Hayatı ‘Ramazan’laştırmak…

Ramazan; özümüze ve ruhumuza dönüşün gerçek hikâyesi… Yaşanan en derin duyguların gerçek öyküsü…

Sıradanlaşmak yerine, silinmez kayıtların tutulduğu, görüntülerin, seslerin; misal âleminde, sur âleminde, hava âleminde, zerreler âleminde ve Levh-i Mahfuz’da zapt u rapt altına alınması, melekût âleminde alkışlarla karşılanmasıdır Ramazan.

Ramazan; Günahlardan hicretin, kötülüklerden, münkerattan kaçışın, isyandan itaate yönelişin, sığınmanın adıdır.

Oruç; Rızada buluşmanın, iftara kavuşmanın, nefisle savaşmanın erdemli yürüyüşüdür.

Ahlâk-ı seyyieden, ahlâk-ı haseneye geçişin adresidir. Tüm kötülüklerin reddine, iyiliklerin kabulüne kapı açan sonsuz güzelliklerin barınağı, sığınağıdır Ramazan.

Beden, ruh, vicdan, madde/mana, latife ve duyguların dengelendiği, mihenge vurulduğu hassas terazidir Ramazan.

Oruç bereketinin, Ramazan saffetinin, teravih sükûnetinin, zekât/sadaka idrakinin, kalp inceliğinin ruhu sarıp sarmaladığı, lâhûtî âlemlerde seyr ü cevelân eylediği bir arınma, pâklanma, temizlenme sürecidir.

Böylesi sükûn ve huzur demlerinin kalıcı olması ve hayatın tüm karelerine ve anlarına hâkim olması en matlup olanıdır.

Durup düşünmek gerek: Bu atmosfer kirlenmemeli, zedelenmemeli geriye atılan adımlarla. İstikamet, istikametli olmalı, kalıcı ve sürekli olmalı. Evet, ruhu okşayan, kalbi besleyen bu demler göz ardı edilemez. Ama ya devamı? Öze dönüş ve kendini hesaba çekme projesi devam etmeli hayat boyu. Ve tüm hayatı kuşatmalı. Gerilimler, tereddütler, şüpheler, tembellikler, aldırmazlıklar, ihmaller, miskinlikler bir daha yaşanmamalı. Yaşanmamalı ki, umum hayat Ramazan olabilsin. Orucun kalıcı hikmetleri ve insan üzerindeki tesiri öylesine derin ve kalıcı olmalı ki; nefis, hevâ, heves ve Şeytan; bu nur halelerini/halkalarını yıkmaya/bozmaya cesaret edemesin.

Ramazan ve oruçla fıtrî hayatın kodları yeniden keşfedilirken, nefsin terbiye ve tezkiyesi gerçekleştirilirken; kısaca, yaratılış ayarlarında rıza endeksli ipuçları yakalanmışken, ebede kadar ulaştırılması gereken emanetin ve o emanetin Sahibinin farkındalığını yitirmeden hedefe ulaşmak gerekir.

Din, hayata hayat olsa ve dini ritüeller süslese insanlığın nazarını, İslâmî şeâirle hayat bulsa toplum, hiç çıkmaz sokaklara girilir miydi?

Gönüllerde kalıcı olsa gece ve gündüzün nurlu esintileri, gözlere fer olsa Kur’ânî bakış, Nebevî ahlâkın yaygınlaşmasına yönelse cümle himmet ve akış, işte o zaman, hayat ‘Ramazan’laşır, Ramazan ‘hayat’laşır. Ramazan ve Oruçla hayat bulan insanlığın, küllîleşen atmosferin devamına nefes aldırır, soluklanan insanlık, cennet bayırlarında yolculuğuna devam eder.

İftarla yol verilip, imsakla tutulan meşrû’ arzu ve istekler, rayında ve yörüngesinde tüm hayatı bir Ramazan ve Oruç kıvamında algılar; hayatı, hayatın sahibine teslim yolunda tereddüt etmeden fedaya hazır hale gelir biiznillah.
Kendisine sataşanlara; “ben oruçluyum” dedirten ruh, bu sefer de, “ben mü’minim, emin ve güvenilir insanım” yüceliğini yaşatır insana. Ve tüm evren sulhun, barışın, sükûnetin, huzurun, kul olmanın, insan olmanın onurunu yaşar.

Böylesine ‘Ramazan’laşan bir hayatın sakinlerinden mutluk ve huzurdan başka ne beklenebilir ki?

İşte ömrün ‘Ramazan’ı ve ‘Ramazan’ın hayatı böyle olur.

Ne mutlu yaşayanlara ve yaşatanlara…

İsmail Aksoy

 

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: