İmansızlık Ve Günahların İnsana Verdikleri Zarar      

         İnsan için kendisini ve her şeyi hiçten, ölü atomlardan yaratan Allahu Azimüşşanı inkâr edip imansızlık gayyasına sürüklemek kadar hiç bir çöküntü söz konusu değildir. Çünkü o imansızlıktır ki, insanı Ala-i illiyyinden ( Yükseklerin en yükseğinden) ta Esfel i safiline( aşağıların aşağısına) atıp mahveder. Bu zamanda eskisi gibi imansızlık cehaletten gelmiyor belki, bir kaç büyük dinsizin meşhur olmaları için, ürettikleri fikirleri kitaplara dökêrek, türlü türlü yollarla yaydıkları bu küfür mikrobunu insanların aşılıyorlar. Müslüman’ların kafalarını manevi bilgilerden boş buldukları için, onu oraya da sokabildiler. Evet, neşrettikleri o imansızlık, insanın kafasında bir defa yerleşti mi, ondan sonra her şeyi yüzü ters görmeye başlar, her şey’in icadını Hakiki Ustasına değil,  kendisi kendini yaptı ahmaklığıni kabul ettirmeğe çalışıyorlar. Yani  kör, sağır, aptal tabiata yaptı  veya tesadüfen oldu demekle, hem kendilerini hem de o kadar insanı mükellefiyetlerden kurtardıklarnı zan ediyorlar, eşyada ki hikmetli ve san’atlı yapılışı ustasına vermedikleri için tam rahatlayacakları sırada,  başlarında ki akıl,  karşılarına cellat gibi duran eceli hatırlatarak, zehirli bal gibi kafalarına aldıkları o sahte ilimin acısı onları rahatsız etmeye başlar.  Bu imansız insanlar Allahın emirlerine itaat ve yasaklarından çekinme yükü altına girmemek için, türlü demagoji ve safsatiyatla, yok olan şeylere isim takarak, onları var kabul ederek, kendileri bulundukları imansız halleri ile yalnız yaşayamayacağı için arkadaş ve çevre bulmaya çalışırlar ve bu bulaşıcı hastalığı çevreye yaymaya başlarlar.

            Halbuki, dinsiz olmak, yani inanmamak için düşünmeye hiç ihtiyaç yok. Zaten imansızlığa onları sokan  Allah tarafından emredilen o ufak tefek ibadetlerden kurtulma hevesidir ve bunun  hatırı için düşünmek istemiyorlar. Kendilerini haklı çıkarmak için fikir yürütmek istedikleri saha brançlarının dışındadır. Çünkü yüksek inşaat mühendisinin tıp sahasında bir hemşirenin değeri kadar, değeri olmadığını bildikleri halde, manadan yoksun, imandan uzak, yalınız maddeyi tahsil ettikleri halde, maneviyatta da fikir yürütürken büyük hataya düşüyorlar, mesela Komunizmin işine yarayan ve onlara malzeme olan Darvinin ortaya attığı kombine edilmiş insanın maymundan gelme teorisini, Layık sistemle idare edenler, onu teorilikten çıkarıp, sabit, değişmez ilmi bir kanun gibi okullarda öğrencilere ders veriyorlardı. Böylece idarecilerin fikirlerini okuldaki öğrencilere empoze ediyorlardı, bu yalınız Türkiye de değil dünyanın bütün Layık devletlerinde böyle idi. İdi dedim, çünkü şimdi öyle değil “Darvinin fikirlerini çürütüyoruz” ve buna benzer bir sürü kitaplarla ve buz denizlerinde bulunan 3-4 bin sene önceki fosilleri delil göstererek, o teoriyi bir tarafa atıp, adamı maskara ettiler,

            İmanlıların durumuna gelince, Dindar olmak için düşünmek lazim, O yolda akıl yürütmek mecburiyeti var. Mesela: Nasıl ki, bir işçinin, işe gitmesini ona aklı emrediyor. Ve adam sabahleyin o tatlı uykusunu bozup, hiç nazlanmadan yataktan fırlayıp işe gidiyor. Hatta biraz geç kalktı ise, işten atılma tehlikesi ile karşı karşıya kalmamak için, Kahve altı yapmadan evden çıkması için, aklı ona: Beyefendi! Biraz çabuk ol, evde çoluk çocuk ekmek almak için para bekliyor, evin bir sürü ihtiyaçlarını karşılamak için çalışman lazım. Ya işten atılırsan? Yeni iş buluncaya kadar halin ne olur diyerek sahibini zorlar ? O da aklından gelen o emre karşı boyun eğip ister istemez, tıpış tıpış işine gider. Aynen aklını kullanan Müslüman için de dinin vecibelerini yaşamak için aklı onu mecbur ederek ona der? Ey Allahın sevgili mahluku! Aman sakın o ufak tefek ibadetleri yerine getirirken tembellik etme. Çünkü, senin o tembelliğin seni, hem cennet gibi mes’ut bir hayattan mahrum edebilir. Hem de o müthiş cehennem ateşinde yanmayı hak edip, bu nazik vücuduna orada azap çektirebilir. Sen ne yaparsan yap, sana farz olan ibadetleri elden bırakma! Akıldan gelen bu emir neticesinde mümin, sağlam dini bir hayata girmek için, âlimlerin bilgilerinden, yaşlı ve  İslamiyet’i yaşamış tecrübeli Zatların tecrübelerinden istifade eder, veya boyun eğip faydalı kitapları dikkatle okuma neticesinde ikna olup dinini yaşamaya razı olur. Buna ek olarak ta, Allahımız buyurduğu çok ayeti kerimelerden birtanainde”Kesinlikle, göklerin e yerin yaradılışında ve gece ve gündüzün ardı ardına gelişinde vicdanları temiz, akıl sahiplerine gerçekten deliller vardır.”(ali İmran 190)  de bize emrederek, o büyük kitap olan Kâinat kitabından ders almamız için başınızı o tarafa çevirin diyor. Çünkü o kainat kitabının küçücük harfleri olan ineği, sineği, balığı, bülbülü ve alemin en büyük mucizesi olan insanı de okumak neticesinde: kafaya alınan bilgiler, yavaş yavaş kalbe damlamaya  başlar. Ondan sonra, kalpte nuru iman tecelli eder. Ve böyle sağlam imanla o insan, her şeyi hikmetle yaratan Allahın varlığına, Ahiret gününün olacağına ve orada inceden inceye hayatımızın hesabi verileceğine inanır. Böylece bu insan, yüce Allah onu buraya gönderdiğinin sebebini bildirmek için nazil olan kitabımız Kur’ani Kerim, Allahın Hak Kitabı olduğunu kabul eder. Ondan sonra, O kitabı daha iyi anlayıp, insanlara şüphe getirmeyecek bir tarzda açıklayacak Allahın bir elçisi olan, H.z Muhammed a.s.m. Hak Peygamber olduğunu da kabul eder. Ve Kader ile hayır ve şerrin de Allahın takdiri ile olacağına hakiki bir mü’min gibi inanır. Böylece sağlam bir iman ile Müslüman gibi yaşama kararını kesin verdikten sonra, Nuru imanla nurlanan o aklın emri ile sabah namazına kalkmak için yorgan bir metre yükseğe uçar. Sabah namazına zamanında kalkma tedbiri olan: Yatsı namazından sonra fazla oturmaz ve çalar saati de kurduktan sonra, Allah göstermesin namaza kalkamazsa, onun imanı onu hüngür hüngür ağlatır. (Haşiye)  İşte burada siz de gördünüz ki iman insanı nasıl değiştirir. Bu izahat la anladınız ki: İman etmek için akıl lazım mantık lazım. Fakat imansızlık, vazifeden kaçmanın, düşünmemenin ve başı boş yaşamanın eseridir. Bu imansızlar nasıl mantık harici işlere girdiklerini görmek için bir örnek vereyim:

             Layık sistemin eğitimi ile yetiştirilen imansız bir öğretmen çocukları imandan etmeye uğraşırken, görün minnacık öğrenci onu nasıl rezil etmiş: Bir gün bir dinsiz ilkokul öğretmeni körpe dimağlı yavrulara  dinsizliği aşılamaya bir kır gezisi ile başlamış. Kıra gitmeden önce evinde ceplerine bonbon şekeri koyup öğrencileri yanına alıp kıra gitmişler. Kırda öğrencilerini önüne toplayıp, onlara hitaben: Çocuklar!  Onlarda buyurun Öğretmenim: Allah var mı? Var öğretmenim. Peki madem ki var çağırın bakalım? Onlarda Allah’ımız!.. Ses yok. Öğretmen gördünüz mü ki! Boşuna var dediniz. Zaten siz kendi bilginizden var demediniz ki. Var diye anneniz babanız size kabul ettirmişler, siz de var biliyorsunuz. İşte gördünüz mi ki yok. Olsa idi seslenir di. Haydi tekrar deneyelim; bağırın Allah’ımız bize şeker ver. Çocuklar bağırarak Allahımız bize şeker ver! Ve Allahtan şeker yok. İşte gördünüz mü? Olsa idi verirdi. Peki isteyin benden? Çocuklar Öğretmenim şeker ver? Öğretmen şekerleri çocukların hepsine birer tane uzatarak işte buyurun. Gene öğretmen efendi çocuklara: Bundan sonra gözle görmediğiniz öyle boş şeylere inanmayın, Tamam mı! Öğrenciler boyunlarını büküp mahzun mahzun demeye dilleri dönmediği halde tamam derler.  Amma içlerinden helal süt emen biri dayanamayıp çıkar ortaya, Öğretmenim bana bir şey müsaade eder misin? Ederim haydi bakalım ne diyeceksin: Yaklaşır öğretmenin yanına. Arkadaşlar! Karşıdaki dağı görüyor musunuz? Evet görüyoruz; var ki görüyorsunuz. E peki öğretmeni görüyor musunuz?  Görüyoruz.  Tabii ki göreceksiniz, olmasa idi görmezdiniz. Elini tutup kaldırır, peki öğretmenin elini görüyor musunuz görüyoruz. Tabii ki göreceksiniz olmasa idi görmezdiniz. Ya gözlerini görüyor musunuz görüyoruz? Var ki görüyorsunuz. E peki öğretmenin aklını görüyor musunuz? Hayır görmüyoruz; Yok ki, Olsa idi görürdünüz der. Zaten akli olsa idi böyle şeyler bize söyler mi idi der, işi bitirir. Öğretmeni sinirlenir çocuğu biraz pataklar amma, helal evlat lazım olanı yapmıştır. İşte, Gördünüz mü  imansızları Allah nasıl rezil eder ?

(Haşiye) (Namazın ehemmiyetinden bahseden dini kitaplarda şöyle bir nakil nazarımıza çarpar: Bir mütteki bir gün akşamdan tedbirini aldığı halde uyku tutup Sabah namazına kalkamamış. Uyandıktan sonra öyle ağlamış ki,  o ağlatmak ona namaz kılmaktan daha çok sevap kazandırdığını gören şeytan çok rahatsız olur ve yarınki  gün onu namaza şeytan kaldırır.

      Evet ayni öğretmenin ki gibi mantıkla hiç alakası olmayan ve hiçbir delile dayanmayıp kuru teoriden ibaret olan ve materyalistlerin ürettikleri bu felsefi doktrinler, 20 ci asrın maneviyattan bom boş insanların çoğunda, maalesef yer tuttu. Tuttu fakat, Şehit kanıyla yoğrulmuş bu  topraklarta yaşayanları Allah acıdı ve onları korumak için Bediüzzaman gibi bir Zatı gönderdi ve bu Zat Dünyada bütün dinsizlerin ortaya koydukları fikir ve doktrinleri bozup mahv edecek güçte Risale-i Nur isimli 14 cilt kitap yazdı.  Evet kendine acıyan vicdan ve hamiyet sahibi kız ve erkek herkesi bu kitapları okumaya davet ediyorum! Gelin batıdan gelen ”Materyalist ve Naturalist” isimli bulaşıcı hastalığa karşı gelmek için tecrübe edilmiş çok te’sirli tiryak gibi bir ilaç olan bu eserlerden istifade edelim. 1878-1960 yıllarııTürkiye de yaşayan Bediüzzaman Hazretleri, En kütü şartlar altına yazdığı Risale-i Nur eserlerden idarecilerimiz korkup layıklığın temel ilkelerine karşı geliyor diye evhama düşmüşler, Bu  mübarek zatı 28 sene hapis ve sürgünlere taşımışlar. Bu zat bu eserleri oralarda yazmış, Hatta ve hatta 19 def’a zehirledikleri halde, Allah bu Zatı öldürmemiş. Gelin bu eserleri bizde bol bol okuyalım ve o kitaplar okunan dershanelere ders almak için koşarak gidelim. Oralarda nur simalı kardeşlerle karışıp, onların o güzel ahlaklarından istifade etmeye gayret edelim, Çünkü bu zamanda ki imansızlık ilimden geldiğini çok iyi fark eden bu Zat, Fenlerin tümünü bilip Kitaplarını da ona göre yazdığı için, onların oyunlarını, ancak bu Zatın eserleri ziru zeber edip dağıtabiliyor. Ve dağıtabilmiştir Elhamdülil-lah. Yalınız Türkiye de ki materyalistlerin oyunlarını değil, bütün dünyada ki Felsefecilerin oyunlarını bu Zatın eserleri bozdu. Hatta tüm dünyada yaşayan insaflı ehli ilim, bu eserlerde ki hakikatleri, dünyanın bir çok yerinde yapılan sempozyumlarda kabul ettiklerini bildirdiler. Diyeceksiniz nasıl olur fenlerin tümünü bilsin? Evet bilmiştir, ve İstanbullun Fatih semtinde, o zamanki ismi ile Şekerci hanın dış duvarına büyük bir tabela asarak, “Burada her soruya cevap var, fakat biz hiç kimseden soru sormuyoruz” diyerek, her ilim dalında sorulan sorulara cevap almaya gelenlerin sorularına cevap vermiştir. İlahiyat şöyle dursun, Fen, Kimya, Biyoloji, Matematik, Cebir ve tüm diğer ilimlerin cevaplarını rahatlıkla verebilmiş bir Zatı muhteremdir bu Bediüzzaman Hazretleri. Ve O zaman ki gazeteler bu hadiseyi gazetelerine başlık yapıp neşretmişler. Bediüzzaman  ( Zamanın harikası) demek olan bu ismi, daha 16 yaşında iken ona alimler takmışlar.

            İşte bu Zatın keşfettiği hakikatlere dünya hayran olup, istifade etmeleri için  bu eserleri dünyanın 40 diline tercüme etmişler. Hal böyle olunca, bizde ateistler tarafından önümüze serilen şüphelerden ve kafamızda ekmek istedikleri çeşitli küfür tohumlarından kurtulmak için, kendi öz memleketimizin malı olan bu kitapları arayıp bulmamız lazım,   ve onları çekinmeden okumamızı aklımız bize emrediyor. Çünkü,  “Bediüzzaman ve Risale-i Nur” isimliyle dünyanın çeşitli yerlerinde yapılan sempozyumlarda, İlahiyat ve dünya ilimlerini  çeşitli dallarda tahsil gören Profesörler sitayişle methederken, Bizim Profesörlerimizden biri olan Suat Yıldırım dedi ki: Araştırdık,  on milyon nüfus bu kitapları okuyor. Çünkü bü kitaplar insanlar üzere harika tesirini gösteriyor. Avropada dini çalışmalar yapan muhtelif devletlerden gelen 16 cematen biri olan Nur cemaati de varmış. Avrupalılardan Müslüman olmaya sebep olanların başarı derecesi şöyle: Öteki 15 cemaat %56 sının Müslüman  olmalarına sebep olmuş, Yalınız Risale-i Nurlara sahip olan cemaat % 46 sına sebep olmuş. Bununla, bu eserlerin ötekilerden ne kadar farklı olduğunu görmüş oluyorsunuz.

            Evet! Bu kitaplardır ki, bu tehlikeli zamanda insanı küfre düşmekten koruyor. Ve o küfürdür ki insanı ebedi cehennemde yanmasına sebep oluyor. Biz ne yapıp yapıp bu kitapları çokça okuyalım ve önceki olumsuz hayatımızı terk ederek ibadetimizi yapmaya gayret edelim. Yoksa, cehennem gibi bir ateşte yanmaya o günahlarımız sebep olabilir. İşte bu misallerden anladık ki, bu dünyada insan için imansızlıktan ve günahlardan daha tehlikeli hiç bir şey yoktur. Bununla beraber bu müthiş tehlikelere düşmüş, günümüzün insanında imanın zayıflığından gelen bir lakaytlık ve o lakaytlığın verdiği o kalın gaflet perdesinden ötürü, her şeyi yüzü ters görüp çok zaruri işlerini terk edip, yalınız  şahsi menfaatini düşündüğü için, başkalara karşı insana yakışmayan bir nemelazımcı oluyor. Hatta en samimi arkadaşının menfaatini hiç düşünmediği gibi, onun ufak tefek hatasını söylememekle marifet yaptığını zanneder. Halbuki böyle bir günde sözün geçtiği kimselere Allahın emirlerini tavsiye etmek, yasaklarına karşı onu ikaz etmek, Müslüman’a farzların üstünde bir farzdır. Çünkü “ âhirete müteallik işlerde küçük bir şey, küçük değil büyüktür”.Peki niye küçük değildir Derseniz? Çünkü ebedi ve sonsuz ve mutluluğunun örneği hiç görülmemiş bir hayata yardım ettiği için, o küçük şey çok büyüktür. Biz bugün nasıl bir hale düştüğümüzü daha iyi anlamak için, şöyle bir misal vereyim: Bir kimse arkadaşının boynunda bir yılan veya akrep görse: Onu çekmeye uğraşmasa: Ayyy ne kadar yakışıyor, bu gerdanlığı nerede, kaça aldın, dese nekada ayıp ve insanlığa yakışmayan bir iş yaptığını anlarsın: Aynen onun gibi, herhangi samimi arkadaşımızda, insana yakışmayan bazı alışkanlık veya imanında hafif bir şüphe, olduğunu anlasak, onu ikaz etmezsek, yukarıda bahsedilen akrep ve yılandan bin defa daha zararlı olduğunu unutmayalım. Biz sözümüz geçen arkadaşları o kötü alışkanlıklardan uzaklaştırma çaresini araştırıp bulduktan sonra, çekemezsek de uğraştığımız için, bizi vicdan azabından kurtarır.

         Evet! Ateistler ile dalalete düşenler, hayatlarını mezara kadar bildikleri için, onlar dünya hayatlarında kendilerini tatmin etmekten başka düşünmezler. Bunun ispati için bir misal verelim. Mesela bir ateist koruma görevlilerinden korunmayı garanti ettikten sonra, hile, dolan, yapması, çalması, aldatması onun için normaldir. Bu imansız böyle bir şey yapmıyorsa, ya onda ailesinin dindarlığından kırıntılar var, veya mutlaka aptaldır da çalmıyor, çarpmıyor, kötülük yapmıyor. Bunu mantığımız bize böyle diyor. çünkü madem onun için her şey ölümle bitiyor, o ölüm da ne zaman geleceği hiç belli değil “Belki bu gün belki yarın belki yarından da yakın” olduğu için, O imansız, ayy bu gün de gitti diye hayıflanır. O menfaatinden başka şeyi tanımaz. O herif öz kardeşini bile ancak menfaati için sever, menfaati bittiği yerde kardeşine karşı sevgisi de biter. Çok şaşarım onlardan, sahtekârlıktan başka şey bekleyenlere! Çünkü hiç kimse karşılıksız iş yapmaz, o karşılık ta, ya maddi veya manevi olacak. Bu bahsedilen kimseler madem ki maneviyata inanmıyorlar. O zaman burada ki geçici zevklere müpteladırlar, süfli bile olsa, onun peşindedirler. Onun için inancı olmayanlardaki akıl yılan gibi olur. Yılan seviyesine düşen onun başındaki akıl, menfaatinin hatırı için, bakar zehrini kime soksun, başkasının derdi ile kat’iyyen uğraşmaz, onu o kadar zahmetle büyüten öz annesini bile, yaşlı ve hasta zamanlarında ona bakmaz. O zavallı anne, evladı için seve seve uykusunu bozuyordu ama onun o imansız evladı kendi rahatı için annesini huzuru olmayan huzur evine atar, ne yazık ki onun evladı de ona daha beterini yapacaktırrr. Ondan hiç şüphe etmeyin ha. Burada olmasa bile orada bin beterini görecektir.

            Amma! Allah’ına ve öldükten sonra ki hayata inanan insan ise, başka insandır; kız çeyiz sandığına herhangi bir şey atarken sevindiği gibi, oda sevap yaparken ondan bin defa fazla sevinir, aç olanı doyururken lezzet alır,”Komşusu açken o tok yatamaz” muhtaç olanın derdinden hisse almadan rahat olamaz. Herhangi yerde dini imanı bir hizmet varsa, sıkıntıya da düşse orada hisse almak ister. Nitekim 2 sene evvel  kâmil imanlı bir iş sahibine, Ağabeyler hizmete ihtiyaçtan bahsetmişler, oda hemen gelin 6 dairenin tapusunu vereyim, amma ne olur hiç kimseye anlatmayın demiş. Fakat imanın tadını almayanlara, iman insanı hizmet peşine nasıl koşturduğunu kat’iyyen anlatamazsın, Çünkü o imanlı insanın şefkati nasıl geliştiğini anlamaz. Anlaması için imanı olması lazım.  Tıpkı yediğimiz meyvenin lezzetini, yedirmeden başkasına   anlatamadığımız gibi.

Abdülkadir Haktanır