Huzeyfe Bin Yeman (r.a.) Kimdir?

Huzeyfe(ra) Medine’de doğdu. Babası Hisl bin Cabir, annesi de Rebab bint Ka’b’dır. Ensardandır. Künyesi, Ebu Abdullah Huzeyfe bin Hisl (Huseyl) bin Cabir şeklindedir. Baba-oğul Bedir Savaşı’ndan önce Müslüman oldular. Bedir Savaşı’na katılamadılar. Çünkü savaşa katılmak üzere yola çıkarken Müşrikler tarafından yakalandılar. Huzeyfe(ra), Bedir Savaşı dışında kalan diğerlerinin hemen hepsine katıldı. Babası yaşlı olmasından dolayı ordu ile birlikte gitmedi ancak, Allah yolunda cihada katılmak arzusu ve Uhud’dan gelen haberlerin de etkisiyle daha fazla dayanamayarak savaş meydanına hareket etti. Savaşa katıldıktan sonra hiç farkına varmadan Müşriklerin arasına karıştı. Akabinde yanlışlıkla müşrik zannedilerek Müslümanlar tarafından öldürüldü ve şehit oldu.

Huzeyfe(ra), gerek savaşlarda gösterdiği kahramanlık ve gerekse sair zamanlardaki örnek davranışlarıyla gönüllerde taht kurdu.  Hz. Ömer(ra)’in “Ben, Allah’tan Ebu Ubeyde, Muaz bin Cebel ve Huzeyfe bin Yeman gibi mücahitler isterim” buyurmuştur.

 Huzeyfe(ra), Peygamber Efendimizin (sav) kâtipliğini de yaptı. Üstün meziyetleriyle her zaman güven verdi. Peygamber Efendimiz, bir defasında, “Benden sonra size bir şahsı halife tayin edebilirim, fakat siz ona itaat etmezseniz azaba çarpılırsınız. Ancak, Huzeyfe ne söylerse onu tasdik edin, söylediklerini kabul edin“buyurdu.

Resulullah (sav)’ efendimizin sır arkadaşıydı .“Kıyamet gününe kadar olmuş olacak şeyleri Resulullah(sav) bana haber verdi.” diyordu Hz. Ömer, işte bu özelliklerinden dolayı Huzeyfe(ra)’yi yakından takip etti. Fitneler ve münafıklar konusunda sürekli düşüncelerine başvurdu. Özellikle cenaze namazlarında onun olup olmadığına dikkat etti. Gittiği cenaze namazında eğer Huzeyfe(ra) yoksa o da namaza katılmadı.

ay tutulmasıRisale-i Nur’da kendisinden “mühim zat ve sahabenin büyüklerinden” şeklinde söz edilmektedir.

Huzeyfe, Şakk-ı Kamer mucizesine şahit olan ve bu mucizeyi nakleden sahabelerden biriydi.

Hz. Ömer halife seçildikten sonra, Huzeyfe’yi Selmân-ı Fârisî’den boşalan Medayin valiliğine tayin etti. Huzeyfe de tayin edildikten sonra, Medain şehrine merkebinin sırtında girdi maaş olarakta sadece kendisi için doyacak kadar yiyecek ve merkebi için de yem istedi.

Şehrin imarına çalıştı, Nihavend Savaşına katıldı, Hemedan, Rey ve Dinever şehirlerini fethetti. Huzeyfe(ra) İrminiye seferi sırasında Iraklı ve Suriyeli askerlerin Kur’an-ı Kerim’i farklı kıraatlerde okuduklarını gördü.(haşiye). Bu durumun ileride karışıklığa sebebiyet vereceğini düşünerek, Hz. Ebubekir (ra) zamanında toplatılan nüshaların çoğaltılmasını ve İslam beldelerine gönderilmesini istedi.

Fitnenin evvela hak kisvesine büründüğünü, cahil kimselerin bunu hak zannettikleri ve akabinde insanları önüne katıp götürdüğünü belirtti.

Kendisine fitnenin çok olduğu yerlerin nereler olduğu sorulduğunda “İdarecilerin kapılarıdır.”buyurdu.

Huzeyfe(ra), çevresinde bulunan birine, insanların en kötüsünü öldürmesi halinde, bu duruma sevinip sevinmeyeceğini sordu. “Sevinirim,” karşılığını aldıktan sonra ona, “o zaman öldürdüğün kişiden daha kötü olmuş olursun,” şeklinde ikazda bulundu.

Allah korkusu ve Resulullah(sav)’a olan hasreti Hz. Huzeyfe’ye o kadar tesir ediyordu ki, bilhassa son zamanlarında, yani ahiret yurduna yaklaştığını anladığı sırada bu durumu iyice hissediyordu. Zaman zaman da ağlıyordu. Sordular: “Ey Peygamber dostu, neden ağlıyorsun?” Cevap verdi: “Ben dünyadan ayrı kalacağıma üzülmüyorum, aksine ölüm benim için daha sevimlidir! Lakin Rabbimin rızasına uygun olarak yaşayıp yaşamadığımı kesin olarak bilmiş değilim…”

Fâni âlemden ayrılacağı sırada ise şöyle dua ediyordu:

“İşte bugün dünyadaki son, ahretteki ilk günümdür. Allah’ım, Seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun; Sana kavuşmayı benim için hayırlı ve mübarek kıl, benim hakkımda iyi muamele et.”

Huzeyfe(ra), Hz. Ali’nin halife seçilmesinden kısa bir süre sonra 656 yılında Medain’de Hakk’ın rahmetine kavuştu. Allah ondan razı olsun.

(haşiye):Allah Resulü (sav) Efendimiz ”Cebrail (asm) Kur’an-ı bana tek lehçede okudu. O’ndan diğer lehçelerle okunmasını istedim ısrar edince başka lehçelerle de okudu. Ben daha fazla lehçede okunmasını istedim yedi harf-lehçeye kadar okudu”

Sahabe efendilerimiz çeşitli vesilelerle Kur’an-ı birbirinden farklı okuduklarını anlayınca Allah Resulu (sav),onlara bunu açık bir şekilde izah etti. Sahabeler kuranın yedi lehçelerde okumalarını sorun etmediler.

İslam coğrafyası genişledikçe Kur’an-ın daha çabuk ve kolay ezberlenmesi ve anlaşılması için yedi lehçede indiği konusu insanlara yeterince anlatılamadı. Farklı lehçelerde kuran okuyanlar zaman zaman tartışıyorlardı. Bir süre sonra kendi okuyuşlarının doğru diğerlerinin yanlış olduğunu söylemeye başladılar. Huzeyfe (ra) Halife Hz Osman (ra) gelerek; Ey müminlerin emri bu ümmetinde Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi kitap konusunda anlaşmazlığa düşmeden yetişip sorunu çöz” buyurdu.

Bunun üzerine Hz Osman(ra)  Kur’an’ı en güzel okuyan Zeyd bin Sabit(ra) ve en güzel konuşan Said bin As(ra)’ı görevlendirdi. Daha başka sahabelerde heyete katılarak uzun bir çalışma sonunda Kureyş lehçesine göre yedi Kur’an-ı Kerim yazıldı bunlar, Basra, Küfe, Şam gibi merkezlere gönderildi.

 Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar: Hadis külliyatı, Resulullah org, Risale-i Nur külliyatı, Çocuk sahabeler, Risaleinurenstitüsü.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: