İletişimin Kalitesi Ve Doğallığı

Benmerkezci ebeveynlerin çoğu çocuklarına güzel kıyafetler alarak kendi beklentilerini karşılamaya, beğenilerini tatmin etmeye çalışır. Bunun için de pahalı, markalı ya da gösterişli kıyafetleri tercih ederler. Halbuki çocuk anne-babasının aldıklarını beğenmez; daha basit, daha sıradan kıyafetler giymek, herkes gibi olmak ister. Ebeveyn ise böyle bir durumda çocuğu kıymet bilmemekle, kendine verilen değeri anlamamakla suçlar.

Çocuklarda duygular, ergenlik dönemine kadar oluşur. Mutluluğu, mutsuzluğu, değersizliği tarif edemezler, ama hissederler. İçin için bir şeylerin yolunda gitmediğini, duygularının hep eksik kaldığını bilirler. Hatta pahalı oyuncaklar, markalı kıyafetler alınsa da onlara, beceremezler mutlu olmayı. Çünkü çocukların aklı bazen canı gönülden istedikleri ucuz, basit oyuncaklarda, bazen de kendine değerlice yaklaşmayı beceremeyen ebeveyninde kalır…

Sonra biraz daha büyür çocuk. Ergenlikle birlikte kendi duygularını anlamlandırmaya başlar. İçinde kocaman bir boşlukla nasıl ortalarda gezdiğini, kendini kimsesiz gibi hissettiğini, onun değil de anne-babasının isteklerinin hep öncelendiğini idrak eder.

18-19 yaşına geldiğinde ise kimsenin duymak istemediği cümlelerle çıkar anne-babasının karşısına: “Hep sizin dediğiniz mi olacak?”, “Benimle hiç ilgilenmedin ki!”, “Sen her zaman sadece kendini düşünüyorsun.”, “Benim de tercihlerim, kararlarım olduğunu kabul edin artık.”, “Sizinleyken mutlu değilim.”, “Varlığınız bana mutsuzluk, huzursuzluk veriyor.”, “Sizinle tatile çıkmak, birlikte vakit geçirmek istemiyorum.”…

Ebeveynlerin çoğu bu cümlelere tahammül edemez, çocuklarının kendilerine ihanet ettiğini, nankör davrandığını düşünür. Oysaki tüm bunlar, çocuğun geçmiş yıllarda yaşadığı olayların, hissettiği duyguların bugün dile getirilmesinden başka bir şey değildir. Bu sinyaller doğru algılanmalıdır ebeveynler tarafından.

Anne-baba günlük yaşamın koşturmacasına kendini kaptırıp çocuklarına ne kadar değer verdiğini analiz edecek vakti bulamayabilir. Böyle zamanlarda yeni tanıştıkları başka bir çocukla bilinçli şekilde değer ilişkisi içine girebilirler. Hatta kendi çocuklarına gösterdiklerinden çok nezaket ve saygıyı ona gösterebilirler.

Mesela ebeveyn eve gelen misafir çocuğa halini hatırını sorup, “Kaçıncı sınıfa gidiyorsun? Yaz tatilinde neler yapmayı planlıyorsun? Bisiklet sürmeyi sever misin?” gibi sorularla duyarlı bir iletişim kurabilir. Kendi oğlu-kızı bunu fark ettiğinde otomatik olarak kıyas yapar; “Babam benimle hiç bu kadar ilgilenmemişti. Aslında bisiklet sürmeyi ben de çok seviyorum, ama sormadı bana hiç. Yaz tatil planları hakkında benim fikrim neden sorulmuyor?” diye düşünür. Bu karşılaştırmanın sonunda çocuğun hissettiği duygu değersizliktir ve insan ancak değer gördüğü yerle aidiyet ilişkisine girer.

Dolayısıyla ebeveynler, çocukları tarafından sürekli izlendiğini, tutarlılıklarının tartıldığını, samimiyetlerinin ölçüldüğünü, yetişkinin geçmiş davranışlarıyla o anki hallerinin dikkatle kıyaslandığını unutmamalıdır.

