Her İnsanın Fıtri Kabiliyeti Ameli Gerektirir

         Bütün insanların maddi ve ma’nevi varlıkları : Rızk ve maişetleri peşine onları sevk edecek fıtri bir kabiliyet varlıkları mevcuttur. Başka bir tabirle, bu vücuda faydalı şeyleri cezb ve celb eden kuvve-i şeheviyedir. insanın ruhu bir an olsun başka tesirlerden boş kalırsa, onun fıtri kabiliyeti ile, derhal nefsinden soru sormaya başlar. Eğer insan hislerine uymayan ruhunun sesini işitse aslȃ ahiret amelini bırakmaz. Derhal var gücüyle ahiret yurdunun tamir edilmesine çalışır. Ve ahiretini asla terk etmeden dünyasına çalışır. Bundan dolayı Ulema: “İnsanın içindeki fıtri kabiliyeti ona ahiret için mutlaka çalışmasını emreder.” Demektedirler. Hukema-i İlȃhiyyȗndan bir çoğu bu sesten  bahsetmektedir.

         İnsanda nefis ve ruh olmak üzere, bedende görünmez ve tutulmaz,  tasarruf eden iki kuvvet bulunmaktadır. Nefis maddeden bir an alakasını keserse, Ruh insana bu dört soruyu sorar: Sen nereden geliyorsun? Ne için bu dünyaya gelip beden kafesine girdin? Nereye gidiyorsun.?”

         Bu soruların cevabından aciz olan nefis başlangıçta münakaşaya başlasa da, bu soruların cevaplandırılmasından kaçar. Çünkü nefis madde ȃleminden yaratıldığı için manayı kavramaktan acizdir. Şu hayatın debdebesi ona süslü göründüğü gibi, o da madde hayatını ruha süslü püslü göstermek ruhun bütün dikkatını maddeye celbetmekle onu aslından uzaklaştırmak ister.

         “Kadınlara, oğullara yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma kendini güzel atlara (bineklere, deve, sığır, koyun ve keçi gibi) hayvanlara, ekinlere olan ihtirskȃrȃne sevgi, insanlar için (nefislerine) bezenip süslenmiştir. Bunlar dünya hayatının birer faydasıdır. Nihayet Allaha dönüp varılacak yerin (cennet) bütün güzelliği o’nun üzerindedir.”Ali imran Süresi) mealinde ki Ȃyet-i Kerime, nefsin bu fıtri kabiliyetlerine işaret etmektedir. Yani nefis ruhu, şehevȃni kuvvetle, şöhret, servet ve riyaset gücü ile aldatır. Aldatmak için de Ȃyette zikredilen şeyleri süslü püslü gösterir. Çünkü Allahu teala da bunları en güzel biçimde yaratıp hazırlamıştır.

          Ancak nefis dünya debdebesinin ebediliğine inanır. Nefis bu istek ve arzularını izhar edince, ruh da nefse yönelir. Ve şöyle der: “Nereden geliyorsun?” sonra ona anlatır: “Sende bu kainatla beraber yokluk ȃleminden geliyorsun. O halde kim seni yarattı? Kim seni yarattı ise O seni öldürecek ve sende ister istemez onun huzuruna gideceksin. Öyle ise O’na dön. varacağın yer için hazırlık yap. Bu gördüğün dünya, madde ve sıfatıyla muvakkattir. Sende muvakkatsin. Öyle ise seni memur kılan Allah’a dön.” Nitekim Ȃyeti Kerimede bu mana şöyle tasrih olunmaktadır.

“O halde (Habibim) Sen bir muvahhid olarak yüzünü dine, Allahın fıtratına tam çevir. Zira O insanı bunun (fıtratın) üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratması başka bir şeyle değişmez ve bu (doğuşta mevcut fıtrat) dimdik bir dindir (kanun ve nizam), fakat insanların çoğu bunu sezmemektedir.”  (S: Er-Rum 30)

         Nitekim Hadis-i Şerifte de bu mana Şöyle açıklanmaktadır: Her doğan çocuk ancak İslam fıtratı üzere doğar (dünyaya gelir). Bundan sonra annesi ve babası onu yahudi veya Nasrȃni, veya mecȗsi yapar. Nitekim hayvanda dapa sağlam derli toplu bir mahluk olarak olarak dünyaya geliyor, onda hiç bir kesiklik görür müsünüz?” buyurulmuştur.

Nasılki insanın kabiliyetinde konuşmak, düşünmek rızk temin etmek bulunuyorsa, öyle de Allahı bir bilmek ve kainatın hȃdis (yokmuş, sonra onu Allah var etmiş) oluğunu bilmek kabiliyeti de insanda mevcuttur. Ne fayda ki, insi ve cinni şeytanlar onu bu kabiliyetten uzaklaştırır.

Paylaşan Abdülkadir Haktanır