Hazine Sandığının Üzerinde Dilencilik Yapan Biçareler

Merakınızı öldürmeyin, merak ilmin hocası meraksızlık ise irfanın hocasıdır. Çünkü her şeyin Allah’tan olduğunu bulmuş o yüzden merak etmiyor. Biraz bilimin kökünden, bu günkü tabirle etimolojiden konuşalım. “İletişim” İngilizcedeki karşılığı “communication” Osmanlıcada karşılığı münakale, muvasala, irtibat, müdavele. Bir değil dört kelimeyle anlatılıyor.
Arapça “sanat”,” yapmak”, demek. “Suni” de “yapay” demek aynı kökten. Latince “ars”, Almanca “kunst” kökü bilmekten geliyor. Fransızca “sağ taraf”,” droit” demek aynı zamanda hukuk anlamına geliyor, burada bir hikmet olması lazım, neden? Çünkü eski Yunan ve Latin kültüründe sol taraf şerdir, şeri temsil eder. İngilizcede “sinister;”,”solundaki”, demek aynı zamanda “uğursuz, kötü niyetli, fesat” anlamına geliyor. İngilizcede “rigt”,”sağ”, demek, aynı zamanda “hak” anlamına geliyor. Bu kavramlar iki bin yıllık kavramlardır, atmamışlar.
İngilizcede altı yüz elli bin kelime var, sadece yüzde onu öz İngilizce, yüzde doksanı başka dillerden aldıkları kelimeler, atmaya kalksa kavram kalmaz, dil kalmaz. Uyanmamız lazım dilleri yaratan Allah’tır, dil mantığı insanın kurgulayacağı bir mantık değildir. “İnsanı yarattık ve ona esmayı öğrettik” buyuruyor Kuranı Kerim, bunun içinde dillerde mutlak vardır elbet. Çincede kelimeler sembollerle anlatılır malum.
İnsan; Toprak, nefes, yürüyen adam ve can, bu dört sembol birleşimine insan diyorlar. Her şeyin her şeyle ilgisi vardır, çünkü her şeyin Allah’la ilgisi vardır. Maksadın Cenabı Hakkı tanımaksa her şeyle alakadar olman lazım. Araya çevirmen girdiğinde çevirmenin zekâsıyla sınırlısın, ne anladıysa onu yazdı. Oysa lisanların mütekabiliyeti tam değildir. Aşkı nasıl anlatacaksın, İngilizcede love, köpeği severken de love, kadını severken de love, makarnayı severken de love. İbni Cevzi altmış iki tane aşk la ilgili kelime sayıyor.
Nobranlık, boş özgüven, sokaklarda insanların atar yapması, kimsenin kimseyi önemsememesi. Hiçbir bekrauntu, birikimi olmamasına rağmen bu özgüveni nerden kazandılar? Hayatı kestirmeden yaşıyoruz, fest food sadece beslenme biçimimizi değil, sevme, ilişki biçimimizi de belirliyor, her şey çok hızlı. Biri geliyor -Hayatında biri var mı? – Yok – Ben senden hoşlanıyorum benimle çıkarmışın, evet veya hayır. Çünkü her ikisi de latif değil, o ince latif kelimelere ihtiyaç duymuyorlar, büyük oranla hayvani güdüyle yaklaşıyorlar birbirlerine.
Önceden hanımefendiler hanımefendi, beyefendilerde beyefendiymiş. Seni seviyoruma gelmeden evvel muhabbet lazım, yüzlerce kelimeye ihtiyacı var, aşama aşama olacak, her iki tarafta da arada münasebetsizlik telaki edilebilecek bir şey sadır olmasın. Bizim bu kelimelere bu gün aslında ekmek su gibi ihtiyacımız var ama, bu donanımla ihtiyacımız yok, çünkü adam yüz kelimeyle, ben işimi görüyorum diyor. Asıl soru, bu dünyada işin ne? Bu kelimelerle ne iş yapacaksın? Bir kızımı tavlayacaksın yoksa Cenabı Allah’ımı anlatacaksın, Peygamberimizi mi anlatacaksın? Bir medeniyeti mi inşa edeceksin.
Aslında bu mahrumiyet hali, çoraklık hali. Bizi bu hale şu getirdi bu getirdi. Kimseyi suçlama, ben kendim yapmayacaktım de. İşi başka yere çekmeden konuşalım, mesela “muhafazakâr” kelimesini doğru yerde kullanmıyoruz. Mümin muhafazakâr olamaz, Mümin’in muhafaza edeceği birkaç şey var, imanı, namusu, canı, geri kalan değişebilir. Mimar Sinan’ın aynı yıl içerisinde yaptığı iki camii bir birine benzemiyor, yani bir yıl içinde bir yaptığını tekrar etmiyor. Kulluk, ahlak, yenilenme hepsi Mimar Sinan’da var. Mimar Sinan büyük adamdı demek bize bir şey katmaz, bunda bize bir ders var, geçmişe öyle bakmayı alışkanlık haline getirmek gerekir. Mimar Sinan her şeyden önce iyi bir kul idi, kulluğunu nerden anladık? Kendini yeniliyor, ölene dek yaptığı camiler hiçbiri birbirine benzemiyor ve çok mütevazı bir adam, Süleymaniye külliyesinin alt sokağında kendine küçücük bir kabir yapmış, üstü açık, oysa padişahlara, oğullarına, kızlarına, gelinlerine devasa kabir yaparken kendine mütevazı bir kabir yapmış Süleymaniye’nin projelerini yaptığı mekân on yedi metre kare iki metrekaresi de çilehane gibi ayrılmış.
Bu günkü yoksunluğumuz olmadığı için gelmiyor, var olanı yokmuş gibi davranıyoruz o yüzden kaynaklanıyor. Abdülhamit zamanında basılan kitap listesi merak eden var mı? Pdf olduğu için yazamıyorum. Osmanlı bir şey üretmedi deniliyor, hayır! Yıkılırken bile eğitim düzeyi çok yüksekti, o dönemde üniversiteden mezun olan biri en az üç dili şiir okuyacak kadar biliyordu, şimdikiler o zamanın nesi olurdu acaba? Bunu ecdatçılık yapalım diye değil, bir şey alalım buradan, nedir o? Adamlar güçlerini kaybetse bile bilgiye önem vermeye devam etmişler.
Geçmişten ibret alalım, hazinenin üzerinde oturuyoruz, arada bir açıp bakalım içinde ne var. Hazine sandığının üzerinde dilencilik yapan biçarelere döndük. Aşkı veren Allah’tır, aşkın kaynağı Allah’tır, bilgininde kaynağı Allah’tır, tevhit bunu gerektiriyor, Allah bilgiyi talep edene veriyor. İkinci şuada Bediüzzaman Hazretleri bu konuyu mükemmel bir şekilde izah etmiştir. Bir yavruyu memeler musluğundan besleyen Allah, yeryüzündeki bütün yavruları besleyen de Allah, bir hastaya şifa veren Allah, yeryüzünü bir eczane yapıp tüm hastalara şifa veren yine Allah, en cüzü ihtiyaca cevap veren Allah, insanın ebet isteğini de cevap veren yine Allah. Küllde ihata edemezsin göremeyebilirsin ama cüzde görürsün. Tevhid ve vahdette cemali ilahi ve kemali Rabbani tezahür eder. Eğer vahdet olmazsa o hazinei ezeliye gizli kalır çünkü bahai rahmani cemali samedani ancak vahdet aynasından vahdet vasıtasıyla şecerei hilkatin nihayatındaki cüziyatın temerküz eden cilvei esmada görünür.
Bu bana nerede lazım olacak? Bana para, kariyer getirecek mi? öyle düşünmeyeceksin. Bu beni Allaha götürsün istiyorsan sana her bilgi lazım. Uyanık ol, ne yaparsan yap, ister sinemaya git ister şiir yaz, bağlayacaksın nereye? Allah’a rapt edeceksin ki kıymet bulsun. Elvis Presley’in yatak çarşafı, bardağı ona raptedilince sıradan olmaktan çıkıyor, müzayede de binlerce dolara satılıyor. Sende kendini Allah’a rabt etmelisin. Meseleden tamamıyla kopmuş bir gurup var Allah hidayet versin, meseleye vakıf olduğunu zannettiğimiz insanlara ne demeli?
İslam’ın ilmi var, sosyolojisi var, düşüncesi var, sanatı var, güzelliği var, bütün bu bilgileri hale dönüştürmek lazım, kuru bilgiyi gezdir gezdirebildiğin kadar, eğer İslam sende bir hale dönüşmemişse bir hal peyda olmamışsa büyük sorun. Şimdiki münevver diye tabir ettiğimiz insanların temel antikabı bu olabilir mi? Bakıyorsun adam sana sabaha kadar siyer anlatıyor, program bittiği andan itibaren adam başka bir şeye dönüşüyor. Dini yaşayışımız ve anlatışımız içi boş, oysa din ahlakla kendini gösteren bir şey, konuştuğunun hayatında yeri olmazsa öbürlerinden farkımız kalmaz.
Maksudumuz Allah olmalı, Müslümanlar yüz yıl önce Allah diyorlardı, şimdi İslam diyorlar. Allah’ı bir kurumun ismiyle anıyoruz, yön Allah’tan sapınca İslam’da yolunu şaşırıyor. Anayasamız Kuran diyorsan her ikisini de bilmen lazım. Anayasa, aristokların halkı çekip çevirmeleri için kendi aralarında yaptıkları kontratın adı, halkla alakası yok. Demokrasinin beşiği denen İngiltere’nin yazılı bir anayasası yok. Zenginlerle kraliyet var, halk sözde var. Amerikan anayasasını halka sunmadılar, demokratik dediğimiz çoğu ülke anayasasını halka sunmuş değil, sorsan halkla yapılan mukavele denir. Hakim sınıfın kendilerini meşrulaştırmasıdır, böyle bir oyunun sonucu olan bir anayasa terimini Allah’ın Kuran’ıyla bir tutamazsın, Kuranı Kerim bir metin değildir, ayet numaralandırma bile İncil’den alınmadır, bizde o surenin adı vardır numara ile tanımlanmaz.
Peygamberimiz senin borçlu olduğun zat, Allah’ı sana tanıtan zat. Allah’ı tanımak insan olmanın ön şartıdır. İman, insanı insan eder, belki insanı sultan eder. Öyle ise, insanın vazife-i asliyesi, iman ve duadır. Yön şaşınca yolda şaşıyor. İmmanuel Kant Allah diyormuş, Kantta Allah fikri olmaz, olsa olsa tanrı olur Allah fikri Müminde olur. Latincede bir atasözü vardır Traduttore traditore (çeviri ihanettir), meal ile hiçbir şeyi tam anlayamayız, ancak her bir kelimenin muhtevasını içine alan tefsirlerden öğrenilebilir.
Kulun iç içe üç özelliği vardır, doğruluk, iyilik, güzellik. Güzeli güzel yapmak gerekli, sadaka vermek doğru ve güzel bir şey ama karşı tarafı rencide etmeden yaparsan güzel olur. Doğru, sık sık vurgulanıyor, doğru olalım, doğru işler yapalım, ama güzeli vurgulayan kimse yok. Adam beş vakit namaz kılıyor, seccadeyi kaldırıyor, diğer insanlardan farkı yok. Metrobüsteki kadına bu etek böyle giyilmez denir mi?
Doğru yaptın belki ama, doğruyu güzel yapmadın. Vaiz cemaate dönmüş, -Şu kılıklarınıza bakın, şu halinize bakın, Ayşe annemize, Fatıma annemize, Hatice annemize benzemiyorsunuz. İyide vaiz efendi sen bu tavırla, bu tebliğ şekliyle, bu üslupla Resullullah’a benziyor musun? O doğruları böyle mi anlattı. Bilgili olanlarımız artsa da ahlakta gerideyiz vesselam.
Kullukla işimizi ayırdık, ders başka kulluk başka dedik, müzik başka, kulluk başka dedik doğru demedik. Cem Karaca ilahi yazdı, söyledi. Oysa dergâhtaki müritlikle devlet dairesinde memur olmak arasında fark olmamalı, aynı hassasiyet orada da gösterilmeli. Kalıpçılıktan çıkmak gerekli Arapça ’da hasene; güzel ve iyi demektir, ikisi bir arada, sıdk ta aynı şekilde, hem doğru hem güzel demek. Doğrumu- güzel mi- iyi mi- yapıyorum? Bu soruyu kendine sor, ahlak böyle olgunlaşır. Ahlak dirençle elde edilir, kimseye hediye edilen bir şey değildir o.
Çetin KILIÇ
Kaynaklar; Risalei Nur Külliyatı. Bekir Develi, Savaş Barkçın sohbeti.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: