hayat, kâinatın bir özü ve hülâsasıdır. âdeta kâinattan süzülmüş bir nurdur. Allah’ı gösteren en açık bir delildir. Onun güzel bir san’at eseri ve merhametinin tecellisidir. Hayat, her varlık için Cenâb-ı Allah’ın rahmet, inayet, lütuf ve ihsanıdır. Ne var ki, bu hayatın maddî cihetini acılaştıran bir de ölüm vardır.

“Evet, âlemde tekâmül kanunu vardır. Bu kanuna tâbi olan, neşvünema kanununa dâhildir. Bu kanuna dâhil olanın bir ömr-i tabiîsi vardır; ecelin pençesinden kurtulamaz.” 3 İnsanın ömr-i tabiîsi neticesinde ölüm vuku buluyor. 

Ölüm ise ruhun bedenden ayrılmasıdır, ruh ölmez; beden ölür. Zaten insan deyince ruh anlaşılır. Beden ancak onun hanesi veya elbisesidir. Elbisenin değişmesiyle ruha zarar gelmez. Ölüm neticesinde ruh ve beden birbirlerinden ayrılıyorlar. Yani dünyadaki yolculuk ve beraberlik bitiyor. 

Artık, berzâh âlemi yani kabir hayatı başlıyor. Yalnız âhiret yolculuğu devam ediyor. Kabir hayatından sonra ebedî hayat için tekrar dirilme başlıyor. Kudreti her şeye muktedir olan Allah (cc), tarafından ruhlara uygun bedenler verilerek haşir meydanına gönderiliyor.

Ölümün gerçek yüzünü bilen, Hz. Yusuf, (as) zindandan kurtuluyor, Mısır’ın azizi oluyor, anne, baba ve kardeşlerine kavuşuyor. Hayatın en tatlı yüzü ona gülmesine rağmen Cenâb-ı Allah’tan, (cc) ruhunun alınması için niyazda bulunmuş.

Keza, Sahabe-i Kiram’dan Hz. Huzeyfe de (ra), ölüm anında, “Özlenen bir dost geldi, pişman olan felâh bulmasın” demiş. Demek ki, Allah’ın dostları ölümün gerçek yüzünü bildikleri için âdeta berzah âlemine gitmek için bir şenlik, bir şeb-i aruz, bir hoş geldin merasimi olarak ölümü karşılamışlar.

Mü’min evinin bir kapısını kapatıp, bir diğer kapıyı açtığı gibi ölümle dünya kapısını kapatıp ahiret kapısını açıyor. Ahiret âleminde bulunan dost ve ahbaplara kavuşma sevinci ve büyük mükâfat yeri olduğunu bilir. Dolayısıyla ölümden korkmuyor, hatta ölümü sevinçle karşılıyor.

Bediüzzaman Hazretleri de: 

“En evvel herkesi korkutan, en korkunç tevehhüm edilen ölümün yüzüne baktım. Nur-u Kur’ân ile gördüm ki, ölümün peçesi gerçi karanlık, siyah, çirkin ise de fakat mü’min için asıl siması nuranîdir, güzeldir, gördüm.” 4 diye ölümü bir rahmet kapısı olarak görmüş.

Hülâsa-i kelâm: Hayat ve ölüm bir imtihandır, nasıl hayat hayırlı faaliyetler alanı ise, ölüm de bu faaliyetlerin karşılığını bulacağımız ebedî varlık meydanına geçişi sağlayan bir başlangıçtır. Bu vesileyle yakında vefat eden bütün dost ve yakınlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum…

Rüstem Garzanlı

02.11.2021
Dipnotlar:

1- Bakara Sûresi: 28.

2- İşaratü’l- İ’caz, say. 377.

3- İşaratü’l- İ’caz, 321.

4- Lem’alar, 26. Lem’a.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: