İlmin ve Alimin Değeri

Yüce Rabbimiz buyuruyor: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”[1] Yani Allah katında alimler önemli ve değerlidir.

Neden? Âlimleri değerli kılan nedir? Bu sorunun cevabını da yine Yüce Rabbimiz vermektedir:

-“Çünkü kulları içinde Allah’tan (gereğince) korkan, (Allah’ı layıkıyla seven, sayan) ancak ve ancak âlimlerdir.”[2]

Bunun içindir ki Sevgili Peygamberimiz: “Sizin Allah’ı en iyi bileniniz benim, dolayısıyla Allah’tan en çok korkanınız da yine benim!”[3] buyurmuşlardır.

Ebu Hanife’ye isnad edilen şazz bir kıraatte, Allah lafzı merfu okunur ve mana şöyle olur: “Allah (cc), sadece âlim kullarına saygı duyar, yani değer verir.

Bu izahlarda insanları hakir görmek değil, herkesi ilme ve âlim olmaya teşvik etmek hedeflenmiştir.

ÂLİMLER PEYGAMBERLERİN VARİSLERİDİR.

Ebû’d-Derdâ da (r.a) diyor ki: Ben Allah’ın Peygamberinden işittim; buyurdular ki:

Her kim bir yola girer ve onda ilim isterse, Allah onun için cennete giden bir yolu kolaylaştırır. Melekler ilim öğrenenlere, yaptıklarından hoşlandıkları için, kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde olanlar, hatta sudaki balıklar ilim öğrenen kimseye Allah’tan yardım ve bağış dilerler. İlim sahibinin Âbid’ten (ibadet edenden) üstünlüğü, ay’ın diğer yıldızlardan üstünlüğü gibidir. Âlimler, Peygamberlerin varisleridir. Peygamberler ne dinar ne de dirhem miras bırakmadılar, ancak ilim miras bıraktılar. Şu halde o ilmi alan büyük bir pay almış demektir.“[4]

Kıyamet gününde âlimlerin mürekkebi ile şehitlerin kanı tartılır, âlimlerin mürekkebi şehitlerin kanından ağır gelir.[5]

Âlimim diyen, bildikleriyle yetinen cahil kalır. Cahilim diyen, bildikleriyle yetinmeyen ve ilim yolunda koşan da âlim olur.

Peygamberimiz (s.a.v) buyurmuşlar ki:

İlim hazinedir. Anahtarı ise soru sormaktır. Öyleyse Allah size merhamet etsin sorun. İlimde üç kimse mükâfatlandırılacaktır. Söyleyen, dinleyen, tutan.”[6]

“Malikî mezhebinin dışında kalan her üç mezheb köpeği “necisü’l-ayn=tam necis” kabul eder. Yani köpek bütünüyle necistir, pistir, derler. Dolayısıyla evlerde bulunması doğru değildir. Ancak köpek kelb-i muallem olursa yani kendisine av avlama öğretilmiş ve koyunları bekleme eğitimi verilmişse böyle bir köpeğin ağzına alıp getirdiği av yenir. Sürtünüp dolaştığı yerler temiz kabul edilir ve evde bulunması sakıncalı olmaz.

İmam Fahruddin Razî bu hususu şöyle yorumlar: “Bir köpek bile ilimden sadece av avlama işini öğrenir ve necisülayn olmaktan çıkarsa, hatta bir evin aile fertlerinden biri haline gelirse, ilim öğrenen insanın nasıl zirvelere ulaşacağını varın siz kıyas edin.”[7]

İlmin azalması ve kalkması kıyametin alametlerinden sayılmıştır. Şöyle ki: “İlmin kalkması, cehaletin her yerde görülmesi, zinanın yaygın hale gelmesi, içkinin içilmesi… kıyametin alametlerindendir.”[8] Bu dehşetli ortamlardan kurtulmak için ilme ve âlimlere şiddetle ihtiyaç vardır.

HER ON SEKİZ KİLOMETREDE BİR ÂLİM

Mescid-i Haram’da insanlara vaaz veren bir âlimden dinlemiştim. Diyordu ki: “Her on sekiz kilometrede bir âlim bulundurmak şeairdendir. Yani olmazsa olmazlardandır. Bu âlimleri bulundurmak, kollamak, korumak Müslümanların boynunun borcudur.

Hadis-i şerifte: “İnsanlara iyiliği ve güzel yolu öğreten âlim ölünce göğün kuşları, yerin hayvanları ve denizlerin balıkları ağlar.”[9] buyurulmuş.

Aleyhissalatu vesselam yine buyurmuşlar ki: “Allah’ın rahmeti benim halifelerimin üzerine olsun. Senin halifelerin kim ey Allah’ın Rasûlü? Demişler. Buyurmuş ki benim sünnetimi ihya eden, yolumu ve ahlakımı Allah’ın kullarına öğreten âlimlerdir.”[10]

İslam’ı ihya etmek için İlim peşinde olan her kime ölüm gelirse, cennette onunla peygamberler arasında sadece bir derece kalır. (Peygamberlik makamına bu kadar yaklaşmış olur.)”[11]

Bir İslam âlimi, bin tane ibadet eden abidden şeytana daha büyük sıkıntı verir.”[12] Onun için şeytanın en nefret ettiği kimseler âlimlerdir. Çünkü onları kolay kolay tuzağa düşüremez. Kötü emellerine âlet edemez.

İLMİNÜSTÜNLÜĞÜ

Şeyh Sadi Şirazî’nin Bostan ve Gülistan’ında şöyle bir kıssa vardır:

Âriflerden biri, tekkede arkadaşlarıyla yaptığı sohbeti ve arkadaşlığı bırakarak medreseye geldi. Dedim: “İlim adamıyla kendisini dîne veren insan arasında ne fark vardır ki ibâdetle meşgul olanları bırakıp ilimle meşgul olanların arasına katıldın?” Dedi ki: “İbâdetle meşgul olanlar ‘Gemisini kurtaran kaptandır’ diyenler gibi dalgalar arasından kilimini kurtarmaya çalışır kendisini düşünür. Bu berikiler yani kendisini ilme verenler ise denize düşüp boğulmak üzere olanları kurtaranlardır.”

Aslında tekkeyi ve medreseyi birbirinden ayırmamak lazımdır. Tekkede medrese, Medresede de tekke olmalıdır. Yani tekke ilimsiz, medrese takvasız olmaz. Olmamalı. İlim yapıyorum diye beş vakit namaz terk edilmez. İbadet edeceğim diye de ilim ihmal edilmez.

ULÜ’L-EMR

Yüce Rabbimiz, âlimlerin yerini ayette üçüncü sırada gösteriyor ve şöyle buyuruyor: “Allah’a itaat edin, Rasûlüne itaat edin, bir de sizden olan ulu’l-emre itaat edin.”[13] Razi, ayette geçen ululemrden maksadın, en doğru görüşe göre âlimler olduğunu söylemekte ve şu fetvayı vermektedir: Meliklerin (hükümdarların) âlimlere itaati vaciptir, ama âlimlerin yanlış icraatta bulunan meliklere itaati vacip değildir. [14] Çünkü âlim, ilmi; sultan dünyayı temsil ediyor. İlmin dünyadan üstün olduğu da inkâr edilmez bir hakikattir.

BİR ÂLİM İÇİN EN BÜYÜK AZAP

Ebu’l-Esved ed-Düelî demiş ki:

“Bir alime azap çektirmek istiyorsanız onu cahillere (kadirbilmezlere) arkadaş edin.”

İşte böyle kadirbilmezlerin arasına düşen alimlerden biri de Ruhu’l-Beyan tefsirinin sahibi İsmail Hakkı Bursevî’dir. (1137/1725)

Tefsirini 23 senede tamamlayan bu zat, halden anlamayanların, kadirbilmezlerin kötülemelerine, iftiralarına ve su-i zanlarına maruz kalmış, çok üzülmüş ve şu sözü söylemeye mecbur kalmıştır:

“Nasıl kurtulur o insanlar ki Allah onlara nasihat eden, ders yapan bir arkadaş vermişken; onlar onu kendilerine toslayan bir boynuz zannetmişler, ondan kurtulmanın gayreti içine girmişlerdir.”

HOCASININ ELİNİ ÖPMEK İSTEYİNCE

Muhyiddin Arabi ders aldığı hocasının elini öpmek istemiş. Hocası öptürmek istememiş. Muhyiddin israr edince, hocası:

-Evladım, bizim dinimizde el-etek öpmek yok, bilmiyor musun? Deyince Muhyiddin:

-Hocam sizin vazifeniz elinizi öptürmemek, benim vazifem de ne pahasına olursa olsun size saygı duymak ve elinizi öpmektir. Çünkü sizin benim üzerimdeki hakkınız ödenmez.” diyerek bir gerçeği ortaya koymuştur.

Üstad Bediüzzaman da: “Ben kendimi beğenmiyorum, beni beğenenleri de beğenmiyorum.” demiştir. Demiştir ama böyle dediği için de milyonlarca insan tarafından beğenilmiş ve takip edilmiştir. Herkes kendisine yakışanı yapmıştır.

Mevlana Cami’nin hacca giden talebelerinden bazıları, hacdan sonra hocalarını ziyarete gelmişler:

-Efendi Hazretleri, demişler, hacca gitmeden önce sizin anlınızda bir nur görüyorduk, şimdi onu göremiyoruz. Yoksa bizden sonra size bir hal mi oldu? Mevlana Cami:

-Evet bir şey oldu ama evlat, bana değil, galiba size bir şeyler oldu. Siz, benden aldığınız ilim, irfan ve feyizle bir noktaya geldiniz. O aşk ve heyecanla hacca gittiniz. Gittiniz ama bununla beraber ucup hastalığına yakalandınız. Kendinize ve amelinize güvendiniz. Yani kendinizi hocanızdan daha büyük, daha doğru görmeye başladınız. Bu ucup ve gururunuzdan dolayı daha önce görmüş olduğunuz nuru artık göremez oldunuz.

Allah, heva ve hevesten, havalara girmekten, feyiz kaynağını, vel-i nimetini, her yanıldığında doğruları söyleyecek âlim vezirini unutmaktan ve unutulmaktan bizi korusun.

Vehbi Karakaş / Risale Haber

[1] Zümer, 39/9

[2] Fatır, 35/28

[3] Bkz. Müslim, Sıyam, 79

[4] Buhari, İlm, 10; Ebû Davut, İlm, 1; Tirmizi, İlm,19; İbn Mace, Mukaddime,17.

[5] Seyûti, el Câmiu’s saiğr, nr 10026; İbn Abdilberr, Câmiu Beyâni’l- İlm, nr. 139.

[6] El-Maverdî, Ebu’l-Hasen, Edebü’d-Dünya ve’d-Din, 54

[7] Fahrurrazî, Tefsir’l-kebir, II, 193-194

[8] İbn Mace, Kitabü’l-Fiten, 25

[9] Fahrurrazî, Tefsirü’l-Kebir, II, 180

[10] Aynı yer

[11] Aynı yer

[12] Tirmizî, V, 48

[13] Nisa, 5/59

[14] Razî, I, 179

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: