İncitmekten Sakınanlar !
Bir de bu Âlem tabirini insan için kullanılacak olursak karşımıza daha çetrefilli bir mesele çıkacaktır ki “mahiyet-i insaniye, şu kâinatın bir misal-i musaggarı olduğundan; âdeta âlemde ne varsa, insanda nümunesi vardır.[2]” bizler bunu bilsekte bilmesekte tam olarak bu böyledir.
İnsanın merkezi ise bütün bu Âlemleri tahlil, analiz, sentez edecek merkezi insan kalbidir. O kalb öyle bir mahiyeti ve merkeziyeti var ki dimağı dumura uğratacak bir ihatası ve mihanikiyeti vardır. Öyle derindir ki normal zamanda yüzebildiğin veya topuğunuzu ıslatmayacak olan o sular birden bire derinleşir ve dev diritnavtlar ancak dayanabilir bir hâlde gelir ve kendinizi o batın-ı kalbin ihata ettiği derinliklerde bulursunuz. İşte o zaman anlarsın ki “Yükselmededir marifet iklimine her an Bambaşka ufuklar açıyor ruhuna..[3]” bu ufuklar Âlemlerin insana veya insanın Âlemlere yolculuğunu anlatır.
Hani bazen deriz ne oldu dalmışsın hayrola? Veya dalmışım öyle.. işte bu dalmak tabiri alemler arası boyutlar arası geçiş demektir. İnsan başka bir Âleme dalmış olduğu için bir nevi geçici donma yaşıyor. Nasıl ki pc’lerde aşırı yüklenmeler veya bir problem olduğunda donma oluorsa insanda da bu donma dalıp başka Âlemlere geçtiğinde olmaktadır. Âlemlerin kapısı, kilidi, kavsağı ise KALB’dir.
Bu hususta Üsvet-ün Hasenemiz olan Rasulü Ekrem (a.s.v.): “İnsan vücudunda bir et parçası vardır. O düzelirse bütün vücut düzelir. O bozuk olduğunda bütün vücut ifsada uğrar bozulur. İyi bilin ki o et parçası KALB’dir.[4]” buyurarak kalbin ehemmiyeti üzerine durmuştur. Nitekim Vekil-i Rasulü Ekrem (a.s.v.) olan Bediüzzaman Said Nursi ve telifi olan Risale-i Nur Külliyatında “kalb bir kumandan gibi, letaif askerleriyle kahramanane maksada yürüsün.[5]” sözüyle kalbin bir kumandan bir merkez olduğunu ve en üst söz ve rütbe sahibi olduğunu beyan etmektedir.
Risale-i Nur Külliyatında Batın-ı Kalb ile alakalı:
“Samed âyinesi olan bâtın-ı kalb ile sanem-misal dünyevî mahbublara perestiş etmek, o mahbubların nazarında sakildir ve istiskal eder, reddeder.[6]”
“Bâtın-ı kalb, âyine-i Samed’dir ve ona mahsustur.[7]”
“Elhasıl: Dünyayı ve ondaki mahlukatı mana-yı harfiyle sev. Mana-yı ismiyle sevme. “Ne kadar güzel yapılmış” de. “Ne kadar güzeldir” deme. Ve kalbin bâtınına, başka muhabbetlerin girmesine meydan verme. Çünki bâtın-ı kalb, âyine-i Samed’dir ve ona mahsustur.[8]
Bu mehazlere baktığımızda karşımıza çıkması muhtemel olan şeylere beraber nazar edelim isterim.
Batın-ı kalb ise: tabir-i caizse Cenab-ı Hakkın hususi mahrem alanıdır. Ve oraya giriş izni yoktur. Latife-i Rabbaniyenin merkezi de belki ayine-i samedin kab-ı kavseni olarak tesmiye edebiliriz. Bu sebeple mahrem diye tesmiye ediyorum.
Bizler de beğendiğimiz ve sevdiğimiz ne varsa mana-i harfiyle sevmeli ve o veçheden bakmalıyız.
Bu tarz-ı nazar oldukça insan her şeyle hoş geçinir. Dalı meyveyi çiçeği incitmeye çekinir. Adeta kainatta ne varsa hoş geçinmeye gayret eder.
Kainatta ne varsa kendisine dost addeder. Yapan olur yıkıcı ve kırıcı olmaktan kaçınır. Ya gül’e çekirdek olur ya gül olur ya güle yaprak olur yada o gülü korumak için etrafında diken olur. İncitmek emelini gütmez.
Başı bu alemlerin en âlâsında da olsa, gözü mahfiyet ve tevazuda olur. Kibirle yürüyüp yeri delebileceğini zannetmez. Bildikleri daha da tevazuya sebep olur. Bambaşka ufuklarda alemlerde de gezse. Bu sebeple de tekebbür edemez.
Verenin Rabb olduğu iyiliklerin ondan, şerlerin nefs-i emareden olduğunu bilir. Bu sebeple daima bir vakara bir tevazuya bürünür. Mehasinin bir ihsan-ı ilahi olduğunu derk etmiştir. Birisi zerrece bir şey yaptıysa hayr manada onu tebrik ve taktir eder. İncitmekten bozmaktan içtinab eder çekinir.
Böyle bir kalbi incitmek ve kırmak ise o insana yapılabilecek en büyük bir haksızlık olur. Çünkü o kalbin sahibi hangi alemlede dolaşıp burada görünüyor bilemezsin. Halk arasında derler ya deli mi veli mi diye bunu bilemeyiz.
Belki beğenmediğimiz birisi bizden kat kat üstündür bunu bilemeyiz.
Bizler kusursuz değiliz. Bu sebeple belki kendimizde olmayan kusurları başkasında görüp gördüğümüz o kusur sebebiyle onu incitirsek bizde olupta başkasının gördüğü kusurlarla birisi de bizi incitebilir. Nitekim kusursuz hiçbir insan yoktur. Kusursuz dost aramak muhali taleb etmektir. Kimse kusursuz dost bulamaz. Ancak buldukları da kendisi gibi aynı türden kusuru bulunmayan kimselerdir.
İnsan kendi kusurunu görmez görse istifar eder, tevbe eder dergah-ı ilahiyeye yanaşır. (BKZ: Sözler 41, Lem’alar 87)
Son olarak “Hem nasılki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârane uğraşmaz, birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkid edip sa’ye şevkini kırıp atalete uğratmaz. Belki bütün istidadlarıyla, birbirinin hareketini umumî maksada tevcih etmek için yardım ederler, hakikî bir tesanüd bir ittifak ile gaye-i hilkatlerine yürürler.[11]”
Selam ve Duayla
Muhammed Numan ÖZEL
Kaynak: RisaleHaber
www.NurNet.Org
[1] Lem’alar ( 89 )
[2] Asa-yı Musa ( 235 )
[3] Asa-yı Musa ( 259 )
[4] Buhari-İman: 39 Müslim-Musakat:107
[5] Sözler ( 495 )
[6] Sözler ( 358 )
[7] Sözler ( 640 )
[8] Hanımlar Rehberi ( 87 )
[9] Lem’alar ( 136 )
[10] Asa-yı Musa ( 19 )
[11] Lem’alar ( 160 )