İlk Kurban Bayramı

Rasulullah (s.a.v.) hicretin ikinci yılında, Zilhiccenin dokuzunda (3 Haziran Cumartesi 624) Sevik gazasından döndü. Zilhiccenin onuncu günü (4 Haziran) sabahı, cemaatle Medine şehir surunun doğu kapısı dışındaki musallaya yöneldi. Musalla, kendisinde bayram namazları kılınan bir meydandı. Bilal-i Habeşi, Rasulullah’ın önünde yürüyordu ve elinde bir mızrak vardı. Bu mızrak Habeş Necaşisi tarafından ona hediye edilen üç mızraktan biriydi. Resul-i Ekrem mızraklardan diğer ikisini Hz. Ömer ve Hz. Ali’ye hediye etmişti.

Namazgâha varılınca, Hz. Bilal mızrağı sütre olarak Rasulullah’ın önüne dikti. Hz. Peygamber ezansız ve kametsiz olarak, Ramazan Bayramı namazı gibi iki rekât namaz kıldırdı, arkasından bir bayram hutbesi okudu. Böylece ilk Kurban Bayramı namazı kılınıyor ve ilk Kurban Bayramı hutbesi irat ediliyordu. Az sonra müminler kendilerine sunulan nimetlere bir şükür olarak kurban keseceklerdi

İslam kültüründe Kurban Bayramına ‘Iydu’l- Adhâ” veya “Büyük Bayram’ denir. Adhâ, duha/kuşluk kökünden türetilen bir kelimedir ve kuşluk vakti kurbanlar kesildiği için bu bayrama “‘Iyd-i Adhâ” denilmiştir. Onun “Büyük Bayram” olarak adlandırılması, bu bayramdan önce hac yapılması ve hac sebebiyle günahların affından dolayıdır. Rasulullah Kurbanda Bayram Namazı kılmadan bir şey yemez, namazgâha (musalla) geldiği yoldan evine dönmezdi.

Allah Resulü (s.a.v.) ilk kurban yılı; iki semiz ve boynuzlu koç aldı. Birincisini keseceği vakit şöyle dedi:

“Allah’ım bu koç, birliğine ve senden bana gelenlere şahadet eden ümmetim namınadır.”
Böylece o, kendisine gelenlerin ve Kevser suresiyle ona verildiği müjdelenen kevserin; geniş manalı oluşunu belirtiyordu. Kevser; vahiy, Kur’an, İslam, hikmet, iman esasları, ilim, ümmeti, ümmetinin âlimleri, müminlerin ve neslinin çokluğu, dünya ve ahirette kendisine verilen nimetler ve fetihler, cennette kendisine ve ümmetine verilecek havuz veya Kevser nehri gibi manalara gelir. Allah’ın verdikleri içine, Âl-i Beyti ve cennet de giriyordu.
O kurbanını keserken “Bismillâhi Allâhü ekber” dedi, Allah adına ve Allah namına ilk koçu boğazladı. Sıra ikinci koça gelmişti. Onu keserken de şöyle dedi:

“Allah’ım bu da, Muhammed ve Muhammed’in ev halkı içindir. Bismillah Allâhu ekber.”
O, ilk koçu ümmeti namına, ikincisini de kendisi ve ev halkı için kesiyordu. İkinci koçtan kendisi, ev halkı ve fakirler yediler. Bir rivayete göre o koçları keserken şöyle dua etmişti:
“İnnî veccehtü vechiye lillezî fatara’s- semâvâti ve’l- arda hanîfen vemâ ene mine’l- müşrikîn = Allahım ben yüzümü gerçekten hanif olarak, semaları ve arzı yoktan yaratana döndürdüm ve müşriklerden değilim. İnnne salâtî ve nüsükî ve mahyâye ve mememâtî li’l-llâhi Rabbi’l- Âlemîn = Gerçekten namazım, orucum, hayatım ve ölümüm Âlemlerin Rabbi içindir. Onun hiçbir ortağı yoktur ve ben, bunlarla emredildim ve bunlara teslim olanların ilki de benim. Allah’ım bu sendendir ve Muhammed ve ümmetinden, senin içindir”

Hz. Peygamber’in duası önemli mesajlar veriyordu:

1) Duasının baş kısmı, Enam suresi 79. ayetiydi. Hz. İbrahim; çocukluğunda gece gökyüzünü seyrederken parlak bir yıldız görüp “Rabbim budur” demiş, ama o batıp ay doğunca “hâzâ rabbî = Bu Rabbimdir” demişti. Onun battığını görünce de; “Rabbim bana doğru yolu göstermezse, elbette sapan topluluklardan olurum” diye söylenmişti. Derken güneş doğdu, “Rabbim budur, zira bu daha büyük” değerlendirmesinde bulunmuştu. O da batınca; “lâ uhıbbu’l- âfilîn = ben batanları sevmem” dedi. O batanları sevmediğini, yüzünü gökleri ve yeri yoktan yaratana çevirdiğini dile getiriyordu.

2) Hz. Peygamber de kurban duasında ibadetin, yalnız Allah emrettiği için yapılması gerektiğini ortaya koymaktaydı. İhlâs da buydu. Hayatı o vermişti, hayatın gereklerini o tedarik etmekte, ihtiyaçlarını o karşılamaktaydı. Öyleyse hayatın gerçek sahibi Allah’tı ve hayat onun emrettiği şekilde, onun yoluna harcanmalıydı. Ölümü yaratan da odur. Öyleyse; o emrederse yolunda ölünebilmeliydi. Kurban zaten bunu sembolize ediyordu. Bize, Hz. İbrahim’i, onun Allah için kesmeye azmettiği oğlunu ve onunla yaşadığı olayı hatırlatıyordu. Gerekirse Allah yolunda makam mevki ve zenginlikler, oğullar, kızlar ve en önemli varlığımız hayat feda edilebilmeliydi.

3) Resul-i Ekrem’in belirttiği gibi, namaz, oruç ve tüm ibadetler, ancak Allah için yapılır. Allah’ın şeriki olmadığı gibi, ibadetler de şeriklere bölüştürülmez. Kulluğun bölüştürülmesi de şirktir.

4) O duasında “Allah’ım bu (kesilecek hayvan), senden ve senin içindir…” demişti. Çünkü hayvanları yaratan ve besleyen Allah’tır. Öyleyse onların onun emriyle ve Allah için kurban edilmesi; en makul ve en akla yatan şeydir. İslam öncesi dönemde de kurban vardı, fakat Allah’ın yaratıp beslediği hayvanlar putlara kurban ediliyordu. Oysa gökler ve yer kiminse; güneşi doğduran ve mevsimleri getiren kim ise, hayvanlar da onundur ve onları besleyen odur. Öyleyse bunlar, yalnız ona kurban edilebilir. Bizi yaratan da gökleri ve yeri yaratandır. Bizim de gökleri ve yeri yaratana kulluk etmemiz gerekir.

Rasulullah Medine devri boyunca bayram namazlarını hep aynı musallada kılar, namazdan sonra farklı bir yoldan evine dönerek kurbanını keserdi.

Medinelilerin İslam öncesinde senede iki bayramları vardı. Bir görüşe göre bu iki bayram, bahardaki Nevruzla, sonbahardaki Mihricandı. Rasulullah bunu biliyordu ve bayramlar konusunda onlara şöyle müjde vermişti:

“Yüce Allah size, onlardan (o iki bayramdan) daha hayırlı olmak üzere, Fıtır/Ramazan ve Kurban Bayramı günlerini verdi.”

Bu iki bayram diğerlerinden daha hayırlıydı. Kurban Bayramı Ramazan Bayramından daha büyüktü. Hem bu bayramlar başkaları tarafından değil, Allah tarafından armağan edilmiş bayramlardı. Veren açısından, diğer bayramlarla mukayese edilemedikleri gibi; rahmet, mağfiret ve Müslümanlara getirileri açısından da durum böyleydi. Ayrıca bu bayramlar, Hatemü’l- Enbiya, Seyyidü’l- Murselîn ve sahabelerinin bayramlarıydı. Bu iki bayram tüm zamanlarda, tüm ümmetin bayramıydı.

Kurban, “kurb = yakınlık” kelimesinden gelir. Tüm ibadetler, Allah’a yaklaşmak ve kurbiyet için yapıldığı gibi, kurban da bu niyetle kesilir. Bu yüzden; Kurban Bayramında kesilen hayvana da kurban denir. Kurban, kendisiyle Allah’a yaklaşılan şey demektir. Zamanla kelime kesilen hayvana ad olmuştur. Kurbânu’l- melik; padişaha yakınlaşmak için yapılan hizmettir. Allah ilmi ve kudretiyle bize şah damarımızdan yakındır, fakat biz ondan nihayetsiz uzağız. Nasıl güneş bize ısısı, ışığı ve yedi rengiyle yakındır, fakat biz ona uzağız. Mümküni’l-Vücud olan mahlûkat da, Vacibü’l-Vücud olan Allah’a nihayetsiz uzaktır. Ancak günahlardan çekinmek ve emirlerini yapmakla ruhani bir yakınlıkla ona yaklaşılabilir.

Hz. Peygamber, “Hali vakti yerinde olup kurban kesmeyen, mescidimize yaklaşmasın” buyurmuştur. Bu yüzden, fitre verebilecek durumda olan hür ve mukim Müslümanlara kurban kesmek vaciptir. Bir kimsenin fıtır/fitre sadakası verebilmesi için, 20 miskal (96 gr.) altına sahip olması gerekir. Bu zenginlik durumu üzerinden bir yıl geçmesi şartı yoktur. Kurban, eyyam-ı nahr denilen Zilhiccenin on, on bir veya on ikinci günlerinde kesilebilir. Bu günler Kurban Bayramının ilk üç günüdür. Aynı günlerde hacılar Mina’da şeytan taşlar. Devenin beş yaşında olanı, sığır cinsinin iki yaşında olanı, davarın bir yaşında olanı kurban edilebilir. Bir deve veya sığırı, yedi kişinin ortaklaşa kurban etmesi mümkündür.

Kurban kesilecek küçükbaş hayvan; sol yanı üzerine, yüzü kıbleye gelecek tarzda yatırılır. Ayakları sağ arka ayağı serbest kalacak şekilde bağlanır. Sığır ve davarlar çeneleri altından boğazlanırlar. Buna “zebh” denir. Develer ise; ayakta ve sol ön ayak bağlanarak, boynun göğse bitiştiği yerden boğazlanırlar. Bu kesim türüne de “nahr” denir. Kurbanın, sahibi tarafından kesilmesi menduptur. Bir takım ayıpları taşıyan hayvanlar kurban edilemezler ve kurban etinin en az üçte birini sadaka olarak dağıtmak tavsiye edilir. Kurban derisi, bağırsak vb. sadaka olarak verilebildiği gibi, evde de alıkonulabilir. Kurbanın derisi ve eti satılamaz. Vacip olan kurbandan başka; akika, hac, hedy ve nezir kurbanı da vardır.

Cahiliye döneminde, putlar için kurban kesiliyordu. Ayrıca onlar hangi put için kurban kesiyorsa onun adını anarlardı: “Bismillât /Lât adına, bismiluzzâ /Uzzâ adına” gibi. Cahiliye Mekke’sinde genelde adlarına kurban kesilen bazı putlar şunlardı: Haremde bulunan İsaf ve Naile, Cidde sahiline dikilmiş olan Sa’d, Batn-ı Nahldeki Uzza ve Taifteki Menat. Medineli Evs ve Hazreç Kabilesinin putu Menat, Kızıl Deniz kenarında, Müşelşel dağı yakınındaydı ve siyah bir kayadan ibaretti. Onlar genelde, Mekke’de haclarını yaptıktan sonra buraya gelirler, ölüm ve kader tanrıçası olarak inandıkları Menat önünde kurban kesip tıraş olurlardı.

Cahiliye’de ayrıca, “atîre” denen ve Recep ayının ilk on günü içinde; tüm aile için kesilen bir kurban vardı. Atirenin nezir kurbanı olduğunu söyleyenler de vardır. Kuzey Arabistan’daki Bekr ve Tay kabileleri, Ece dağı ortasındaki zirvede tanrılaştırdıkları bir kaya için atire keserdi. Dişi devenin ilk yavrusu bereket umularak putlara kurban edilir ve buna “ferâ” denirdi. Cahiliyede oğlan çocuğu doğunca, doğumun yedinci günü akika kurbanı kesilir ve kurban kanı çocuğun başına bulanıp sürülürdü. İslamiyet, akika kurbanında kan sürme âdetini yasakladı.

Cahiliye döneminde, cömertlik yarışı için develer, arka bacak sinirleri kesilerek ölmeye bırakılır ve karşılıklı iki kişinin yaptığı bu kesme yarışına “mu‘âkara” denirdi. Cahiliye’de farklı kesim tarzları ve “el-cebb” âdeti de vardı. Ayrıca onlar kesilen hayvanın kanını da birkaç tarzda yiyorlardı. İslam putlara kurban kesmeyi ve Allah adına kesilmeyen ve kendi kendine ölen hayvanların etini yemeyi yasakladı. Ayrıca bir kesim tarzı da belirledi.
Risale Haber