Değersizlik hissi söz konusu olduğunda kişinin ilk kontrol edeceği şey iletişimin kalitesi ve doğallığıdır. Bu ister sözlü ister sözsüz olsun. Çocuk onunla kurulan iletişimin içinde arar kendi değerini. Bunu bilinçli şekilde yapmaz asla. Sadece onunla iletişim kurulduğunda karşıdan gelen sinyaller çocuğun içinde uyandırır değerlilik hissini. Duygular harekete geçtiyse kaliteli iletişimden söz edebiliriz ancak. Buna ebeveynin değil, çocuğun penceresinden bakmak gerekir. Anne-babanın değil, çocuğun ne hissettiği önemlidir.

“Dünyanın en değerli varlığı benim çocuğum.” diyen bir ebeveyn, eğer bu hissi oğlunun-kızının içinde oluşturamamışsa arada kopukluk var demektir. Bunun sebebi, ebeveynin duruşu, bakışı, mimikleri, kullandığı kelimeler ya da başkalarına verdiği değerle kıyas olabilir. Yetişkinler, “Ben bu kadar çaba sarf ediyorum, fedakârlık yapıyorum, ama sen hâlâ böyle düşünüyorsun!” diye çocuğu aşağılamak yerine; kendini kontrol etmeli, bu değer-algı yanılmasının sebeplerini tek tek bulmalıdır.

Ebeveynlerin zeki, hafızalarının da güçlü olması, büyük avantajdır, eğer yerinde ve zamanında kullanılıyorsa… Örneğin, çocuk babasıyla yolda yürürken oyuncak mağazasının vitrinindeki bir oyuncağı gösterir, “Şunun gibi bir arabam olsun isterdim.” ya da “Arkadaşımın böyle bir oyuncağı var. Çok beğeniyorum.” der. Günlük bir konuşmanın içinde tek kelimelik önemli bir iletişim saklıdır aslında.

Ebeveyn oğlunun-kızının beğendiği oyuncağı zihnine yazar, özel bir günde alıp sürpriz yaparsa, çocuk, “Demek ki konuştuğum an babam beni dinliyormuş, neyi beğendiğime dikkat etmiş. Bana değer verdiği için o anı yakalamış. Aradan bir ay geçmesine rağmen hep aklındaymış, unutmamış. O unutmadığı şey hediye değil. Aslında babam-annem beni unutmamış.” diye düşünür. Hediyeyi vermek için uygun atmosfer de oluşturulmuşsa, çevredekilerin de hissettirdiği artı değerle çocuk, küçük bir hediyeden aslında koca bir değer kazanmış olur.

Çok defa ebeveynler çocukları için bir eşya satın alır. Çocuk da bundan dolayı büyük mutluluk yaşar. Fakat anne-baba aldıkları hediyeyi, “Derslerine iyi çalışacaksın ama!..” diyerek verirse; çocuğun duygularına akacak değer hissi birdenbire kesintiye uğrar. Hediye araç değil, amaç olur. Oysa değerlilik hissi amaçsızdır; “Sadece senden dolayı.” demektir.

Çocuk, “Babacığım bu çok istediğim oyuncağı bana almışsın. Ben de derslerime daha iyi çalışacağım.” demiş olsa bile anne-baba, “Hayır çocuğum. Derslerine ister iyi, istersen kötü çalış. Ben bunu sadece seni düşündüğüm, seni çok sevdiğim için aldım. Başka hiçbir amacı yok.” şeklinde cevap vermelidir.

Karı-koca arasındaki ilişkide de aynı şekilde tavır geliştirilmelidir. Eğer alınan bir hediye, eşya, mutlu olunacak bir an paylaşılıyor ya da özel bir yerde yemek yeniyorsa orada eşler beklentilerinden söz etmemelidir. Çiftin o anı yaşaması, bedenlerinin, ruhlarının, zihinlerinin kenarlarındaki tüm bağlantılardan kopması gerekir ki; gerçek bir değerden söz edebilelim…

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş