Hem korkmayınız, RİSALE-İ NUR yasak olmaz!

Haftalardır genelde sosyal medyada olmak üzere bir kısım medyada “Risale-i Nur yasaklanıyor” diye etrafı velveleye verip sözüm ona Nur risalelerine sahip çıkma gayretkeşliğinde yarışa girdiler. Halbuki bunlardan bir kısmı Risale-i Nuru sadeleştirme adı altında tahrib ve tahrif edenleri ve muharref kitablarını çarşaf çarşaf yayınlıyor, Risale-i Nur’un aslından hiç bahsetmiyor. Bediüzzaman’ın kendi kitaplarında vekil ve varis olarak tarif ve takdim ettiği ağabeylerin ısrarlı feryatlarını duymazlıktan geliyor. Hatta bu ağabeylerin büyüklerine yazdıkları mektubu da buyüklerine ulaştırmak yerine “neşriyatla ilgili yetkili kişi filanca kişidir isteyen onunla görüşsün” diyerek ağabeyleri sıradan bir insanla görüştürmek suretiyle, itibarsızlaştırmak ve önemsizleştirmek gayretinde idiler. 

Peki ne oldu da şimdi, eskiden “pir-i mügan” (en yaşlı meyhaneci, saki) olan Bediüzzaman’a şimdi “Üstadımız” demeye başlamış ve “imdat Risale-i Nur yasaklanıyor”, “uyanın ey ümmeti muhammed” diye feryada başlamışlardır? 

Evet artık hem bu soruların cevabını hem de gerçekten ne oluyor bunu irdelemek lazım. Risaleler yasaklanıyor mu? sorusunun bendeki bilgilerle cevabını vermeye çalışayım.

Öncelikle şunu söylemem lazım; ben Üstadıma tam güvenmişim ve bu güven ile Üstadımın her dediğine bila tereddüt “sadakte ya üstazi” diyorum. Madem ona güveniyoruz onu dinleyelim. 

“Hem korkmayınız, RİSALE-İ NUR yasak olmaz; Hükümet-i cumhuriyenin meb’usları ve erkanlarının ellerinde mühim risaleleri ik-üçü müstesna olarak serbest geziyorlardı. Inşaallah, bir zaman hapishaneleri tam bir ıslahhane yapmak için bahtiyar müdürler ve memurlar, o nurları, mahpuslara, ekmek ve ilaç gibi tevzi edecekler.” 

Evet sadakte ya Üstadım. İşte bugün aynen buyurduğun gibi hapishanelerde “ekmek ve ilaç gibi” dağıtılıyor. Fakat kendilerini cam fanusa hapsedenler elbette göremezler. İşte Üstad da onlara “Ey Paşa! Başit başında buz tutu. Görmediğin şeyi inkar etme. Her şey senin malumatında münhasır değildir, vesselam!” diye 80 sene öncesinden sesleniyor. 

Farz-ı muhal olarak diyelim ki bu hükümete güvenmiyorsunuz, diyelim ki bu hükümet risalelere düşman, yine yasaklayamaz. Önce Üstadımıza güvenmeyi, teslim olmayı ve anlamayı öğrenmeliyiz. Şimdi bazıları “senden mi öğreneceğiz” diye sölyeniyorlardır; hayır Risale-i Nurdan hep birlikte öğreneceğiz.

Gelelim asıl konumuza; dünyanın en önemli eserlerinin başlarında olan Risale-i Nur ortada sahipsiz kalınca ve müellifinin muhtelif mektup ve tahşidatına rağmen, herkes sanki kendileri yazmışlar gibi sayfalarında diledikleri gibi kalem oynatmaya başlayıp olan olmayan mektupları istedikleri yerlere koyup istediklerini çıkarmaya başlayınca, hele hele birileri, bilerek, kasten ve taammüden tahrif ve tahribe başlayınca, yürekleri, vicdanları kalbleri ‘cız’ edenler, yapılan vicdansızlıktan dolayı uykusu kaçan ve yüklendikleri ağır vekalet ve veraset sorumluluğunun altında ezilenler, yani derdi olan, dert çekenler ve bütün feryatlarına rağmen, seslerine, vicdansız tahrifat, tahribat ve tezviratçıların kulak tıkadığı, o mübarek zatlar son olarak hükümet erkanından yardım istemek mecburiyetinde kalmışlardır.

Çok şükür ki Risale-i Nur büsbütün bozulmadan müellifinin istediği doğrultuda gerekli tedbirler, olabildiğince, yani gövdenin içindeki kurtlara ragmen sağlığına hukuk içinde kavuşmak üzeredir. Peki bu nasıl olacak? Burada konular biribirinden kopuk olduğu için maddeler halinde sıralamaya çalışacağım. 

1-Üstadımızın vekil ve varisleri hükümetten bu yıkım faaliyetlerinin durdurulması için yardım talebinde bulununca, Kültür Bakanlığı nezdinde bir çalışma başlatılmış ve nüsha birliği ile birlikte neşir yetkisi için son aşamaya gelindiği bir sırada, biri sanırım 1987’de diğeri de ondan bir kaç yıl sonra o zamanki Yargıtaydan çıkarttıkları “Bediüzzaman’ın talebeleri onun resmi vekil ve varisleri değiller” kararıyla farklı bir durum ortaya çıktı. -Ki, bunların ikisi de risaleleri içinde bir sürü ekleme ve çıkarmalarla neşreden yayınevleridir. Düşününki kaç sene once Yargıtaya dava açıp kazanıyorlar. Ve dikkatle takib ediyorlar. Son anda getirip o mahkeme kararlarını Kültür Bakanlığına ibraz ediyorlar. Tabi yetkilendirme işi olamıyor.

Çünkü evet Risale-i Nurda Üstadımız bu ağabeylere yetki ve vekalet veriyor ama kanun noterden vekalet istiyor.

2-Herkesin çok konuştuğu bandrol ve telif eserleri, mülkiyet haklarını kapsayan, fikri, sınai haklar kanunu var ve bu eserler bu kanunun kapsamı içerisindedirler. Bu eserlerle ilgili herhangi bir işlem yapılması için, hem nesebi varisler ve hem de bizim manevi dediğimiz, kanunun atanmış dediği varislerin hepsinin toplanıp bir arada müracaat etmeleri lazım. Bunu da maalesef farklı endişe ve mülahazalardan dolayı sağlanamadığından istenen karar çıkarttırılamıyor. Zira kanuna göre hak sahipliği iddia etmek için müellifin bütün yasal varisleri bir arada müracaat etmeleri lazım. Hatta bu yapılan tahrifat ve tahribata engel olunamamasının tek sebebi hak sahiblerinin belli olmamasındandır. Eğer hak sahibi belli olsa idi hemen mahkemeye müracaat edilerek eserin değerinin kaybedildiğini, itibarsızlaştırıldığını iddia ederek hem maddi hem de manevi tazminat ve ceza davası açmak ve yapılan sahteleştirmeyi durdurmak mümkün olacaktı.

3-Hak sahibi belli olmayınca vatan ve devlet kültürü için değerli ve önemli sayılan eserlerde devlet otomatik olarak, kültür varlıklarını koruma kanunu kapsamında hak sahibi olmakta ve kendince değerli gördüğü eserleri koruma altına almaktadır. Dolayısı ile yeni çıkarılan torba kanunda sadece Risale-i Nur değil daha bir çok telif eser hakkı mevcuttur. Bunların arasında müellifi bilinmeyen, ya da varisi olmayan veya varisleri anlaşamayan birçok kitab ve müzik eserleri de mevcuttur. Zamanla telif edilmiş fakat bir şekilde yayınlanmamış fakat “memleket kültürü için öneme haiz” eserler var. Bunlarla birlikte mesela Vahdettinin kızının bestelediği çok güzel bir salat-u selam varmış bu güne kadar bu sebeplerden dolayı yayınlanamamış. Bunun gibi memleket kültürü için faydalı görülen yüzlerce eser var.

4-Peki çıkarılan kanunla koruma altına alınan Risale-i Nur bundan sonra basılamıyacak mı? Elbette basılacak, kanun komisyondan geçmiş, önümüzdeki hafta da meclis genel kurulundan çıkınca altında şu ibare yazılır. “Bunu bakanlar kurulu yürütür.” Bakanlar kuruluna gelince, kurul yönetmelik taslağını hazırlayıp Diyanet’e gönderecek. Tabi burada herkesin aklına aynı soru geliyor. “Tamam bugün basılacak da yarın bu hükümet, bu diyanet yok diyelim, ne olacak?” Şimdi bu soru senin benim aklıma geliyor da bu büyük olayı takib edenlerin aklına gelmedi mi? Hüsnü Bayram ağabey, Abdullah Yeğin ağabey bu yaşlarına rağmen onlarca defa Ankara’ya gidip geldiler. Onun da tedbirini elbette aldılar. Şu anda ağabeylerin kontrolünde Diyanet’e verilecek nüsha çalışması yapılmakta, İnşaallah 1-2 hafta içinde Diyanet’e teslim edilecek ve bundan sonra bütün Risale-i Nur Diyanet tarafından basılacak. “Peki bu bağıranlar ne olacak” derseniz onlar da basacak. Diyanet sadece tesbit edilen metin ve kompozisyonun orjinalliğini muhafaza noktasında kontrolü sağlayacak.

Üstadımızın iki noktada tahşidatı var bunlar da tamamen sağlanmıştır. 

1-Risale-i Nurun sıhhati
2-Tayinat.

Aşağıda Üstadımızın Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki Hazretlerine yazdığı mektubu okuyunca göreceksiniz ki Üstadımızın vasiyeti aynen bitamamiha yerine getirilmiştir. Tabiki ilk başlarda 50 yılın alışkanlığının yıkılması güç olacaktır. Fakat ben yine bu eserlerde Hz. Ali nin (r.a) ve Üstadımızın tasarrufunun devam ettiğine inanıyorum. İnşaallah her şey çok güzel olacaktır. Eğer Üstada hak ettiği gibi inanıyorsak; “Ümitvar olalım zira Şu istikbal inkilabatı içerisinde en yüksek gür seda islamın sedası olacaktır.”

SAADET VE MUHABBETLE KALINIZ

Afyon hâdisesi başlamadan evvel Diyanet İşleri Reisi Ahmed Hamdi, Said Nursî’den iki takım Risale-i Nur eserlerini; bir takımını Diyanet İşleri Kütübhanesine koymak, bir takımını da şahsına alıkoymak için istemişti. Fakat hapis hâdisesi çıktı, gönderilemedi. Üstad, hapisten sonra Emirdağ’a geldiği vakit, evvelce hazırlanan iki takımı tashih ederek Ahmed Hamdi’ye gönderdi ve aşağıdaki mektubu kendisine yazdı:

Muhterem Ahmed Hamdi Efendi!
Bir hâdise-i ruhiyemi size beyan ediyorum: Çok zaman evvel zâtınız ve sizin mesleğinizdeki hocaların zarurete binaen ruhsata tâbi’ ve azimet-i şer’iyeyi bırakan fikirlerine, benim fikirlerim muvafık gelmiyordu. Ben hem onlara, hem sana hiddet ederdim. “Neden azimeti terkedip ruhsata tâbi’ oluyorlar?” diye Risale-i Nur’u doğrudan doğruya sizlere göndermezdim. Üç-dört sene evvel kalbime size karşı tenkidkârane bir teessüf geldi. 

Birden ihtar edildi ki:
“Bu senin eski medrese arkadaşların olan başta Ahmed Hamdi gibi zâtlar, dehşetli ve şiddetli bir tahribata karşı “ehven-üş şer” düsturuyla bir kısım vazife-i ilmiyeyi, mukaddesatın muhafazasına sarfedip, tehlikeyi dörtten bire indirmeleri, onların mecburiyetle bazı ruhsatlarına ve kusurlarına inşâallah keffaret olur” diye kalbime şiddetle ihtar edildi. Ben dahi sizleri ve sizin gibilerini, o vakitten beri yine eski medrese kardeşlerim ve ders arkadaşlarım diye hakikî uhuvvet nazarıyla bakmağa başladım. Onun için benim bu şiddetli tesemmüm hastalığım vefatımla neticelenmesi düşüncesiyle, Nurlara benim bedelime hakikî sahib ve hâmi ve muhafız olacağınızı düşünerek ve üç sene evvel sizin ısrarla bir takım Risale-i Nur’u istemenize binaen vermek niyet etmiştim. Şimdi hem mükemmel değil, hem tamamı değil, Nur şakirdlerinden üç zâtın onbeş sene evvel yazdıkları bir takımı sizin için, şiddetli hastalığım içinde bir derece tashih ettim. Bu üç zâtın kaleminin benim yanımda on takım kadar kıymeti var. Senden başka bu takımı kimseye vermeyecektim. Buna mukabil onun manevî fiatı üç şeydir:

Birincisi: 

Siz -mümkün olduğu kadar- Diyanet Riyaseti’nin şubelerine, mümkünse eski harf, değilse yeni harf ile ve has arkadaşlarımdan tashihe yardım için birisi başta bulunmak şartıyla, memleketteki Diyanet Riyaseti’nin şubelerine yirmi-otuz tane teksir ederek göndermektir. Çünki haricî dinsizlik cereyanına karşı böyle eserleri neşretmek, Diyanet Riyaseti’nin vazifesidir.

İkincisi: 

Madem Nur Risaleleri medrese malıdır. Siz de medreselerin hem esası, hem başları, hem şakirdlerisiniz; onlar sizin hakikî malınızdır.

Üçüncüsü: 

Tevafuklu Kur’anımız mümkünse fotoğraf matbaasıyla tab’edilsin ki, tevafuktaki lem’a-i i’caziye görünsün.

Said Nursî 

(Tarihçe-i Hayat-615, Sekizinci Kısım (Isparta Hayatı)

Abdurrahman Iraz

Risale Haber