İktisad, Hırs, Kanaat ve İhlas-1 (İktisad Risalesi 7. Nükte’nin Şerhi)

Soru: İktisad Risalesi olan 19. Lem’anın 7. Nüktesini açıklayabilir misiniz?

Cevap: Üstad Bediüzzaman bu Nükte’yi israf-hırs ilişkisine ayırmış. Şöyle diyor:

“ İsraf, hırsı intaç eder. Hırs üç neticeyi verir: ” Yani israf, insanın dünyasında hırs duygusunun uyandırır. Hırs ise insanın hayatında 3 tane neticeyi doğurur.

BİRİNCİSİ: Kanaatsizliktir. Kanaatsizlik ise sa’ye, çalışmaya şevki kırar. Şükür yerine şekvâ ettirir, tembelliğe atar. Ve meşru, helâl, az malı HAŞİYE-1 terk edip, gayr-ı meşru, külfetsiz bir malı arar. Ve o yolda izzetini, belki haysiyetini feda eder.

Haşiye-1: İktisatsızlık yüzünden müstehlikler çoğalır, müstahsiller azalır. Herkes gözünü hükûmet kapısına diker. O vakit hayat-ı içtimaiyenin medarı olan san’at, ticaret, ziraat tenakus eder. O millet de tedennî edip sukut eder, fakir düşer.

Burası ekonomist olarak bizim sahamız. Bu konuya dair Tüketim Ekonomisi ve Kalkınma isimli bir makalemi ve İktisad Risalesi Üzerine Bir Söyleşi isimli sohbet tarzı diğer yazımı gönderiyorum. Onlar sana kafi olur inşallah.

Hırsın İkinci Neticesi: Haybet ve hasarettir. Maksudunu kaçırmak ve istiskale ma’rûz kalıp, teshilât ve muâvenetten mahrum kalmaktır. Hattâ

Yâni: “Hırs, hasâret ve muvaffakıyetsizliğin sebebidir.” olan darb-ı mesele mâsadak olur. Hırs ve kanaatın te’siratı, zîhayat âleminde gâyet geniş bir düstûr ile cereyan ediyor.

Ezcümle: Rızka muhtaç ağaçların fıtrî kanaatları, onların rızkını onlara koşturduğu gibi; hayvanatın hırs ile meşakkat ve noksâniyet içinde rızka koşmaları, hırsın büyük zararını ve kanaatın azîm menfaatını gösterir.

Hem zaîf umum yavruların lîsan-ı halleriyle kanaatleri, süt gibi lâtif bir gıdanın ummadığı bir yerden onlara akması ve canavarların hırs ile noksan ve mülevves rızıklarına saldırması; da’vamızı parlak bir sûrette isbat ediyor.

Hem semiz balıkların vaziyet-i kanaatkârânesi, mükemmel rızıklarına medâr olması; ve tilki ve maymun gibi zeki hayvanların hırs ile rızıkları peşinde dolaşmakla beraber kâfi derecede bulmamalarından cılız ve zayıf kalmaları, yine hırs ne derece sebeb-i meşakkat ve kanaat ne derece medâr-ı rahat olduğunu gösterir.

Hem Yahudi Milleti hırs ile, ribâ ile, hile dolabı ile rızıklarını zilletli ve sefâletli, gayr-ı meşrû ve ancak yaşayacak kadar rızıklarını bulması.. ve sahranişinlerin (yâni bedevilerin) kanaatkârane vaziyetleri, izzetle yaşaması ve kâfi rızkı bulması; yine mezkûr da’vamızı kat’i isbat eder.

Hem çok âlimlerin[1] ve ediblerin[2] zekâvetlerinin verdiği bir hırs sebebiyle fakr-ı hâle düşmeleri ve çok aptal ve iktidarsızların, fıtrî kanaatkârâne vaziyetleri ile zenginleşmeleri kat’i bir sûrette isbat eder ki:

Rızk-ı helâl, acz ve iftikara göre gelir; iktidar ve ihtiyar ile değil.

Belki o rızk-ı helâl, iktidar ve ihtiyar ile mâkûsen mütenâsibdir. Çünkü çocukların iktidar ve ihtiyarı geldikçe rızkı azalır, uzaklaşır, sakilleşir.

Hadîsinin sırriyle; kanaat, bir define-i hüsn-ü maîşet ve rahat-ı hayattır. Hırs ise, bir mâden-i hasâret ve sefâlettir.

Bu bölümde Üstad helal rızık ile hırs arasındaki zıtlığı İlâhî bir kanun olarak gösteriyor. Hırs, bir canlıda oluşursa rızkı ondan kaçar, diyor. Yerinden kımıldayamayan ağaçlar ve çiçeklerle, her yere koşabilen ve gidebilen hayvanları kıyaslar. Hayvanlar, ağaçlara göre hırslıdır; açtır, az yaşar ve daha az yavru besler. Kanaat, helal rızkı çeken bir mıknatıs; hırs ise, helal ve kudsi malı kaçıran ve ürküten bir kabalıktır. Helal mal, kudsi bir kuştur; durursan gelir, hırs gösterirsen kaçar. Bunun sebebi, hırsın, bir şeyi kalbin içine sokması ve putlaştırmasıdır. Böyle putlaşan bir şeyi Allah nasip etmez.

Sonra hayvanlardan yetişkinlerle zayıf yavruları kıyaslar. Yetişkinler daha hırslı… Hırslı aslan, kanlı ve kirli şeyler yerken, kanaatkâr yavrusu süt gibi latif, nezih ve temiz bir gıdayla beslenir. Bu gösterir ki temiz ve nezih bir hayat, kanaat ile olur. Hırs ise, kirli bir hayatın kaynağıdır.

Sonra Üstad aptal balıkların semizliği ile zeki tilki ve maymunun zayıflığını kıyaslar. Zekâ, hırsın sebebidir, der. Buradan zekâ arttıkça, hırs arttığı için rızkın ondan kaçtığı hükmüne vararak; hırs, rahattan mahrum eder; kanaat ise hayatta rahatlığın sebebidir, der.

Sonra Üstad insanlık dünyasının tilkileri ve maymunları olan Yahudi milletini Çöl Bedevileri ile kıyaslar. Yahudilerin zengin olabilmek için yaptıkları hileler, çevirdikleri dolaplar, kurdukları faize dayalı bankacılık sistemi ile bütün dünya milletlerinden tahkir, zillet ve sefillik damgası yemesini göz önüne alıp sonra Çöl bedevilerinin fakir ama izzetli ve şerefli, onları mesud edecek imkanlarını kıyaslar. Bu durum iktisad ve kanaatta izzet, hırs ve israfta zillet ve sefalet olduğuna delil olur.

Sonra Üstad zeka ve hırs bağına değinip kendi akıl ve iktidarına güvenenleri Allah’ın tokatladığını, sıradan insanların fıtrî kanaatinin onlara servet ve zenginlik getirdiğini işler. Üstad’ın bu madde madde izahı “ Kulilâhümme mâlikü’l-mülki tü’ti’l-mülke men teşau ve tenziu’l-mülke mimmen teşau… [3] [De ki, ey Mülkün Mâliki olan Allah’ım! Sen dilediğini mülkü verir dilediğinden alırsın. Dilediğine verir aziz edersin, dilediğinden alır zelil edersin. Hayır (mal, mülk ve seçkinlik) senin elindedir. Hakikaten sen her şeyi yapabilen kudret sahibisin] âyetinin tefsiridir.

Bu tespitlerden Üstad bir kanun keşfediyor, buluyor: Rızk-ı helâl, acz ve iftikara göre gelir; iktidar ve ihtiyar ile değil…

Belki o rızk-ı helâl, iktidar ve ihtiyar ile mâkûsen mütenâsibdir (ters orantılıdır). Çünkü çocukların iktidar ve ihtiyarı geldikçe rızkı azalır, uzaklaşır, sakilleşir.

Güç ve bilgi insanda hırsı uyandıran, kişiye kendine güvenme hissi veren, Allah’a güvenmeyi engelleyen birer unsur oluyor. Bu durum maneviyatta da aynen geçerlidir. Bazı ilim ehli, zekâsına güveniyor; hakikati ben bulacağım diye hırslanıyor. Hırslandıkça hakikat perdeleniyor. Veya bazısına ise, Allah ikram ediyor. O ise, ikrama kör olup geçmişindeki cehaletli zamanlarını unutup o ilmi, Karun gibi, kendisi elde ettiğini düşünüyor. Bu noktada meleklerin Bakara suresindeki şu sözü muazzam bir tevhid, hakikat ve ilmî bir edep dersidir:    “ Sübhâneke lâ ilme lena illa ma allemtena…[4] ( Sen Sübhansın, kusursuz ve eksiksizsin! Senin bize öğrettiğin ve verdiğin ilimden başka bizde bir ilim yok ve olamaz. İlim, Senin malındır. Sen ilmi dilediğine dilediği kadar veren, verdiğinde de ilmin mülkiyetini elinde tutan Alîm ve Hakîm’sin. )

Maddi ve manevi âlemlerde kanaat, servet ve kemal vesilesidir. Hırs ise, sevgilisini küstüren bir hamakattir.

Devam edecek…

[1] İran’ın âdil pâdişâhlarından Nuşirevan-ı Âdil’in veziri, akılca meşhur âlim olan Büzürcümehr’den (Büzürg-Mihr) sormuşlar: “Neden ulemâ, ümerâ kapısında görünüyor da; ümerâ ulemâ kapısında görünmüyor. Halbuki ilim, emaretin fevkındedir?” Cevaben demiş ki: “Ulemânın ilminden, ümerânın cehlindendir.” Yâni; ümerâ, cehlinden ilmin kıymetini bilmiyorlar ki, ulemânın kapısına gidip ilmi arasınlar. Ulemâ ise; mârifetlerinden mallarının kıymetini dahi bildikleri için ümerâ kapısında arıyorlar. İşte Büzürcümehr, ulemânın arasında fakr ve zilletlerine sebeb olan zekâvetlerinin neticesi bulunan hırslarını zarif bir sûrette te’vil ederek nâzikâne cevab vermiştir.

Husrev

[2] Bunu te’yid eden bir hâdise: Fransa’da ediblere, iyi dilencilik yaptıkları için dilencilik vesikası veriliyor.

Süleyman Rüşdü

[3] Âl-i İmran suresi, 26.

[4] Bakara suresi, 34.