Hayatı ‘Siyasetten’ Okumak

Son dönemlerde kavmimin politize olma düzeyi, Türkleri epey aştı. Gidin Diyarbakır’a, Hakkari’ye, Şırnak’a; Kürtler artık Türklerden daha yoğun bir şekilde siyaset konuşuyor. Üstelik bu siyasi bilinç öyle kahve köşesi sohbeti gibi de değil. Sosyalist, kapitalist, liberal birçok okuma yapmış insanların (kendileri okumamışsa bile okuma yapanlara uzun süre kulak verdiği belirgin) ‘bilen analizleri’ bunlar. Doğru/yanlış kendilerince bir fikriyat inşasında bulunmuşlar ve arkaplanını destekleyecek bir sürü argüman biriktirmişler. Nurculuk hassasiyetiyle, yanında siyaset konuştuğumuzda yüzünü eşkiten bir arkadaşım uzun yıllar sonra memleketine gittiğinde karşılaştığı tabloyu bana şöyle anlatmıştı: “Ya herkes siyaset konuşuyor. İstanbul’dan bin beter.” Bunu daha sonra bölgede barış süreci temalı röportajlar yapan bir gazeteci arkadaştan da duymuştum. O da, bölgeye giderken bu düzeyde politize olmuş insanlarla karşılaşmayı beklemediğini söylemişti.

Bu iyi mi, kötü mü? Bir açıdan iyi, bir açıdan kötü. İyi olan yanı, insanların yaşadıkları dünya hakkında daha çok fikir ve malumat sahibi olmaları. (Bunu iyi birşey olarak görüyorsanız.) Kötü yanı, bu bilginin alabildiğine seküler ve siyasi olması. Daha evvel de yazdım bu konu hakkında: Hayatı siyaset üzerinden okumak insanı agresifleştirir. Çünkü siyaset karanlık bir dünyaya bakar. Güç savaşlarının olduğu, acıların insanın vicdanını iğdiş ettiği ve nefretini körüklediği bir alandır siyaset. Siyaset penceresinden bakınca esmaü’l-hüsna’yı, hadi esma’yı da geçtim hüsna’yı/güzel olanı göremezsiniz. Siyasetten uzun süre dünya tefekkürü yapan bir adamın iki seçeneği olduğuna inanıyorum: Ya vicdanını söküp atacak ve olaylara (menfaati eksenli) bir seyirci nazarıyla bakacak. Yahut da o okumanın verdiği yeis ve öfkeyle ifratkâr bir yola sapacak. Aslında Türkiye’de İslamcılığın, milliyetçiliğin, solculuğun yollarının bu denli öfkeyle ve kavgayla kesişmesi biraz da hayatı siyaset üzerinden okumayı tercih etmelerindendir. Nitekim Bediüzzaman da siyasi meseleler hakkında yazdığı Yeni Said dönemi metinlerinde şu cümleyi sıklıkla kullanır: “Dünyaya bakmak beni incitiyor.”

Siyasetten dünyaya bakarsanız Allah’ı, rahmetini, hikmetini görmek zordur. Beşerin bulaşık elinin çok karıştığı bir sarhoşluk alanıdır siyaset. Elmayı ağaçtan bilen adamın siyasetten Allah’ı bulması ve Onunla teselli olması mümkün değildir. Yine Bediüzzaman’ın tabiriyle ‘eşyanın hakikatinin esma-i ilahiye’ olduğu bir dünyada, esma ile problemli bir ilişki, aynı zamanda eşyanın hakikatiyle de problemli bir ilişkidir. Böylesi bir tefekkürle hakikate ulaşmak zorlaşır. Muvazeneler bozulur. Dünyaya siyaset penceresinden bakan ulema-i İslam’ın ifrat/tefrit yorumlarla şeriatın muvazenesine zarar verdiği de hepinizin malumudur. Kimisi masum ölümlerine de neden olabilecek intihar saldırılarına ‘caizdir’ fetvası verir. Kimisi de yabancı memleketlerde yaşayan müslümanları (hatta Gülen gibileri daru’l-İslam’da yaşanları bile) tesettürden âzâd eder. Birisi gayret-i diniye ile yapar, diğeri gayret-i dünyeviye ile. Bu noktada hem selefi, hem modernist İslam okumalarının dünyaya siyaset penceresinden bakan müslümanların kapıldıkları okumalar olduğunu söyleyebiliriz.

Bunları hatırlayınca, hem Kur’an ve sünnetteki, hem de onlardan ders almış Risale-i Nur müellifinin metinlerindeki esma tedrisi daha bir başka görünüyor gözüme. Hayat siyasetten ve siyasette yaşanan acılardan, savaşlardan, kavgalardan ibaret değil. Fakat siyaset, hayata ‘güzel görme’ ve dolayısıyla ‘güzel düşünme’ yeteneklerimizi körelterek bakmamıza sebep oluyor. Bugün Filistin’deki, Suriye’deki, Doğu Türkistan’daki, Mısır’daki olaylara bakıp, değil kalbindeki imanın selametine, aklına mukayyet olması zor bir müslümanın. Müslüman adlarının sıkça terörle birlikte anılmasında veya müslüman hamiyetinin şiddete (çeşitli örgütler eliyle) saptırılmasında bu okumanın payı yok mudur? Bugün Kürtler ve Türkler arasındaki gerginliğin bile gözlerin sürekli siyaset üzerinde olmasıyla bir ilgisi var. Çünkü hem Kürt, hem Türk tarafı analizini yaparken anahaber bültenlerine ve verilerine bakıyor. Komşusu, akrabası, iş arkadaşı olan Kürdün/Türkün kendisiyle yaşadığı ilişkiye bakmıyor. Tıpkı kırtasiyede çalıştığım günlerde yanımda Kürtler hakkında kem kelamlar eden ülkücü bir arkadaşa: “Ben de Kürdüm!” dediğimde verdiği cevapta olduğu gibi:

“Ya sen onlar gibi Kürt müsün?”
“Onlar nasıl Kürt?”
“Haberlerdeki gibi işte…”

Bugün bu soruyu yalnızca Türklerin değil Kürtlerin de yanıtlaması gerekiyor. Siyaset üzerinden veya Suriye’de kurulacak bir Kürt devletine Türkiye’nin müsaade edip etmemesi üzerinden bir kardeşlik analizi, Kur’an’ın istediği kardeşlik analizi mi? Kardeşlik sadece bir devlet meselesi mi? Yok mu içimizde İmam Ali (r.a.) gibi civanmert ki; savaşta karşı tarafta kalan müslüman için bile ‘Onların şehitleri de cennetlik…’ diyebilsin. Sözün özü: Ne Türkler ne de Kürtler haberlerdeki gibi değil. Oradan okursanız göremezsiniz. Onları birebir insan ilişkilerinde okumayı tercih edin. Ve bununla amel edin. Siyaset üzerinden okumalar hepimizi kandırıyor. Bediüzzaman, İçtihad Risalesi’nde bu zamanın içtihadını tehlikeye sokan öğelerden birisinin ‘nazarların siyasette ve dolayısıyla arzî olması’ olduğunu belirtiyor. Peki, bizler, nazarları sürekli siyasette olanların yorumlarına neden bu kadar güveniyoruz?

Ahmet Ay